Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan "Türkiye'de İslam'ın geleceği tehlikede: Türkiye'nin bağımsızlık ve yol haritası sorunu" başlıklı yazısında kritik uyarılarda bulundu.
TÜRKİYE'Yİ HEDEF ALAN PROJE
Türkiye, iki asır önce, bir modernleşme tecrübesi yaşamaya sürüklendi: Osmanlı'daki modernleşme tecrübesi, Cumhuriyet'le birlikte “muasır medeniyetler seviyesi”ne çıkma hedefi ile belirlenen sığ bir Batılılaşma, kaskatı bir laikleşme dayatmasına dönüştü. Aslında ortada gerçek bir Batılılaşma tecrübesi olmadı hiçbir zaman. Yaşadığımız şey simülatif (sağ, sahte ve yüzeysel) bir Batılılaşma biçimiydi.
Bu projenin asıl hedefi, bizi İslâm'dan uzaklaştırmaktı. Türkiye, Batılılaşınca İslâmî yönünü ve yörüngesini yitirip yeni bir yöne ve yörüngeye kavuşmuş olmadı. Raydan çıkmış oldu. Benimsenin bir yönün ve yörüngenin gerçekten bir toplumun yönüne ve yörüngesine dönüşmesinin en temel, olmazsa olmaz tabiî şartı, ruhunun olması, ruh sunabilecek kadar asil bir fikir, oluş ve varoluş çilesi, mücadelesi üzerine bina ediliyor olmasıdır.
Türkiye'de böyle olmadı: Savaş verildi ama savaştan sonra bizim dünyamız yıkıldı, başka bir dünya da kurulamadı, laik rejimin teorisyen öncülerinden kadro hareketi'nin babası Şevket Süreyya Aydemir'in yerinde tarifiyle!
İSTİKLAL SAVAŞI'NI NİÇİN VERDİK BİZ?
Kime karşı İstiklal savaşı verdik biz? İlk bakışta, emperyalistlerin topraklarımızı işgal etmelerine izin vermemekti savaş. Savaştık. Emperyalistleri defettik.
Emperyalistleri defettik defetmesine ama emperyalistlere rahmet okutacak büyük kültürel cinayetlere imza atmaktan çekinmedik. Emperyalistlerle savaştık ama savaşı kazandıktan sonra içerde emperyalistlere rahmet okutacak başka bir savaş verildiğine tanık olduk bu toplumun tarihî tecrübesine, medeniyet birikimine, kültürel dinamiklerine, kısacası ruhuna karşı!
Biz dışarıda düşmanları yendik ama içeride birileri düşmanlarımıza rahmet okutacak kadar bizi yere serdi, bu ülkenin has insanını ipe gönderdi, insanlığın önünü açacak engin, derinlikli ve asırların çilesiyle oluşturulan kültürünü inkâr etti, gelecek nesilleri kültürel intiharın eşiğine sürükleyecek bir kültürel soykırım gerçekleştirdi: Bu toplumun ruh kökleri kurutuldu, değerleri unutturuldu, dili, tarihi hadım edildi, hepimizin üzerinde “yapıştırma bıyık” gibi duran posası çıkmış bir Batı kültürü, değerleri aşılandı hepimize, bizi İslâm'dan, kültürümüzden, değerlerimizden ve tarihimizden uzaklaştırılacak asimile edici, yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı, bizi Batılıların karikatürüne, celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştürücü bir endoktrinasyondan geçirildi bu ülkenin mazlum çocukları kaç kuşak…
İstiklal Savaşı'nda neyin savaşı verildi? Bu ülkenin bağımsızlığının, elbette ki. Ne bağımsızlığı, kimden bağımsızlık? Siyasî, kültürel ve ekonomik bağımsızlık. Emperyalistlerin ülkemizi işgal etmelerine, kültürümüzü yok etmelerine ve ekonomimizi peşkeş çekmelerine izin vermemek için emperyalistlere bağımsızlığımızı kaptırmadık. Güya.
