ANALİZ: Siyonizm-Nazizm ilişkisi ve Batı sömürgeciliği
Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, “Nazizmin 21. yüzyıldaki muadili: Siyonizm” başlıklı makalesinde, Siyonizm ve Batı sömürgeciliği-Siyonizm-Nazizm ilişkisi ekseninde İsrail’in kuruluşundan bu yana gelişen süreci değerlendirdi. Aksoy'un analizinden öne çıkan paragraflar...

Oluşturma Tarihi: 2021-05-15 14:07:03

Güncelleme Tarihi: 2021-05-15 14:07:03

Siyonist İsrail'in Filistin'de giriştiği vahşet, Yahudilerin gerçek katillerinden çok şey öğrendiğini ortaya koymaktadır. İsrail geçmişte sömürgeciliğin bir aracı olarak işlev görürken günümüzde ise faşizmin ve hatta Nazizmin bir muadili pozisyonundadır. Nazilerin ırk kavramını önceleyerek Tötonların ari ırk olduklarını benimsemeleri gibi Siyonistler de ari ırkın Yahudiler olduğunu ileri sürmüştür. Tıpkı Nazi Almanya'sını motive eden Lebensraum yaklaşımı gibi İsrail de uluslararası hukuku hiçe sayarak Filistin topraklarını işgal etmiştir. Nazi Almanya'sının Yahudi halkını gettolara sürmesi gibi İsrail de Filistinli yerleşimcileri evlerinden koparmış ve Gazze'yi Filistinliler için modern bir gettoya dönüştürmüştür.

Filistin-İsrail ihtilafı sui generis bir nitelik arz etmektedir ve bu durum Ortadoğu'da kalıcı bir barıştan ziyade konjonktürel olarak gündeme gelen barış süreçlerinden bahsedilebileceği iddiasını güçlendirmektedir. Çünkü herhangi bir krizde ayrı ayrı etkide bulunabilecek olan dört bileşen Filistin-İsrail ihtilafında aynı anda su yüzüne çıkmaktadır: İki halkın birbiriyle tamamen örtüşen aynı coğrafya üzerinde siyasi egemenlik iddiasında bulunması, Kudüs'ün statüsü, yerlerinden edilen Filistinli göçmenler ve onların yerine konulan Yahudi yerleşimciler.

Dört bileşenin etkisi

Günümüzde ortaya çıkan Filistin-İsrail çatışmasının iç yüzü de bu dört bileşenin yine aynı andaki etkisiyle ilgilidir. Bu kapsamda İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa Camii'nde ibadet eden Filistinlilere saldırması olarak ortaya çıkan krizi biraz daha detaylandırmak gerekmektedir. Doğu Kudüs'ün hemen dışında ve bilindik adıyla Şam Kapısı'nın yakınında yer alan Şeyh Jarrah Mahallesi'nde birçok Filistinli bulunmaktadır. Bilindiği üzere Doğu Kudüs, 1967'de İsrail tarafından işgal edilmeden önce (1948 savaşından sonra) Ürdün'e tabi olmuştur.

Bu kapsamda Ürdün 1948 savaşı sebebiyle yerlerinden edilen Filistinliler için bu mahallede konut inşa etmiştir. Öyle ki Ürdün Dışişleri Bakanlığı ve döneme ait kira sözleşmelerine göre Şeyh Jarrah Mahallesi 1948 savaşıyla yerlerinden edilen 28 Filistinli aileye aittir. Ancak İsrail 1970'de 1948 savaşıyla yerlerinden edilen Yahudilerin Doğu Kudüs'teki mallarını-mülklerini geri alabileceklerini salık veren bir kanun çıkarmış ve bu kapsamda Yahudi yerleşimciler çeşitli mahkeme kararlarıyla söz konusu mahallede bulunan Filistinlilerin evlerine el koymak için baskı yapmaya başlamışlardır. 2020'nin başı itibariyle İsrail mahkemeleri 36 Filistinli aileyi evlerinden çıkmaya zorlamış ve bu aileleri tazminat veya alternatif barınma imkânları olmaksızın evsiz bırakmaya çalışmıştır.

