Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle Güney Kafkasya'da bağımsızlıklarını kazanan üç yeni devlet ortaya çıkmıştı. Sovyetler döneminde dondurulmuş sorunlar olarak adlandırılan bölgesel sorunlar da bu devletlerin bağımsızlığını kazanmasıyla yeniden gündeme gelmeye başladı. Bunlardan biri olan Dağlık Karabağ sorunu, yaklaşık 30 yıl süren Ermeni işgalinin ardından, 2020 yılında yaşanan savaş sonrasında imzalanan antlaşmayla sonuçlandırıldı. Ermenistan'ın yenilgisinin resmi kanıtı olarak da görülen bu antlaşma sonrasında ülkede tartışmalar bir türlü dinmedi ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'a yönelik protestolar artarak devam etti. Kasım ayından bu yana yaşananlar, ülkenin Dağlık Karabağ savaşının ardından kısa süre içinde toparlanamayacağını bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Bağımsızlıktan bu yana, başta Levon Ter Petrosyan olmak üzere Serj Sarkisyan, Robert Koçaryan ve nihayet Paşinyan'ın görevi devraldığı süre zarfında yaşanan gelişmeler, bu coğrafyada Rusya'nın ne kadar etkili olduğunu tekrar ortaya koydu. Özellikle Petrosyan'ın 1998 yılında ülkede yaşanan ekonomik krizler ve muhalefetin baskısıyla istifaya zorlanması hatırlandığında, benzeri bir senaryonun bugün de gündemde olduğu izlenimi doğuyor.
Petrosyan'ın ardından göreve gelen Koçaryan'ın döneminde de sorunların devam etmiş olması, bu coğrafyanın kaderinden ziyade, Rus etkisiyle açıklanabilir. 2008 yılında görevi Sarkisyan'a devreden Koçaryan'ın siyasetten uzaklaşmaması ve aktif bir şekilde muhalefette yer almaya devam etmesi ise Karabağ Klanı'nın Erivan'daki etkisiyle açıklanabilir. 2008-2018 yıllarını kapsayan Sarkisyan döneminde de ülkenin içinde bulunduğu durumda bir ilerleme sağlanamamıştı. Tüm bu gelişmeler Ermeni toplumunda ciddi bir beklenti oluşmasına neden olmuş ve böyle bir ortamda Paşinyan arkasında ciddi bir halk desteğiyle göreve gelmişti. Paşinyan'ın göreve gelmesiyle birlikte ülkenin rahat bir nefes alacağı, başta yoksulluk ve yolsuzluk olmak üzere içeride ve dışarıda süren siyasi çalkantıların sona ereceği beklentisi, halkın Paşinyan'a yönelik desteğinde büyük rol oynamıştı. Fakat Erivan'da göreve gelen tüm siyasilerin vaatlerinin ilk sırasında yer alan Dağlık Karabağ sorunuyla ilgili Kasım ayı ve sonrasında yaşananlar Paşinyan dönemi için tam bir felakete dönüştü. Ermenistan'ın yaşadığı büyük hezimet Ermeni toplumunda geleceğe dair umutları da neredeyse tükenme noktasına getirdi.
Dağlık Karabağ savaşında verilen askeri kayıplar, savaşın ekonomik etkileri ve özellikle yaşanan büyük hezimet Ermenistan'da Paşinyan yönetimine karşı günlerce protestoların düzenlenmesine neden oldu. Halk içeride ve dışarıda yaşananların sorumlusu olarak gördüğü Paşinyan'ın istifasını istedi. Protestoların temel dayanağı Dağlık Karabağ savaşındaki yenilgi olsa da, aslında bu protestoların altında yoksulluk, yolsuzluk ve ekonomik sorunların, ülkenin içinde bulunduğu darboğazın, iç ve dış siyasi gelişmelerin de önemli rolü bulunuyor. Paşinyan ise yaşanan hezimetin sorumlusu olarak bölgesel ve küresel güçleri işaret ederek Ermenistan'ın bu süreçte yalnızlaştırıldığına dikkat çekti. Bu noktada Türkiye ve Azerbaycan'ın Ermenistan'a Altılı Platform önerisiyle uzatmış olduğu barış eli büyük bir öneme sahipti. Dağlık Karabağ savaşı sonunda imzalanmış olan antlaşma tüm taraflara ciddi bir fırsat sundu ve Ermenistan açısından da bu antlaşma ülkenin yıllardır içinde bulunduğu darboğazdan kurtulmak için bir şans barındırıyordu. Fakat Ermenistan'da başta Karabağ Klanı olmak üzere, aralarında Devrimci Federasyonu, Vatan Kurtuluş Hareketi ve Müreffeh Ermenistan Partisi'nin de yer aldığı tüm muhalefet partilerinin bir araya gelerek Paşinyan'ı hedef haline getirmesi, işlerin pek de beklendiği gibi gitmeyeceğinin işaretini çok önceden vermişti.
