Yasemin Devrimiyle Arap Baharı'nın ilham ülkesi olan ve Arap ülkeleri arasında şimdiye kadarki en başarılı demokrasi modeli sayılan Tunus'ta 25 Temmuz gecesi gerçekleşen sivil darbenin Türkiye'ye olası etkileri açısından da mercek altına alınmasında fayda var.
Zira ülkenin en büyük partisi Nahda ile Meclis Başkanı Raşid el-Gannuşi ve eski Cumhurbaşkanı Munsif el-Marzuki gibi Türkiye'ye yakın aktörleri hedef alan darbeyi küresel ve bölgesel dinamiklerden bağımsız bir ulusal mesele şeklinde okumak fazlaca safdillik olur.
Aslında birkaç aydır ağır çekim de olsa Fransa, BAE ve Suudi Arabistan'ın başrolünde oynadığı darbe hazırlıkları dikkat çekiyordu. Kuşku yok ki Türkiye düşmanlığında birleşen bu aktörlerin en büyük hedefi Tunus'taki darbeyle ülkemizi Akdeniz ve Kuzey Afrika'da frenlemektir.
Unutmayalım ki günümüzde olduğu gibi eskiden de Akdeniz'in kontrolü açısından Tunus, Libya, Cezayir ve Kıbrıs, Türkiye ile Avrupa arasındaki güç mücadelesinin en çetin sahalarından biriydi. Bu bağlamda Tunus'taki darbeyi, kısa dönem hedefi açısından BM ve Batı dünyasında alarma yol açan Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki dengeleri sarsan son Kıbrıs hamlesine bir misilleme olarak da görmek mümkün.
Uzun vadeli stratejik hesaplarda ise yine Libya başta olmak üzere Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'nun geleceğine dair planlamalarda ağırlığı giderek artan Türkiye'nin Tunus'taki yeni dizaynla durdurulması ihtiyacı öne çıkıyor.
Zira Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve yeni Kıbrıs hamleleriyle statükoyu sarsan Türkiye'ye karşı başını ABD ve AB'nin çektiği İsrail, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan'dan oluşan blokun son ve en önemli manevra alanı Tunus'tu.
Şu anki Türkiye'nin ilerleyişi tıpkı Osmanlı Devleti'nin Cezayir ve Trablusgarp'tan sonra (Libya) 1534'te Tunus'u fethederek Batı ve Orta Akdeniz'e tam anlamıyla yerleşmesi gibi Batı'da derin bir paniğe yol açmış durumda.
Çünkü Osmanlı Akdeniz'de verdiği mücadele ile hem Avrupa'ya karşı güvenli bir ticari alan oluşturuyor hem de siyasi, askerî ve coğrafî çıkarların örtüştüğü Kuzey Afrika topraklarının kapılarını aralıyordu. Osmanlı devleti için bu topraklar, İslam dünyasının Hıristiyan batıya karşı kalkan görevi gördüğü sınır noktalarıydı.
900 yıllık Endülüs Emevi Devleti'ni yıkan İspanya liderliğindeki Haçlılar, bir daha Müslümanların akınlarına maruz kalmamak için Kuzey Afrika'yı baştan sona işgal etmeyi planladı.
Osmanlı'nın direnişi olmasaydı Kuzey Afrika da kıtanın geri kalanı gibi sömürgeleşmişti. Osmanlı Batı'nın Müslüman Afrika'yı köleleştirmesini 1500'lerden 1900'lere kadar tam dört asır engelledi.
Eğer Osmanlı, 15'inci yüzyılda İspanya liderliğindeki Haçlıları durdurmasaydı Tunus başta olmak üzere Kuzey Afrika toprakları da bugün Latin Amerika gibi 'Katolik Hıristiyan' toprağı olurdu. Haliyle Libya ve Cezayir arasındaki Tunus eskiden olduğu gibi günümüzde de Kuzey Afrika ve Akdeniz'in hâkimiyeti için büyük bir önem taşıyor.
Türkiye'nin Libya ve Doğu Akdeniz'deki hamleleri bu kadim Haçlı refleksleri ve travmalarını yeniden harekete geçirmiş durumda. Dolayısıyla Türkiye'nin Libya'yı özgürleştirmesi Kuzey Afrika ve Akdeniz'deki emperyal hesapları da eskiden olduğu gibi yeniden altüst ediyor.
İşte bu nedenle Tunus'taki darbenin asıl hedeflerinden biri de Ümmet'in çelik çekirdeği Türkiye'nin durdurulmasıdır. Bu tarihi ve jeopolitik bilinçle gelişmelere yaklaşmalıyız. Aksi halde hem ceddimizin mücadelesini hem de geleceğimizi yine yüzüstü bırakırız.
Sabah