Dolayısıyla Filistin nüfusunun 300 bini aştığı Doğu Kudüs'te 200 binden fazla Yahudi yerleşimcinin yaşaması dikkate alındığında; Şeyh Jarrah mahallesindeki Filistinli ailelere karşı açılan mülk davaları, İsrail'in 1967 savaşında işgal ettiği Doğu Kudüs'teki Yahudi yerleşimci sayısını artırma planının odak noktasında bulunmaktadır.

Yıldırma girişimleri

Yani İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa Camii'nde ibadet eden Filistinlilere mütemadiyen saldırması ve bu saldırılar sırasında fundamentalist Yahudilerin Kudüs Günü (Kudüs'ün İsrail tarafından 1967 Savaşı sonrasında işgal edilmesini konu alan İsrail milli bayramı) çerçevesinde kutlamalar yapması Doğu Kudüs'teki Filistinlileri yıldırmak amaçlı bir girişimdir. Görüldüğü üzere yukarıda vurgulanan dört bileşen günümüzdeki krizde aynı anda ortaya çıkmıştır: Bir mahalle özelinde ortaya çıkan egemenlik iddiaları, üç din tarafından da kutsal kabul edilen Kudüs'ün işgalci İsrail tarafından sahiplenilmeye çalışılması, yerlerinden edilen Filistinli göçmenler ve onların yerine uluslararası hukuka aykırı şekilde konulmaya çalışılan Yahudi yerleşimciler.

Öz bir şekilde ifade etmek gerekirse İsrail devletinin kurulması ve ardından ortaya çıkan Filistin-İsrail ihtilafı (ve tabi ki onun sui generis niteliğini oluşturan dört bileşen) bir sebep değil sonuçtur. Başka bir ifadeyle İsrail devletinin kurulması daha derinde yer alan bir sebebin yalnızca bir uğrağıdır. Bu kapsamda Siyonizmin önce sömürgecilik ile akabinde de Nazizm ile ilişkisini ortaya koymak gerekmektedir.

Siyonizm ve Batı sömürgeciliği

İlk olarak Siyonizm atalarının yaşadığı topraklarda ikamet eden bir ulusun köken, dil ve kültür birliği gibi doğal bir ulusal gelişim seyrine değil ülkeselliği aşan uluslararası bir fikre karşılık gelmektedir. Benzer şekilde ülke dışı toprakları dizayn etmek amacını güden Batı sömürgeciliği bu çerçevede Siyonizm ile aynı zemine oturmaktadır. Bununla birlikte her iki yaklaşımın da yönelimde bulunduğu alan ise Osmanlı Devleti'nin hâkimiyetinde bulunan İslam coğrafyasıdır. Siyonizm'in bu coğrafya nezdindeki amacı İsrail devletini kurmak iken Batı sömürgeciliğinin hedefi ise İslam dünyasının birliğini engellemek ve İslam coğrafyasının insan ile pazar kaynağını daha rahat yönetmektir.

İkinci olarak; Siyonizm ve Batı sömürgeciliği arasındaki ilişkinin açığa çıktığı bir diğer nokta ise Siyonist hareketin gelişiminde ve desteklenmesinde Yahudi karşıtı çevrelerin de desteğinin bulunmasıdır. Şüphesiz bu desteğin sebebi mikro ölçekte Siyonizm'in hedef aldığı bölgenin, makro ölçekte ise İslam dünyasının Batı sömürgeciliği nezdindeki tarihsel-stratejik pozisyonudur.