Ermenistan'ın Dağlık Karabağ savaşında yalnızlaştırılması, ABD'nin bu sırada kendi içindeki seçim süreciyle meşgul olması, Almanya'nın ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu'nun taraflara sadece ateşkes çağrısında bulunması ve neticede Ermenistan'ın Fransa dışında Batılı devletlerden beklediği desteği alamaması, ülkenin iç ve dış politikada sorunlar yaşamasına neden oldu. Bu sorunlar orduda bir takım reform talepleriyle birlikte gündeme gelince, protestoların tonunda da bir değişim görüldü.
Ermenistan'da ordunun Paşinyan'ın istifasını istemesine kadar varan gerginlik iki önemli gelişmeyle kaosa dönüştü: Paşinyan'ın Ermenistan Genel Kurmay Başkan Yardımcısı Tigran Haçaturyan'ı görevden alması ve eski Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'ın İskender füzeleriyle ilgili yaptığı açıklamalar. Sarkisyan Dağlık Karabağ savaşının en başından itibaren bu füzelerin kullanılması gerektiğini dile getirirken Paşinyan ise bu füzelerin savaşta kullanımının uygun olmadığını ve bu füzelerin “sadece yüzde 10'nun patladığını” kaydetmişti. Sarkisyan'ın bunu bildiği halde bu tür sorular sorması yerine, “İskender füzeleri neden patlamıyor” veya “füzelerin neden sadece yüzde 10'u patlıyor?” gibi sorular sorması gerektiğine işaret etmişti. Bilindiği üzere Ermenistan'ın askeri mühimmat ve teçhizatında Rusya'nın önemli bir yeri bulunmakta. Bahsi geçen kısa menzilli balistik füze sistemleri olarak da bilinen İskender füzeleri Ermenistan tarafından 2016'da Rusya'dan satın alınmıştı. Paşinyan'ın Rus yapımı İskender füze sistemlerinin işe yaramaz olduğunu açıklaması, ülke içinde muhalefet ve ordunun, dışarıda ise Rusya'nın tepkisine neden oldu.
Bu tepkiler ordunun, Dağlık Karabağ'daki yenilgisini Paşinyan'ın izlediği yanlış dış politikaya bağlamasıyla gün yüzüne çıktı. Paşinyan'ın bu durumun sorumlusu olarak Moskova'yı işaret etmesi tartışmaların fitilini ateşledi. Ermenistan kuruluşundan bugüne kadar sıklıkla Rusya'dan gördüğü desteği, bu kez Dağlık Karabağ'da göremedi ve bu durum ülkede ciddi bir hayal kırıklığına neden oldu.
Benzer bir durum Batı dünyasıyla yaşandı; her ne kadar Paşinyan savaş sırasında Batılı devletleri ve Rusya'yı sürecin içerisine dahil etmeye çalışsa da bu politikada başarılı olamadı. Bu durum, Ermeni siyasilerin, tarihte olduğu gibi bugün de Batılı devletler ve Rusya tarafından nasıl bir araç olarak kullanıldıklarını ve kritik zamanlarda nasıl ortada bırakıldıklarını göstermesi bakımından mühimdi.
Bu süreç ayrıca Rusya'nın Soğuk Savaş sonrası dönemde kendi arka bahçesi olarak gördüğü Güney Kafkasya'da, bir kez daha kendisinin onay vermediği bir liderin uzun süre görevde kalamayacağını da göstermiş oldu. Özellikle Dağlık Karabağ'da Ermeni-Rus Müşterek Kuvvetler Komutanı Tigran Parvanyan'ın bildiriyi imzalayan askerler arasında yer alıyor olması, Rusya'nın bu süreç içindeki rolüne dair işaretleri güçlendiriyor. Ayrıca Karabağ Klanı olarak bilinen Sarkisyan ve Koçaryan gibi liderlerin de de bu süreçte ordu ve muhalefetle birlikte hareket ediyor olması, Rusya'nın yanında yer aldıklarının belirgin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Özellikle Koçaryan'ın 2008 yılında Ermenistan'da düzenlenen protestolar sırasında 10 kişinin hayatını kaybettiği olaylarla bağlantısı olduğu için iki defa tutuklanması ve ardından 4 milyon 150 bin dolarlık bir kefaletle serbest bırakılmasında da Rusya'nın rolü olduğuna işaret ediliyor. Rusya'nın bu sürece ön ayak olduğuna dair bazı iddiaların gündeme gelmiş olması da bu ilişkiye dair soru işaretlerini artırıyor. Koçaryan'ın daha önce anayasal düzeni ihlal ve rüşvet suçlamalarıyla gündeme taşınmış olması da Ermenistan'da liderlere dair siyasi çalkantıların ve yolsuzluğun önemli göstergelerinden oldu.
