Binali Yıldırım'dan kararsız seçmene çağrı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım kararsız seçmenlere seslendi ve 'Kararsızlık iyi bir şey değil, kararınızı verin' dedi. Yıldırım, 'Beni Binali Yıldırım yapan bu şehre borçlu olduğumu düşünüyorum ve bunu da beni belediye başkanı yaparsanız en güzel şekilde ödeyeceğim' ifadesini kullandı.

Oluşturma Tarihi: 2019-06-12 14:16:31

Güncelleme Tarihi: 2019-06-12 14:16:31

23 Haziran'da yenilenecek İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanlığı seçimi için AK Parti tarafından yeniden aday gösterilen Binali Yıldırım, Habertürk muhabiri Kübra Par'ın sorularını yanıtladı.

Mülakata eşi Semiha Yıldırım ile birlikte katılan Yıldırım, "Ne kadar Erzincanlı, ne kadar İstanbullusunuz?" şeklindeki soruya "Erzincan'da doğdum. Daha doğrusu orada küçük bir ayrıntı var. Erzincan Refahiye Kayı köyü, bizim köyümüz. Sivas-Erzincan sınırında. Sınırın öbür tarafında da arada beş kilometre var, Sivas tarafında kalan bizim bir başka köyümüz daha var. Orada da evlerimiz vardı. Orada doğmuşum. Ama çocukluğum ilkokulu bitirinceye kadar Kayı köyünde geçti. 1967'den itibaren, yani ilkokulu bitirdiğim yıldan beri İstanbulluyum. Yarım asırdan fazladır İstanbul'dayım. Yani kıyaslarsak İstanbulluluğum, Erzincanlılığımdan daha fazla" yanıtını verdi.
Sohbetin devamında Par'ın yönelttiği sorular ve Yıldırım'ın bunlara verdiği yanıtlar şöyle:

- Nasıl bir İstanbullu Binali Yıldırım?

11 yaşında İstanbul'a ayak basmış, köyünden çıkmış ilk defa İstanbul büyüklüğünde bir yere gelmiş bir çocuğun ruh halini düşünün. Gece yarısı, zifiri karanlıkta geldim Harem otogarına. Otobüsten indik, biraz yürüdük, ışıklı bir binaya girdik. İçeride herhalde geleceğimiz yer burası diye düşündüm. Biraz sonra hareket etmeye başladık. Acaba deprem mi oluyor diye düşündüm. Meğerse o arabalı vapurmuş! (Gülüyor) Karşıya geçtik, taksiye bindik, Tarlabaşı'na gidip yerleştik. Ben Tarlabaşı dediğimizde, bir tarla, tarlanın başında küçük bir ev, orada da dedemler, amcamlar var sanıyordum. Sabah gözümüzü açtığımızda daracık sokaklar, yüksek binalar, bambaşka bir dünya ile karşılaştım. Büyük bir şaşkınlık, muazzam bir ortam. Tabii o ortama ayak uydurman gerekiyor. Biraz da geç kalmıştık, okullar açılmış, dersler başlamış, iki hafta geçmiş. Okula gittim, saçım üç numara, köyden geldiği her halinden belli, sıkılgan, çekingen, sınıfın en arka sırasında oturan, sesi soluğu çıkmayan, şehir çocuklarının gelip laf attığı bir çocuk… Benim için kolay bir ortam değildi. Nitekim ilk karnemde 11 dersten 9'u zayıf geldi. Dedem okumamı istiyor, amcamların yanında kalıyorum, onların da çocukları var, imkânlar biraz kısıtlı, yer çok rahat değil. “Bu okumaz, köye gitsin” diye bir tartışma başladı. Dedemin tavrı netti, “Bu seneyi tamamlayacak, dönemin ortasında böyle bir şey yapmamız olmaz, bir şans daha tanıyalım” dedi. Ve ben dokuz zayıf varken doğrudan, bütünlemeye kalmadan geçtim. Ondan sonra da hep iyileşerek devam ettim.

- Bugün Tarlabaşı çoğunlukla yoksul kesimin yaşadığı bir bölge. Özellikle 90'lardan sonra orada bir dönüşüm yaşandı. Sizin yaşadığınız 60'larda Tarlabaşı nasıl bir mahalleydi, nasıl bir hayatınız vardı?