Güya diyorum. Eğer emperyalistler bu toprakları işgal etmiş olsalardı, emperyalistlerin yapacaklarının hepsini biz bu ülkede bu ülkenin çocuklarına karşı kendi ellerimizle yaptık: İslâm'ı hayatımızın her alanını tanımlayan yegâne siyasî, kültürel ve sosyal otorite, hegemonya ve meşruiyet aktörü olmaktan çıkardık. Başka bir ifadeyle, İslâm'ı hayatımızın her alanından uzaklaştırdık resmen, cebren ve hileyle…
Sorulmayan ve cevabı verilmesi gereken yakıcı soru şu burada: Eğer emperyalistlerin işgal ettiklerinde yapacakları şeyleri biz kendimiz yapacak idiysek, emperyalistlerle niçin savaştık ki biz?
Bütün özgürlüğüne düşkün Türk entelijansiyası eninde sonunda bu soruyu soracak ve bu sorunun cevabının izini sürecek, gereğini belleyecek. Bu kadar net!
KÜLTÜREL VE ENTELEKTÜEL BAĞIMSIZLIK OLMADAN ASLÂ
Birileri, bu toplumun başta en parlak çocukları olmak üzere genç kuşaklarının neden celladına âşık edildiğini, neden Batılılara karşı istiklal savaşı verildiği halde Batılıların epistemik köleleri hâline getirildiğimizi, hatta Batılıların bizzat savaşmadan savaşı nasıl kazandıklarını soracaklar ve cevabını bulduklarında gereğini belleyecekler.
Bir ülkenin istiklali ve istikbali “teritoryal” (sadece toprağa dayalı) bağımsızlıkla sağlanabilir mi? Bir ülkenin bağımsızlığından sözettiğimiz zaman, siyasî, kültürel ve ekonomik bağımsızlığından sözetmiş oluruz. Kültürel bağımsızlık, bağımsızlığın en nirengi, en olmazsa olmaz noktası ve şartıdır. Kültürel bağımsızlığınızı yitirirseniz siyasî bağımsızlığınızı da, ekonomik bağımsızlığınızı da yitirmekten kurtulamazsınız.
Bir ülkenin kültürü, o ülkenin ruhudur. Adım adım hattı harekâtını belirleyen, ruhunu inşa eden zihin haritası, anlam haritası ve yol haritasıdır. Yol haritası olmayan, aslâ yola çıkamaz, çıksa bile aslâ mesafe alamaz, eninde sonunda yoldan çıkmaktan kurtulamaz.
Bu ülkenin çocukları, istiklal savaşında emperyalistlere kaşı canla başla savaştılar. Ama savaştan sonra ülkeye vaziyet edenler bu ülkenin kültürüyle, diliyle, tarihiyle, medeniyet dinamikleriyle, değerleriyle savaştılar.
Dışarıda biz emperyalistlerle savaştık. İçeride bizim yerli sömürgecilerimiz bizim değerlerimizle, anlam ve sembol haritalarımızla mücadele ettiler, İslâm'ı hayatımızdan uzaklaştırma kavgası verdiler.
İŞTE ÖZLÜ BİR YOL HARİTASI…
Türkiye'nin kendi ayakları üzerinde durduğunu, kendi kaderini kendisinin belirlediğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Türkiye'de “ipler” bu ülkenin has çocuklarının elinde değil.
Türkiye, dışarıdan dizayn ediliyor.
Hâlâ!
Türkiye'ye dışarıdan “don gömlek biçmeye” çalışıyorlar.
Hâlâ!
Türkiye, başına ne geldiğini ve nereye, nasıl gitmesi gerektiğini anlayabilmiş değil.
Hâlâ!
Son 20 yıl, Türkiye'nin Washington'dan, Londra'dan ve Brüksel'den bağımsızlaşma sürecidir. Savunma sanayiini inşa sürecidir.
Dışarıda mesafe kat ederek içeriye çeki düzen verme sürecinin, toplumun yeniden tarih yapacak bir medeniyet atılımını gerçekleştirecek tarihî yönüne ve yörüngesine yerleşme mücadelelerini hızlandıracağı umulur.
Aslâ ihmal edilmeden yapılması gereken hayatî işler, genç kuşağın medeniyet bilincine kavuşturulması, eğitim, kültür, sanat ve medya dünyamızın mankurlaştırıcı, yozlaştırıcı, geleceğimizi yok edici saldırılarına karşı kalıcı ve uzun soluklu tedbirlerin alınması, bunun için her alanda çaplı, başkalarına saygı duyan ve özgüveni yüksek bir öncü kuşağın yetiştirilmesidir.
Türkiye'nin önümüzdeki yakın gelecekte izleyeceği yol haritası bu olabilir.