Koçaryan'ın yanı sıra eski Başbakan Vazgen Manukyan'ın da ordunun yayınladığı bildiriye destek vermesi, bu iki ismin Paşinyan'ın yerine aday olabilecek isimler arasında yer alabileceklerini gösteriyor. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise mevcut Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan'ın gelişmeler karşısında izlediği tavrı oldu. Cumhurbaşkanı'nın Genelkurmay Başkanı Onik Gasparyan'ı görevden almayı reddetmiş olması, kendisinin Paşinyan'la aynı fikirde olmadığını göstermesi açısından önemli. Cumhurbaşkanı Sarkisyan'ın konuyla ilgili Vatan Kurtuluş Hareketi'nin liderleriyle bir görüşme yaptığı da biliniyor. Ayrıca bazı Ermeni diplomatlarının önümüzdeki günlerde Paşinyan'ın istifasını isteyeceklerine dair bazı bilgiler de Ermeni basınında yer almaya başladı.
Yaşananlardan hareketle, Rusya'nın daha önce Petrosyan döneminde olduğu gibi, Rus yanlısı bir politika izlemeyen bir başbakanı görevde tutmayacağı anlaşılıyor. Fakat burada asıl önemli olan Batı'nın ya da Batılı devletlerin Rusya'nın bu girişimi karşısında nasıl bir tavır takınacağı. Paşinyan'ın darbe girişimi sonrası Ermeni halkını sokaklara çağırması, kendisinin de eşi ve çocuklarıyla birlikte, elinde megafon olduğu halde taraftarlarıyla Cumhuriyet meydanında yürümesi, kısmen de olsa bir karşılık bulmuşa benziyor. Buna karşın muhalif grupta yer alan ordu ve muhalefet temsilcilerinin de benzer bir şekilde Özgürlük meydanında sokaklara dökülmeleri, gerginliğin devam edeceğinin işaretini veriyor. Her ne kadar Paşinyan taraftarlarına oranla ordu ve muhalif kanattakiler daha az sayıda olsalar da, bu gergin gidişatın ne yöne evrileceği şimdilik merak konusu.
Paşinyan göreve geldiği günden bu yana yolsuzlukla mücadele davalarıyla adından sıkça söz ettiren bir lider oldu. Bu nedenle Paşinyan'ın yolsuzlukla mücadele konusunda attığı adımların da ordu içinde birtakım rahatsızlıklara neden olduğu biliniyor. Bu süreçte ordunun muhtıra konusunda tek başına bir adım atmış olması pek muhtemel görünmüyor. Bu nedenle, nasıl ki ABD Ermenistan'da Paşinyan'ın göreve gelmesinde etkin olduysa, benzer şekilde ABD'nin onayı olmadan Paşinyan'ın görevden alınmasının pek de mümkün olmayacağı söylenebilir. ABD'nin Erivan'daki gelişmelerle ilgili olarak yaptığı “Ordu kendi işini yapmalıdır” açıklaması Paşinyan'ı desteklediğini düşündürürken Avrupa Birliği (AB) taraflara sükûnet çağrısında bulunmakla yetindi; NATO ise “Siyasi farklılıklar barışçıl yollarla ve Ermenistan anayasasına uygun bir şekilde demokrasi yoluyla çözülmelidir” ifadeleriyle demokrasi çağrısında bulundu. Buna karşın Rusya'nın ise zaten göreve geldiği ilk günden itibaren pek de sıcak bakmadığı Paşinyan'ı “Ermenistan'ın kendi iç meselesi” ifadeleriyle gözden çıkardığını söylemek mümkün. Fakat sayısı kısmen azalmış olsa da Paşinyan'ın arkasında hâlâ ciddi bir halk desteğinin olduğu da unutulmamalı.