Üçte biri gayrimüslimlerden oluşuyordu. Sokağımızda ağırlıklı olarak Rumlar yaşıyordu. Çok güzel komşuluk ilişkilerimiz vardı. Birbirlerine hal hatır sorar, yemeklere davet ederlerdi. İnsanların hayalindeki eski İstanbul fotoğrafı o zamanlar bizim yaşadığımız İstanbul'da vardı. Farklı dinlere mensup kişilerin özel günlerini biz kutlardık, bizim özel günlerimizi de onlar kutlardı. Sürekli hal hatır sorulurdu. Yavaş yavaş bu tür şeyler azalmaya başladı. Dışarıdan gelenler çoğaldı, kozmopolit bir yapı oluştu. Şimdi Tarlabaşı çok bambaşka bir yer oldu.

- Aslında hikâyenizin büyük bir kısmı Beyoğlu'nda geçmiş. Tarlabaşı, İstiklal'e çok yakın. İlk gençlik yıllarınızda Taksim'le, Beyoğlu'yla, İstiklal Caddesi'yle ilişkiniz nasıldı?

Oraları sokak sokak bilirim. Yeşilçam Sokağı, Balo Sokağı, Bursa Sokağı, Sakızağacı Caddesi… Çok canlıdır oralar. Derslerden arta kalan zamanlarımızı orada geçirirdik.

- Emek Sineması'na gider miydiniz?

Tabii. Emek Sineması, Lale Sineması, Atlas Sineması. Ben o aralar İstiklal'de Son isimli bir gazete satıyordum. Gece çıkardı, havadisleri, son olayları yazardı.

- Ekonomik olarak destek olsun diye mi satardınız, yoksa o gazetenin çıkış sürecinde içinde miydiniz?

Destek olsun, harçlığım çıksın diye satardım. Çiçek Pasajı'na giderdim.

- “İstanbul trafiğini çözersem ben çözerim” demiştiniz. Nasıl çözeceksiniz?

Bunun için mucit ya da kâhin olmaya gerek yok. Ben bu ülkede 12 yıl ulaştırma bakanlığı yaptım. Yurdun her köşesinde, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her karış toprağında hizmetimiz var. 20 bin kilometre bölünmüş yol yaptık. Havalimanlarını 26'dan 57'ye çıkardık. Hızlı tren rüyasını gerçekleştirdik. Ülkeyi bir baştan bir başa internetle donattık. Bakın bugün her yerde internet var. Zaman değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor.

- Metrobüsün olduğu hatta raylı sistem yapacak mısınız?

Hayır, tam o hattın altına gelmiyor ama o güzergâhta var. Metrobüs Beylikdüzü'nde başlıyor, Sögütlüçeşme'de bitiyor. Yeni metro hatlarının çoğu bu güzergâha paralel.

- Metrobüsteki izdihamı kısa sürede çözecek bir vaadiniz var mı?

Teknoloji çok gelişti. Yakında akıllı ulaşım sistemleri, sürücüsüz araçlar devreye girecek. Üsküdar-Ümraniye metrosunda sürücü yok. Bu metrobüslere de uygulanacak. Metrobüs araçları aynı yolu kullanmak kaydı ile yüzde 50 yeni araçlarla donatılacak ve bu araçların sürücüsü olmayacak. Onlar birbirleriyle M To M (makineden makineye iletişim) ile iletişim kuracaklar. Duraklara gelme ve duraklardan ayrılma süreleri hep aynı olacak, dolayısıyla insan inisifiyatinde olan “Geç geldi, erken kalktı, orada yığılma var” meselesi ortadan kalkmış olacak.

- Metrobüs sayısı yüzde 50 artacak dediniz. Ne kadar süre biçiyorsunuz buna?

Bu iki yılda olacak bir şey.

- Çok kararsız seçmen olduğu konuşuluyor, sizce doğru mu?

Var ama çok değil. Son göstergeleri bilmiyorum ama yüzde 10'dan fazla değil. Onlar da bu 15 gün içinde kararlı hale geleceklerdir.

- O kararsızların AK Parti'ye küsen küskün seçmenlerin olduğu söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?

Buna katılmıyorum. AK Parti'de küskünlük olmaz. AK Parti'de zaman zaman sitem olabilir ama bu sitemlerin oy davranışına etkisi olmaz. Çünkü AK Parti uzun maraton koşucusudur. AK Parti'de bir bayrak yarışı vardır. Bayrağı verenler de, alanlar da koşmaya devam eder. AK Parti'nin böyle bir dava şuuru vardır.

