Habertürk yazarı Oray Eğin'in iptal edilen 60. Antalya Film Festivali'nde yaşanan krizle ilgili değerlendirmesi...
ALTIN PORTAKALIN ASIL MAĞDURLARI
Altın Portakal her zaman Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ın kendilerine çiçekli karşılama yapan yerel halkı üstü açık otomobilden selamlamalarının ötesinde anlamı olmayan bir organizasyondu. Düzelebilirdi, uluslararası bir nitelik kazanabilirdi halbuki. Ama daha temelinde bir belediye etkinliği olmasından, ucu resmi bir makama dayanmasından dolayı bir çarpıklık var.
"BEYAZ TÜRKLER KAYBEDERLERSE..."
Ve şimdi tam da olması gerektiği gibi iptal edildi. Bir yanım bu iptalin kalıcı olmasından, Eski Türkiye'nin kalıntılarından biri olarak nostaljide yaşamasından yana. Buradan aldığım ‘schadenfreude' tatmini değil, Stockholm Sendromu'na da kapılmadım. Ve artık klişeleşen bu tespitlerden daha iyisini bekliyorum. Sadece artık Beyaz Türkler ellerinde kalan birkaç şeyi de kaybederlerse—İzmir, Çankaya, Beşiktaş belediyeleri vs. dahil—belki sonunda akıllanırlar diye umut ediyorum.
"ÖRGÜTÜN EZOTERİK YAPISI İÇİN GEREKLİ"
Sahip olduğumuz bazı gerçekler var: 15 Temmuz bu ülkenin yaşadığı yakın tarihli en büyük tehdit. Doğrudan hükümeti hedef aldığı için de onların bu travmayı algılamasıyla hükümet karşıtlarınınki ister istemez farklı.
Bildiğimiz bir gerçek daha var: 15 Temmuz'u devlet içinde yıllarca örgütlenen bir terör örgütü tarafından yapıldı. Bu örgütlemeye kimlerin müsaade ettiği de ayrıca tartışılabilir, ama sızıntı çok ayrıntılı ve göründüğünden daha karmaşık. Yıllara yayıldığı, kendini kamufle etmeyi iyi bildiği için de kazıması çok kolay değil.
15 Temmuz'dan beri yaşanan bir savaş aslında. Keşke olmasa ama her savaşın mağdurları ve kayıpları olur. KHK yüzünden işinden olan, hayatları altüst olan ve bir kısmı haklı mağduriyet yaşayanlar bu savaşın kurbanlarından bazıları. Gerçekten kimin mağdur olduğu, kimin haklı olarak neşteri yediği belki yıllarca anlaşılmayacak. Bu durum da maalesef birçok ailenin hayatının kararmasına, çaresizliğe düşmesine neden olacak. Ama örgütün ezoterik yapısı çökertmek için belki de böylesi ekstrem bir tedbir gerekiyor: Bir evi tahtakuruları basınca bütün mobilyaları yakmadan kurtulmak mümkün değil.
İSTANBUL FİLM FESTİVALİ REDDETMİŞ
Gazetecisinden sinemacısına her hikaye anlatıcısının bir görevi de sıradan insanın devlet karşısındaki mağduriyetinin sözcüsü olmak. Bu sayede belki kayıpların azalmasına katkımız olabilir. Bunun yeriyse devletin desteklediği ve belediyenin organize ettiği bir film festivali mi, emin değilim.
Öğrendiğim kadarıyla iki KHK mağdurunun hikayesi olan “Kanun Hükmü” adlı belgesel önce İstanbul Film Festivali'ne başvuruyor ama sinemasal niteliği çıtanın altında kaldığı için reddediliyor. Altın Portakal'ın organizatörleri filmin İstanbul Film Festivali seçkisine neden alınmadığının okumasını bile yapamıyor.