Bu gelişmeler ışığında, Ermenistan'da yaşananların önümüzdeki günlerde üç yöne doğru evrilebileceğini söylemek mümkün: Erken seçime gitme ihtimali, Paşinyan'ın istifası (ki bu adım ülkeyi daha da zor bir duruma sürükleyecektir), ordu ve muhalefetin uzlaştığı bir liderin Rusya'nın da onayıyla göreve getirilmesi. Bu son ihtimal her halükârda Rusya'nın yararına bir gelişme olacaktır. Öte yandan Türkiye'nin “Dünyanın neresinde olursa olsun darbe ya da darbe girişimlerine karşıyız” yönündeki açıklamaları ise oldukça önemli. Türkiye bu açıklamayla bölgede huzur ve istikrar istediğini bir kez daha ortaya koydu. Nitekim Dağlık Karabağ savaşının ardından imzalanan antlaşma sonrası Türkiye-Ermenistan sınırlarının açılması konusunun dahi gündeme geldiği bir noktada, ülkenin yeniden kaosun içine sürüklenmesi, tüm bölge ülkeleri açısından olduğu gibi Türkiye'nin de istemeyeceği bir gelişme olacaktır. Ayrıca Türkiye'nin bu ilkesel duruşunda, kendisinin daha önce yaşamış olduğu darbe girişimlerinin de önemli bir etkisi bulunuyor. Bu nedenle, bölgede uzun bir tarihi ve kültürel geçmişe sahip olan bir ülke olarak Türkiye'nin Güney Kafkasya ve tüm Kafkaslarda barış, huzur ve istikrarı öncelediğini bir kez daha belirtmek gerekir. Türkiye'nin tüm yaşananlara rağmen Ermenistan'a barış elini uzatması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye ayrıca Orta Asya, Hazar ve Kafkasya bölgesinde, başta enerji ve ticaret olmak üzere, tüm yatırımların sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesi ve Nahçıvan üzerinden Türk cumhuriyetleri ile kuracağı karasal bağ gibi hususlar nedeniyle bölgenin istikrarına öncelik veriyor. Türkiye Dağlık Karabağ'da imzalanan antlaşmanın hayata geçirilmesi açısından, Ermenistan'da istikrarı ve dolayısıyla demokratik yöntemlerle iktidara gelen Paşinyan yönetiminin yanında dururken bu destek Ermenistan'da maalesef “Türk Paşinyan'a engel olun” çağrılarıyla karşılık buluyor. Ermenistan'da bir grup muhalifin, Dağlık Karabağ'da imzaladığı antlaşma nedeniyle Paşinyan'ı “Türk yanlısı veya Türk dostu” olmakla suçladığı da malum.
Sonuç olarak, Ermenistan'da yaşanan sorunları, daha büyük kanlı bir iç çatışmaya dönüşmeden, erken seçimle çözüme kavuşturmak doğru bir adım olabilir. Bu yol ülkedeki tansiyonu bir nebze de olsa düşürecek yegâne adım olacaktır. Olayların bu şekilde devam etmesi ve sürecin kanlı bir eyleme dönüşmesi durumunda, bu istikrarsızlığın başta Ermenistan halkı olmak üzere tüm bölge üzerinde olumsuz etkileri olacaktır. Nitekim halihazırda Dağlık Karabağ savaşı sonunda Ermenistan'la yapılan antlaşmanın bazı maddelerini kabul etmediklerinin ve bunu değiştirmek için bazı adımlar atılabileceklerinin işaretlerini veren muhalif bir grubun da bu süreçte aktif bir rol üstlendiği unutulmamalı. Bu konuda özellikle Dışişleri Bakanı Ara Ayvazyan'ın, Dağlık Karabağ'ın statüsünün açıklığa kavuşturulması gerektiğine dair yaptığı açıklamalar da düşündürücü. Ayrıca son günlerde Ermeni diasporasında (özellikle ABD'deki diaspora yapıları arasında), Dağlık Karabağ savaşının ardından Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde ciddi bir yakınlaşma olduğu ve buna karşın Biden döneminin bir fırsat olarak doğduğu kanısı baskın. ABD-Ermenistan ilişkilerinin bu süreçte daha da güçlendirilmesi gerektiği ve bu konuda diasporada Ermeni diplomatlarının aktif bir politika izlemeleri gerektiği yönünde bir algının bu çevrelerde hâkim olduğu da göz önünde bulundurulmalı.
[Doç. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Kafkasya Çalışmaları Anabilim Dalı öğretim üyesidir]