- Kararsızlara Binali Yıldırım'ın çağrısı nedir?

Kararsızlık iyi bir şey değil, kararınızı verin. Adaylara bakın, geçmişine bakın, şimdiki haline bakın, vizyonuna bakın, kararınızı verin. Ben iddialı konuşuyorum, 16 yıl ülkemin her köşesine hizmet götürdüm, çok büyük hizmetlerim var. Dolayısıyla beni Binali Yıldırım yapan bu şehre borçlu olduğumu düşünüyorum ve bunu da beni belediye başkanı yaparsanız en güzel şekilde ödeyeceğim. Yaşamakta olduğumuz ekonomik sıkıntıların İstanbul'da en az şekilde hissedilmesi için canla başla çalışacağım.

Hem aile bütçelerine katkı sağlayacağım hem gençlerimizin geleceğine dair projeleri hayata geçireceğim hem de İstanbul'u yatırımcılarla daha çok buluşturarak İstanbul'un gelecek beş yılında 165 milyarlık yatırım yapılmasını sağlayacak projeleri hayata geçireceğim. Her yıl 100 bin 5 yılda 500 bin İstanbul'daki hemşerimize iş, aş imkânı sağlayacağız.

Ekrem İmamoğlu ile çıkacağınız canlı yayın için Uğur Dündar'a bir çağrınız oldu ama o programı modere etmekten vazgeçti. Alındınız mı? Neden Uğur Dündar'ı istemiştiniz?

Alınmadım ama keşke vazgeçmeseydi. Yılların tecrübeli gazetecisi. Böyle ufak tefek dayatmalara, baskılara boyun eğmemesi lazımdı. Tam da kendi ifadesi gibi kutuplaşmanın, ayrışmanın olduğu bir dönemde ben Uğur Dündar'ın olmasını çok arzu ettim. Bu teklifi iletişimde yeni bir süreç başlatmak için yapmıştım ama maalesef yarım kaldı.

Suriyeli mülteciler meselesi de çok tartışılıyor...

Bunlar geçici koruma altındalar. Adı üstünde geçici bunlar, gidecekler. Ülkelerindeki şartlar artık iyileşmeye başladı. Dolayısıyla bunların İstanbul'dan gitmesi için gerekli tedbirleri merkezi hükümetle birlikte alacağız.

Aksaray gibi semtlerde onların dillerinde tabelalar var, bazı lokantalarda garsonlar Türkçe bilmiyor. Bunu bir zenginlik olarak görüp korumak mı istersiniz, yoksa entegrasyon mu uygularsınız?

Bu bir zenginlik olarak görülebilir ama burada yaşayan insanların geleceğini, onların beklentisini tehdit etmediği müddetçe. Yani üstadın deyişiyle kendi evimizde parya olamayız. Onlar bizim misafirimiz, biz ev sahibiyiz. Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiç kimseyi istemez. (Gülüyor) Dolayısıyla dışarıdan gelip evdekini, dağdan gelip bağdakini kovmak gibi bir durumla karşı karşıya kalamayız. Mutlaka onları toplumsal ahengimizi bozmadan, bünyemizde eritebilirsek eyvallah. Faydalı olanlar çalışacak ama diğerlerinin mutlaka memleketlerine dönmelerini sağlamamız lazım. Hele hele bir güvenlik problemi oluşturanlar varsa bunların hiç gözünün yaşına bakmadan kulaklarından tutar göndeririz. Bu kadar açık ve net. İstanbul'un huzuru her şeyden önemli. Hedef ilçeler var, ağırlıklı olarak buralarda çalışacağız. Biz bunlara ölümden kaçtıkları için kucak açtık. Hayatlarını kurtarmak için sığınacak bir yer aradılar. Ancak geldiğimiz noktada artık Suriye'de de işler düzene bindi, mesela Afrin'e, Cerablus'a 400 bin kişi gidip yerleşti. İşlerin düzene bindiği yerlere gidip yerleşmeleri için bir proje uygulayacağız. Projeyi hazırlayıp hükümete teklif edeceğiz, bu şekilde bu sorunun da üzerine gideceğiz. Yabancılar sorunu İstanbulluları rahatsız ediyorsa beni de rahatsız eder.