ANALİZ: Son beş asrın en büyük olayı
Uluslararası ilişkiler yazarı Bercan Tutar, mevcut dünya sisteminde 'denge merkezi'nin Batı’dan Doğu’ya doğru kaydığını kaydederken söz konusu durumu “son beş asrın en büyük olayı” olarak niteledi

Oluşturma Tarihi: 2021-06-24 11:14:46

Güncelleme Tarihi: 2021-06-24 11:14:46

Son beş asrın en büyük olayı

Pax-Americana ile nitelenen Atlantik çağı artık sona eriyor. Bunun en büyük kanıtı da 10-16 Haziran tarihleri arasında Avrupa turuna çıkan ABD Başkanı Joe Biden'ın G-7, NATO ve AB üyesi ülkeler yanında Türk ve Rus liderlerle yaptığı kritik görüşmelerde istediği sonucu elde edememesidir.

78 yaşındaki Biden'ın altı günlük yoğun diplomasi maratonuna rağmen hiçbir ülke ABD'nin Pasifik'te kurmaya çalıştığı Çin karşıtı bölgesel ve küresel koalisyona açıkça destek vermedi.

ABD'nin bu hazin çabası tam da Alman filozof Friedrich Hegel'in beka kaygısı içindeki bir ülkenin çırpınışlarına dair anlattıklarını akla getiriyor. Alman filozof bir devletin dünya tarihi açısından önemini kaybedişini şöyle açıklar: "Kendini güçlü bir devlet veya devletler topluluğu içinde güvenceye almaya çalışır. Çeşitli olasılıklara zaman harcar ve birçok girişimde bulunur. Ancak en nihayetinde sahneden çekilir."

Bu akıbet, kendini Hegel'in kitaplarında tarif ettiği 'seçilmiş millet' olarak gören ABD için kuşkusuz trajik bir tablo.

Dahası bütün veriler kaostan beslenen Pax Americana sisteminin içinde bulunduğu krizin daha da derinleşeceğine işaret ediyor. Atlantik'teki bu çöküş manzarası aslında dünyanın geri kalanı için yeni ve daha iyi bir dönemin habercisi demek.

Zira son beş asırdır Batı, yerkürenin hemen her alanında hâkimiyet kurdu. Fakat bu hegemonya algısı ilginçtir son yirmi yılda dramatik şekilde değişti. Mesihçi Amerikan elitleri bile umutsuz.

Örneğin Harvard'da tarih dersleri veren Niall Ferguson, yeni milenyumun ilk on yılını 'Batı egemenliğinin küresel düzeyde sona erişinin başlangıcı' olarak görenlerden.

Son yıllarda büyük jeopolitik türbülanslardan geçen dünya her alanda tektonik bir güç değişimine tanık oluyor. Her türlü denge artık Batı'dan Doğu'ya doğru kayıyor.

Bu görüşler on-onbeş yıl önce marjinal kesimlerin fantezileri diye alaya alınıyordu. Oysa bugün en ciddi akademik çevreler bile artık ABD'nin hegemonik ölümü ile bu köklü güç değişimini itiraf ediyor. Haliyle Avrupa'nın yaşayan en büyük düşünürü sayılan Jürgen Habermas'ın "Kendi değerlerimizi üretemiyoruz!" diye ağıt yakması boşuna değil.

Bu bağlamda birçok Avrupalı ve Amerikalı stratejistin akıl hocası konumundaki Henry Kissinger, son yıllardaki yazılarında artık ABD'nin 'küresel sistemi' yerine 'dünya düzeninin krizi'ni anlatıyor. Fakat bahsettiği kriz aslında Batı'nın krizidir.

Ekonomik, siyasi, ahlaki ve demokratik ilkeleri çürüyen Batı hızla irtifa kaybediyor. Batı artık dünyaya sadece terör, iç savaş, darbe, insanlık suçu, ırkçılık, İslamofobya, Türkofobya, Rusofobya ile Sinofobya gibi her türlü siyasi, ekonomik ve kültürel kaos yayan bir merkeze dönüşmüş durumda.

Bu yüzden de ABD endeksli küresel masallar ve büyük anlatılar dönemi yavaş yavaş sona eriyor. Hibrit yani melez ve daha çoğul bir jeo-politika dönemine giriyor dünya.

Amerikan sonrası dünyada, kökü ırkçılığa kadar dayanan Kant'ın revize edilmiş kozmopolitanlığı yerine İbn-i Haldun'un 'asabiyesi' öne çıkıyor. Herkes köklerine dönerek yeniden büyüyor. Neo-Konfiçyüs Çin, neo-Osmanlı Türkiye ve neo- Sovyet Rusya bugün Batı'ya değil daha çok birbirlerine bakıyor.

Son beş asırdır ilk kez Batı'nın egemen olmadığı bir dünya ete kemiğe bürünmeye başladı. Sıkışan Batı ise yeni Trans-Pasifik ve Trans-Atlantik ittifaklar arayışı ile vaziyeti kurtarma telaşında. Fakat korkunun ecele faydası olmayacaktır.

Sabah (Fotoğraf: Financial Times)