New York Journal gazetesinin sahibi William Randolph Hearst telgraf çektiği muhabirine “Sen fotoğrafı çek, savaşı ben çıkarırım” diyordu 19. yüzyılda. Gazetecilikte görüntünün veya göstergenin ne kadar önemli olduğunu anlatan en belirgin örneklerden biridir bu anlatı. Aslında işaret ettiği şey imgenin önemidir. İsrail'in bir taraftan Filistin'de katliam yaparken diğer taraftan medyaya yönelik saldırılarını üst seviyeye çıkarmasının arkasında da bu gerçeklik bulunuyor. İsrail işlediği savaş suçlarını, gerçekleştirdiği katliamları ne kadar saklayabilirse ve hakikati anlatan içeriklere ne kadar kurşun sıkılabilirse o oranda “haklı” kalabileceğine inanmış durumda. İsrail bu yüzden katliamlarıyla eş zamanlı şekilde medyayı susturmanın ve göstergelerin dolaşıma girmesini engellemenin peşinde. Bu doğrultuda pek çok örnek dünyanın gözü önünde cereyan etti. Hepsini tek tek saymak yerine, İsrail'in medyaya yönelik bu saldırgan tutumunu belirli bir strateji içerisinde yürüttüğünün altını çizmek ve bu bağlamda örneklere yer vermek yetecektir.
İletişim ve enformasyon akışının kesilmesi
İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği saldırılar pek çok açıdan tarihe kara bir leke olarak geçiyor. Bunların başında kuşkusuz sivil katliamı var. İkinci sırada, insanların asgari koşullarda bile olsa varlıklarını sürdürebilmeleri için ihtiyaçları olan su, elektrik ve gıda tedarikiyle ilgili her mekânın bombalanarak yok edilmesi yer alıyor. Tüm bunlar aynı zamanda savaş suçları bağlamında değerlendirilebilecek olgular. İsrail saldırılarında dikkati çeken bir diğer noktayı ise medya bağlamında izlenen strateji oluşturuyor.
İsrail'in bu doğrultuda üç ayaklı bir stratejiyi uyguladığı söylenebilir. Birinci ayak, Filistin'den ve bir açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze'den dünyaya herhangi bir şekilde haber akışı olmaması düzleminde şekillenmiş durumda. İsrail bu doğrultuda, ilk günden bu yana, gazetecilerin bölgeyi terk etmelerini sağlamak için ciddi bir şiddet ve saldırganlık politikası uyguluyor. Bu bağlamda, direnişçi-sivil-gazeteci ayrımı gözetmeksizin bombardıman yapıldı, kurşun sıkıldı ve plastik mermi kullanıldı. Sadece Anadolu Ajansı (AA) bölge editörü Turgut Alp Boyraz iki kez plastik mermiyle vuruldu ve yaralandı. Ayrıca İsrail'in abluka altındaki Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarında AA kameramanı Muhammed El-Alul ile foto muhabiri Mustafa Hassuna ve şoförleri yaralandı. İsrail benzeri şekilde TRT Arapça'nın Gazze'deki ofisini de bombaladı ve TRT Arapça muhabirleri bu saldırılarda ağır yaralandı.
AA ve TRT hedef gösterildi
Türkiye'nin iki küresel medya markası konumundaki TRT ve AA İsrail katliamlarını, işgalini ve masum sivillere yönelik saldırganlığını dünyaya en etkili şekilde duyuran medya kuruluşları konumunda. The Jerusalem Post gazetesinin 15 Mayıs'ta yer verdiği bir analizde AA ve TRT'yi hedef göstermesinin arkasında bu iki yayın kuruluşunun tek boyutlu İsrail yanlısı haberciliğin tekelini kırmış olması yer alıyor. [1] Medya-iktidar ilişkisi üzerine yapılan analizlerde genellikle medyanın gücünden değil, güçlünün medyasından bahsedilir. İsrail ve Siyonist Yahudiler küresel ilişkilerinden dolayı mutlak egemen güç olduklarına öylesine inandırılmış durumda ki TRT ve AA tarafından gazeteciliğin evrensel ilkeleri doğrultusunda yapılan hak temelli gazeteciliğin, egemen kurgularını bozmasına katlanamıyorlar. Analizde İran ile karşılaştırma yapılarak İran'ın değil Türkiye'nin hem geleneksel medyada hem de sosyal medyada Filistin'e sahip çıkmasına da değiniliyor.
Türkiye'nin son yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde uluslararası yayıncılığa yaptığı yatırımın bir sonucu olarak muhabir, teknik ekipman, yabancı dillerde yayın yapan mecraların artırılması ve buna koşut olarak haber ağının genişlemesi, belirleyici bir etki üretme kapasitesine ulaşmış durumda. Dünya medyasında, İsrail perspektifinin dışına çıkarak olaylara yaklaşabilen bazı medya kuruluşlarının haberlerinde genellikle AA logolu fotoğraf, görüntü ve haberlerin bulunması önemli bir detay. Bu durum AA'nın ve TRT'nin gazetecilik başarısına işaret ediyor.