Bağımlılığın kökleşmesi

Chaim Weizmann (1874-1952)

Bu çerçevede Batı sömürgeciliği İslam birliği noktasındaki ihtimali ortadan kaldırmak için onun geri kalmışlığının ve bağımlılığının kökleşmesini hedeflemiştir. Bu sebeple Siyonizm ve İsrail devleti sömürgeci küresel çıkarlara yönelik "İslam tehdidine" verilen bir tepkidir. Üçüncü olarak Siyonizm ile Batı sömürgeciliği arasındaki bu araçsallık ilişkisi I. Dünya Savaşı sonrasında toplanan Paris Barış Konferansı'nda Siyonist Organizasyonun bu konferansa yönelik bildirisinde açığa çıkmaktadır. Öyle ki Dünya Siyonist Organizasyonu Başkanı Chaim Weizmann, Paris Barış Konferansı'nda Siyonistleri temsil etmek üzere bir komisyon kurmuştur. Bu çalışma komisyonu "Filistin konusunda Siyonist Organizasyonun Bildirisi" isimli belgeyi kaleme almıştır. Bu bildiri Yahudilerin Filistin'le olan tarihi bağları, Yahudilerin Ulusal Evlerini Filistin'de yeniden kurma hakları, Filistin'in sınırları, Filistin için İngiltere mandası talebi, Filistin'in kolonileştirilmesi ve Filistin'de Yahudi kurumu oluşturulması başlıklarını içermektedir. Siyonist bildiride, Filistin'in sınırları belirlendikten sonra bölgeyi yönetmek üzere dönemin güçlü sömürgeci devleti olan İngiltere'nin görevlendirilmesi talep edilmiştir. Siyonistler, İngiltere'nin Filistin'de yönetici güç seçilmesini Siyonizm ile yakın ilişkisine dayandırmışlar ve tarihi süreçte yaşanan birçok olayda İngiltere'nin Yahudilere sahip çıktığını kanıt olarak göstermişlerdir. Dördüncü olarak Siyonistlerin Avrupa'daki "Yahudi sorununa" önerdikleri çözüm, Avrupa ülkelerince de benimsenmiştir. Yahudi sorununun bu toplumun Avrupa içinde eritilmesiyle halledilmeyeceğini düşünen bazı Batılı devletler, bu sorunun ancak Yahudileri ülkelerinden "ihraç" etmekle çözülebileceğini düşünmeye başlamışlardır. Bu sebeple Batılı sömürgeci güçler Siyonistlerin Filistin'de "koloni" kurma çabalarını desteklemişlerdir.

Siyonizm-Nazizm ilişkisi

İlk olarak Siyonizmin modern ırkçılığın muadili olarak görmek mümkündür. Zira Nazilerin ırk kavramını önceleyerek Tötonların ari ve üstün ırk olduklarını benimsemeleri gibi Siyonistler de ari ırkın Yahudiler olduğunu ileri sürmüşlerdir. İkinci olarak İsrail Parlamentosu'nun onay verdiği bazı kanunlar Hitler'in ırkçı yasalarını anımsatmaktan öte yansıtmaktadır. Örneğin İsrail Parlamentosu'nun 1970'de çıkardığı bir kanuna göre Yahudi anadan doğmuş olanlar ya da Yahudiliği kabul edenler hukuki olarak Yahudi kabul edilmektedirler. Bir başka deyişle İsrail devletinde ari olarak Yahudi olan ve olmayan ayrımı bulunmaktadır. Üçüncü olarak tıpkı Nazi Almanya'sını motive eden Lebensraum (Hayat sahası) yaklaşımı gibi Siyonist İsrail Devleti de uluslararası hukuku hiçe sayarak ve adım adım Filistin topraklarını işgal etmiştir. Dördüncü olarak Nazi Almanya'sının Yahudi halkını yaşadıkları yerlerden kopararak onları insafsızca gettolara sürmesi gibi Siyonist İsrail devleti de Filistinli yerleşimcileri evlerinden koparmış ve örneğin Gazze Şeridi'ni Filistinliler için modern bir gettoya dönüştürmüştür. Beşinci olarak II. Dünya Savaşı sonrasında Nazi savaş suçlarını inceleyen Nürnberg Mahkemeleri özelinde düşünüldüğünde Siyonist İsrail Devleti'nin savaş suçları ile Nazi Almanya'sının savaş suçları ciddi benzerlik göstermektedir.

