Şehit bebekleri konuşurken iş nasıl oldu da, Filistinli grupların elindeki füzelerin menzillerine geldi/getirildi, selam durmak lazım…
Daha önce füzelerin menzili 40 km'imiş de, şimdi 100-160 km'ye ulaşmış! Yani Tel Aviv'i vuruyormuş. Üstelik bu gruplar diyorlarmış ki, “yeni silahlarımızı daha göstermedik”…
Bu menzil kestirmeler üzerinden yapılan zımnî/sinsi söylemlerin adım sonrası, “Müslümanlar İsrail'e saldırıyor”dur…
Çıkıp canlı yayında birbirleriyle paslaşarak bu golleri atıyorlar, nihayet vicdan sahibi bir akademisyen, “pardon, burada insanlık suçu işleniyor” deyince de yelkenler saniyesinde iniyor.
“Aman efendim biz gazeteci olarak bölgede bulunduk, acıları paylaştık”… O zaman füzeleri ne söylüyorsun, acıları söylesene! Öbürü de diyor ki, “tabii başta İsrail suçlu demedik, hep söylediğimiz için” falan…
Kimsenin de aklına, diline gelmiyor ki, madem silah konuşuyoruz.. İsrail'in elindeki ‘illegal' nükleer füzeler kaç fersahlıktır?..
İkinci şirazesinden çıkarma, sulandırma mevzuu da, İsrail'in iç çekişmeleri; seçimler tutmadı belki tazesi tamam, Netanyahu'nun rezillikleri tamam, bakalım yeni iktidara geleceklerle daha iyi ilişki imkânı olur mu, tamam…
Tamam da…
Bunlardan kime ne? Bize ne? Yeri gelir, konuşulur, yazılır ama şu an Tel Aviv'i didik didik ekranlara taşımak ‘perde indiriyor' gözlere. Kapandır…
Mescid-i Aksa düşmek üzereyken, masumlar ölürken bu konuların saatlerce konuşturulmasından murad ne? Ha, illâ ‘İsrail içi' konuşacaksanız, ‘savaşı' konuşun!
Beteri de var; Dışişleri Bakanı dedi ya, “Ümmet bizden ileri adım bekliyor”. Köşeler diziliyor; “hangi ümmet bizden ileri adım bekliyor, ümmet mi kaldı” diye…
“Müslümanlığa bağlı olan, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yolundan giden Müslümanların tümü” diye sözlük anlamı döşeyip, ‘sözlükte kaldı bu, gerçekte böyle bir ümmet mi var” diye yazabiliyorlar…
Ümmetten, yüz milyonlarca Müslümanı değil, başlarındaki kuklalar konseyini anlayanlar için normal bu yorumlar. Zannediyorlar ki, İsrail'in yaptıklarını, destekleyen ülkelerin rezilliklerini görmüyor kimse. Ve Türkiye'yi de görüyorlar!
Gazeteci, akademisyen, şu, bu, kim diyorsa ki, “İsrail'e ‘durdur artık bu vahşeti' diyelim ama “Filistin'e de, ‘sen de durdur artık İsrail şehirlerine füze fırlatmayı”, ne yafta yapıştırsanız alınlarına yeridir.
İşte bizi de bu kâğıt kesiklerini, kıymıkları ayıklamakla boğuşturup, ‘İsrail nasıl durdurulacak' sorusundan uzaklaştırırlar.
Üç iş var yapılması gereken…
Bir, “İsrail'in eylemlerinden uluslararası alanda sorumlu tutulmasını sağlamak”…
İki, “İsrail'e güçlü ve caydırıcı bir ders, mesaj vermek. Filistinli sivillerin korunması için bölgeye uluslararası koruma gücü gönderilmesi üzerinde çalışmak”. BM Genel Kurulu denenmelidir, Avrupa dahi sürpriz yapabilir.
Üç, Türkiye özelinde ise İsrail'in Filistin-Kudüs'e yönelik saldırılarının, dört ülkeyi parçalayan “terör koridoru” inşasının da parçası olduğunu, ikisinin aynı plan olduğunun eksiksiz anlaşılması. Her adımın bundan vazgeçmeyeceklerini bilerek atılması refleksinin yerleşmesi.
Bunların dışında carî/yerleşik şartlar, herhangi bir güç veya ülkeler birliğinin İsrail'i durdurma potansiyelini desteklemiyor! O potansiyelin dermanını kesen de on yıllardır İsrail-ABD planlarıdır.
Peki hangi yolla yapılabilir?..
Yoğun/aktif diplomasi ve çok taraflı temaslar ile her alanda basınç artırmak yöntemdir, amaçları besleyici güç üretir. Bu yapılıyor.
Ancak asıl mesele, bölgenin yeni konjonktürünü uluslararası camianın üzerine, oradan da yükselerek İsrail'e yıkmaktır…
Avantaj üretebilecek kaygan zemin şudur…
Kafkasya'dan Batı Asya ve Körfez üzerine, Ortadoğu'ya doğru göçen ama en çok İran'a binen çatı. İran nükleer anlaşmasının tazelenmesi, Tahran'ın bölgede öne çıkması, S.Arabistan liderliğinde, Katar aracılığıyla Körfez-Tahran yakınlaşması, İran ile BAE arasında beş yıl sonra gerçekleşecek görüşme, Türkiye-Mısır ilişkilerindeki ivmelenme, Türkiye-S. Arabistan ilişkilerindeki yakınlaşma, S.Arabistan-Suriye arasında temaslar. Irak'ta NATO inşa çalışmaları, Ürdün'de iç çalkantılar, Doğu Türkistan-Afganistan-Pakistan koridorundan bölgeye akacak Çin gerçeği. Tüm bunların üzerine de, ABD'nin bölgede azalmasıyla ortaya çıkan katalizör sos…
Hepsi Amerika'nın beklentilerine uygun gelişmeler mi?..
Amerika tabloyu takip ediyor ama… Bir tarafı on yıllardır kendisine bağlı/bağımlı, diğer tarafı on yıllardır ‘düşman' ülkeler arasındaki gelişmelerdir. Bu karışımın kimyasını şu an kontrol edemiyor.
Türkiye-Mısır-İran-S. Arabistan ‘Büyük Ortadoğu'nun kilit taşları ise ortak düşünceyi bulmak gerekiyor; bu fikir Amerika'ya, niyetlerine güvensizlik ise kıyıcı bir denklemin kâğıt üzerinde mevcudiyetini düşünebiliriz. Bölgedeki sorunların Amerikan etkisi dışında, mekânın sahipleri tarafından çözülebileceğine ilişkin hissiyat gerçek bir siyasi iklim yaratabilir mi?..
Bunun için adı geçen ülkelerin sığ çıkarlarından öte bir harita üzerinde anlaşabilecekleri tezini/temennisini doğrulamak gerekiyor.
Batı Asya, ABD'nin gözden çıkarabileceği bir sur değil. Gedik, Çin'in Akdeniz'e akması demek. Biden sonunda Trumplaşarak -ki İsrail'i arkalayan duruşu budur- sahaya dönebilir. İsrail, ne pahasına olursa olsun ABD'nin Körfez'deki ağırlığını korumasını sağlayacaktır.
Mesele şu ki, Batı Asya sadece silah ihracatı, petrol, terörizmle ilgili değil, Asya Yüzyılı ile kesişen hayatî bir bölge. Doların dünya üstünlüğünün sorgulanabileceği yer de burasıdır.
Ortadoğu ve Batı Asya'da bölge dışı ülkelerin itilmesi adına bir diklenme organizasyonu için şartlar müsait.
Ama korkular ve karakterler değil…