Medyanın bombalanması
İsrail 15 Mayıs'ta medyayı susturma yönündeki saldırganlığını Gazze'de yer alan ve içinde ABD merkezli haber ajansı Associated Press (AP) ve Katar merkezli Al Jazeera televizyonunun bürolarının bulunduğu binayı bombalayarak devam ettirdi. Uluslararası yayın yapan iki medya kuruluşunun büroları dışında, 60 daireden oluşan bu binada, avukatlık ve doktorluk bürolarının yanı sıra Gazze'nin büyük bir kesimine internet imkânı sağlayan kuleler de yer alıyordu.
Al Jazeera muhabiri Linah Alsaafin Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, İsrail askerlerinin binanın sahibi Ebu Hüsam tarafından yapılan medya kuruluşlarının teknik ekipmanlarını tahliye etmesi isteğine dahi izin verilmediğini belirtmesi, İsrail'in temel korkusunun gerçeklerin dünya kamuoyuna aktarılması olduğunu ortaya koydu.
Dezenformasyon makinesi
İsrail'in medyaya yönelik ikinci stratejisini dezenformasyon bombardımanı oluşturuyor. Kendi kontrolü dışındaki medya kuruluşlarını ve bağımsız gazetecileri susturma, bölgeden uzaklaştırma, teknik imkânlarını bombalama ve doğrudan hedef alarak yok etme çabasına ek olarak İsrail dezenformasyon makinesini de çalıştırıyor. Aralarında Reuters, BBC, New York Times, The Guardian, CNN ve Agence France-Presse (AFP) gibi meşhur kuruluşların bulunduğu küresel yayın organlarının İsrail'in çıkarlarıyla uyumlu haberciliği artık net şekilde bilinen bir konu. İsrail'in işgalini ve katliamlarını görmeyen küresel medya organları içeriklerinin söylemini, problemin merkezine Filistinlileri koyarak kurguluyorlar. Alternatif medya kuruluşlarını takip etme imkânı olmayan bir Batılı açısından Filistin'de yaşananlar tam tersi şekilde algılanmakta. Yani Filistin'i işgalci-saldırgan, İsrail'i ise mazlum-mağdur ve saldırılara direnen bir yapı olarak resmediyorlar. Bu gerçekdışı anlatı haber metinlerine ve fotoğrafların açılarına öylesine işlenmiş ki bu kurgunun dışına çıkabilmek ciddi bir çabayı gerektiriyor. Bu yüzden içerik oluştururken kelimelere ve kavramlara stratejik şekilde yaklaşmak gerekiyor. Aksi takdirde küresel yayılım ağında, yerleşik haber ajanslarının ürettiği söylemin tekrarı ve üretilmiş gerçekliğinin çoğaltılması kaçınılmaz oluyor.
The Jerusalem Post gazetesinin 15 Mayıs'ta AA ve TRT üzerinden Türkiye'yi hedef alan bir analize yer vermesinin arka planında, bu üretilmiş gerçekliğin ve alışılmış medya düzeninin dışına çıkılmış olması rol oynuyor. Filistin topraklarındaki işgali meşru göstermek üzerine kurulu olan küresel medya düzeni tarafından üretilen içerikler yerine hakikati dünyaya haykıran objektif bir gazetecilikle karşılaşmak The Jerusalem Post ekibinin kafasını ciddi şekilde karıştırmış görünüyor. Halbuki gerçek tam yanlarında; işgalci gözlüklerini bir kez çıkarıp bakabilseler, Filistin hakikatini kendileri de görebilecekler.
Sosyal medya şirketleri
Üçüncü boyutu ise sosyal medya şirketleri oluşturuyor. İsrail küresel bağlantıları ve Siyonist lobileri aracılığıyla kendisi aleyhine sosyal medyada yer alan içeriklerin dolaşımını engelleme konusunda bu şirketlerle işbirliği içinde. İsrail'in işlediği suçları ve cinayetleri gösteren pek çok yazı ve görsel, sosyal medya şirketleri tarafından dolaşımdan kaldırıldı. İsrail'in katliamlarına yer veren hesapların etkileşim özellikleri sınırlandırıldı veya bazı hesaplar kapatıldı. Bu bağlamda, sosyal medya şirketleri ile İsrail arasındaki yakın temasın bundan sonra daha fazla konuşulacağı muhakkak. Özellikle İngilizce yapılan paylaşımlara yönelik kısıtlamalar ve bot saldırıları, İsrail ile sosyal medya şirketleri arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından dikkat çekiyor. Kuşkusuz sosyal medya şirketlerinin sahipleri ile İsrail ve Siyonistler arasındaki ilişkiler bağlamında bu analiz geliştirilebilir.
Sonuçta İsrail, iletişim akışının kesilmesiyle, Filistin topraklarında yaptığı katliamların ve işlediği suçların dünya kamuoyu tarafından öğrenilmesini engellemenin peşinde. Bu yüzden özgür ve bağımsız medyayı susturabilmek için elinden geleni yapıyor.
[1] https://www.jpost.com/middle-east/turkeys-media-radicalizes-anti-israel-voices-analysis-66821
AA