Altıncı olarak Nazi Almanya'sının insanlık dışı faaliyetleriyle anti-semitizmin öne çıkması Siyonizm ve Siyonistler çerçevesinde bir kazanç olarak görülmüştür. Zira Siyonistler nezdinde anti-semitizmin bu zaferi Yahudi halkının diğer devletlerin halklarıyla bütünleşik olmalarını savunan Batılı Yahudi aydınların fikirlerinin kaybetmesi olarak görülmüştür. Siyonizm ile faşizm ve Nazizm arasındaki ilişkiyi daha spesifik olarak örneklendirmek gerekirse Siyonistler faşistlerle olan ilk temaslarını 1934 yılında Dünya Yahudi Kongresi ve Dünya Siyonist Örgütü başkanlığı yapan Naum Goldman sayesinde gerçekleştirmişlerdir. Öyle ki Mussolini ile görüşen Goldman Mussolini'den Dünya Yahudi Kongresi'ni destekleme sözü almıştır. Benzer şekilde Nazilerin Yahudiler üzerindeki baskısının artmasının Siyonizme olan desteği arttırdığını fark eden Siyonistlerin birkaçı da Nazilerin uyguladığı Yahudi soykırımından sorumlu tutulmuştur.

Bunlardan en meşhur örnek ise Varşovalı direnişçiler tarafından savaş sonrasında kurşuna dizilen Dr. Nossig'tir. İddiaya göre bir Alman Yahudisi olan Nossig yaşlı Yahudilerin öldürülmesi konusunda Nazilere öneride bulunmuştur. Nazizm ile Siyonizmin II. Dünya Savaşı esnasındaki işbirliği konusundaki örnekleri özellikle Türkkaya Ataöv'ün Siyonizm ile ilgili çalışmaları ile arttırmak mümkündür. Zira bu çalışmalarda Ataöv; o dönemde (1940) İngiltere'nin Filistin'e Yahudi göçünü sınırlayan uygulamaları karşısında Yahudi terör örgütü Haganah'ın bu sınırlandırmanın kaldırılması noktasında uluslararası destek sağlamak için Hayfa Limanı'nda Yahudi yerleşimcileri taşıyan gemiyi sabotajla batırdığını belirtmektedir. Yine Ataöv'e göre Sovyet cephesinde askeri ulaştırma aracı noktasında sorun yaşayan Nazi Almanya'sı 1944 yılında Eichmann vasıtasıyla Macar Siyonistlerle irtibat kurmuş ve Weizmann'ın onay vermesiyle 10 bin askeri kamyon Nazi Almanya'sına verilmiştir.

Dolayısıyla yazının başlığını ve içeriğini oluşturan sava geri dönmek gerekirse –Yahudi halkı ayrı tutularak- Siyonizm ve onun temelini oluşturduğu İsrail devleti geçmişte sömürgeciliğin bir aracı olarak işlev görürken günümüzde ise faşizmin ve hatta Nazizmin bir muadili pozisyonundadır. Dolayısıyla Siyonizmin Nazilerin Yahudilere karşı giriştiği insanlık dışı soykırım eylemlerinde bile Siyonist düşünceye desteğin ve Filistin'e Yahudi göçünün artacağı umuduyla patolojik bir tavır takındığı düşünüldüğünde; Netenyahu'nun İsrail'deki politik pozisyonunu güçlendirmek ve başbakanlığı kaybetmesi durumunda rüşvet davalarının muhatabı olmaktan kurtulmak için Siyonist saldırıyı başlatması anlaşılır hale gelmektedir. Bununla birlikte Siyonizmin ve İsrail devletinin sömürgecilik nezdindeki araçsalcı rolü günümüzde Filistin halkının –Türkiye gibi birkaç ülke dışında- neden dünyanın gözleri önünde tepki görmeden devlet terörünün muhatabı olduğunun da cevabını barındırmaktadır. Son olarak Siyonist İsrail'in Filistin'de giriştiği vahşet Siyonizmin, Yahudilerin gerçek katillerinden çok şey öğrendiğini ortaya koymaktadır.

Star