Film yapımcıları belki ana muhalefetin ifade özgürlüğünü garanti altına alacağını beklediler. Ben ise RTÜK'teki ana muhalefet temsilcilerini Netflix'te izlemedikleri bir filmin yasaklanması için oy kullanmalarıyla hatırlıyorum.
Belgesele konu olan KHK'lıların kim olduğunu bilmiyorum, örgütle bağlantılı mı yoksa gerçekten mağdurlar mı ondan da haberim yok. Ama bu konuda bir hassasiyet oluştuysa ve göz göre göre kriz tırmanacaksa buradan bir şövalyelik çıkarmanın ters tepeceği belliydi. Bu filmin çıkartılması onlarca başka filmin gösterilmesine vesile olacaksa kolaylıkla kurban edilebilirdi.
Bu gibi durumlarda artık “sansür” falan diye ortalığı ayağa kaldırmadan önce Türkiye'nin normal bir ülke olmadığı gerçeğiyle hareket etmemiz şart. Gerçi Türkiye 1977 yılında da normal değildi, 1994'te de ya da 2001'de de. Geçmişten bugüne değişense stratejik bir aklın eksikliği.
KRİZİ KİM TIRMANDIRDI
Aslında kriz tırmanmayabilirdi. Bakanlık bu filmin çıkarılmasını istedi, ardından uzlaşıyla film yeniden seçkiye alındı. Fakat tam da bu arada sosyal medyada terör örgütünün elemanları devreye girdi ve ortalığı Gezi zamanından çok da farksız olmayacak bir şekilde gaza getirdi. Muhalefetin bir kez daha bu krizi de yönetemediğini özellikle vurgulamam gerekmiyor herhalde.
Belgeselin özellikle ikinci kez seçkiye alınmasından sonra sosyal medyadaki hareketliliğe dikkat etmek gerek: FETÖ bir zafer kazanmış gibi gaza gelmiş, kendilerini ifade özgürlüğü savaşçısı sanan birtakım yarı-entelektüelleri de gaza getirmişti. Siyasetin açık tribün seviyesine indiği sosyal medyadaki dil rakip takıma gol atan avam taraftarın söyleminden farksızdı. Bir de tabii böyle ataklarla iktidarın gücünün iyice azaldığına, maçın 90 dakika dolmadan kazanılacağına dair oluşan zavallı yanılsama. Aynı metaforu uzattığım için özür dilerim ama sonunda maç iptal edildi, herhalde gücün kimde olduğu görülmüştür.
"ÜÇ TANE "LİKE" ALIP KENDİSİNİ KAHRAMAN İLAN EDEN ZAVALLILAR"
Stratejik akıl devreye girmiş olsa zaten baştan bu filmi seçkiye almaz, ama çıkmışsa da krizi sessizce aşar ve konuyu hiç büyütmeden festivali tamamlardı. Üstelik Kültür Bakanlığı uzlaşmış, bir anlamda geri adım atmışken. Bu aynı zamanda normalleşme, aynı sofrayı paylaşmak için de bir fırsattı.
Türkiye ise bu yönde ilerleyeceğine sosyal medyada üç tane ‘like' alan bir zavallının kendisini kahraman ilan ettiği kolay gaza gelenler ülkesine dönüştü. En abartılı davranan en fazla ‘like' aldığı için böyle bir ortamda diyalog mümkün olmuyor, her türlü mantık, sağduyu, uzlaşma çabası ve aklıselim bu gürültülü güruh tarafından bastırılıyor. Özellikle muhalif kesimin bu kadar kolay gaza gelmesi derinlemesine bilginin yok olması, okumuş kesimde baş gösteren yaygın cehalet ve kendini üstün görme hastalığıyla da ilintili.
Altın Portakal krizi stratejik aklın eksikliği yüzünden kaçan kaçıncı normalleşme fırsatı oldu. O da yandı bitti. Üzgünüm ama kundakçı da hep aynı yerden çıkıyor. Gerçekten çok sıkıldım.