Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Berlin'de de temelleri atılan “Bir Ev” projesinin dikkat çeken boyutlarını kaleme aldı.
İşte Gündüz'ün yazısı:
12 Eylül 1980 askeri darbesinde cezaevlerinde dikkat çekici bir uygulama yürürlüğe konulmuştu: Karıştır barıştır. Bu projede görünür neden, birbirleriyle sürekli kavga edip çatışan tarafların uzlaştırılıp barıştırılmasıydı. Aynı koğuşlara konularak, ülkücülerle solcuların birbirleriyle kavga etmeden bir arada yaşamaları amaçlanıyordu.
Darbecilerce öne çıkarılan söylem çatışmanın, şiddetin ve anarşinin önlenmesiydi. Birbiriyle kavgalı olan ya da kavgalı görülen taraflar bir şekilde bu paradigmaya uydurulmalıydı. Dolayısıyla birbiriyle kavgalı olan ve şiddet anarşi üreten bu taraflar bir koğuşta ya da hücrede bir araya getirilerek bu iş çözülmeye çalışıldı.
Karıştır barıştır uygulaması, denildiği gibi uzlaşıyı ve barışmayı sağlamadı, hatta ciddi huzursuzluklar ve çatışmalar ürettiği için zamanla kaldırıldı. Gerçi bu uygulamada amaç ülkücülerin ve solcuların barışması da değildi; asıl amaç herkes gibi birbiriyle kavgalı bu kesimlerin de darbe rejiminin dayattığı yeni şartlara uymaya zorlanmasıydı.
Bugünlerde Berlin'de temelleri atılan bir proje, Bir Ev (House of One) projesi nedense akla 12 Eylül darbecilerinin karıştır barıştır uygulamasını getiriyor.
Projeye on milyonlarca Euro destek veren Almanya tarafından projeyle ilgili basına yansıyan görüş ve açıklamalara bakıldığında, kilise, sinagog ve camiyi aynı çatı altında bir araya getirecek olan bu projeyle, tarihi Petri Kilisesi'nin bulunduğu mekânda bir diyalog merkezi inşa edilecek. Bu merkezde Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman toplum temsilcileri sadece kendi dinlerinin propagandasını yapma amacı taşımadan bir araya gelecekler. Böylelikle çok dinli bir mekân olarak bu yapı, dinler arası ilişkilerde ve diyalogda öne çıkan bir merkez olacak.
Yine medyaya yansıyan bilgilere göre projenin öncülüğünü yapan Aziz Petri ve Aziz Marien cemaatleri kendilerine partner olarak Yahudi ve Müslüman toplumdan temsilciler aramış; Berlin Yahudi cemaati ile Abraham Gieger Koleji projeye Yahudilik adına katılım sağlamış. Almanya Müslüman toplumunun önde gelen kuruluşları ise projeye mesafeli durarak destek vermemiş. Almanya'da en büyük Müslüman kuruluşlardan olan DİTİB ile İslam Federasyonu'nun projeye mesafeli durması üzerine Forum Dialog isimli dernek projeye dahil edilmiş.
2017 yılından planlanan bu projeye dair tartışmalar gerek Almanya'da gerekse Türkiye'de gündem oluşturdu. Almanya'daki Türk ve Müslüman toplum, özellikle projenin FETÖ'ye katkı sağlayacağı gerekçesiyle başından beri bu projenin durdurulması gerektiğini vurguladı. Bir Ev projesinin temellerinin atılması vesilesiyle Türkiye Dışişleri bu projenin üç dini bir araya getirmeye değil ancak ayrıştırmaya ve bir terör örgütünün meşrulaştırılmasına ve desteklenmesine hizmet ettiği gerekçesiyle tepki göstermiştir.
Peki yapılan mevcut tartışma bir tarafa, bu projenin arkasında olan zihniyet nedir ve neden böylesi bir projeye ihtiyaç duyulmuştur?
Öncelikle bu projenin Kilise merkezli dinlerarası ilişkiler ve diyalog anlayışıyla dinsel plüralizmi esas alan paradigmayla yakından irtibatlı olduğunu belirtmek gerekir.
Dinlerarası ilişkilere ve diyaloga dair 20'nci yüzyılda Kilise bünyesinde yapılan tartışmalar ve alınan kararlar dikkat çekicidir. Özellikle 20'nci yüzyıl ortalarında kilise çevrelerince farklı din mensuplarıyla hatta kendisini herhangi bir dine bağlı görmeyenlerle ilişkilerin ve diyalogun gerekliliğine dair bazı çabalar ortaya çıkmıştır. Roma Katolik Kilisesi'nin İkinci Vatikan Konsili ile birlikte resmi bir tutum olarak belirlediği dinsel kapsayıcılık (inclusivizm) bağlamında Hıristiyan olmayanlarla diyalog politikası, dünya genelinde farklı din mensuplarıyla ve hatta herhangi bir dine bağlı olmayanlarla ilişkilerde yeni bir paradigma oluşturmuştur.
Kilisenin dinlerarası diyalog çalışmalarının omurgasını oluşturan Nostra Aeteta(1965) dokümanı Hıristiyan olmayan dinlerle olan ilişkilerin daha bir ihtimamla ele alınması gerektiğine vurgu yapmıştır. Kilise, diğer din mensuplarıyla ilişkide ve diyalogda temel motivasyonun ne olması gerektiğine dair ipuçlarını diğer kilise dokümanlarında vermektedir. Luman Gentium(1964) başlıklı belgede bunun Kilise tarafından “İncil'e hazırlık” olarak görüldüğüne dikkat çekilmiştir. Dialogue and Mission (1984),Dialogue and Proclamation (1991) ve Redemptoris Missio(1990) başlıklı dokümanlarda ise diyalog faaliyetlerinin Kilisenin misyonunun temel ve ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğü vurgulanmıştır.
Tüm bunlar dikkate alındığında Kilise açısından dinler arası ilişkiler ve diyalog, yalnızca insanlığı tehdit eden sorunlar konusunda farklı din mensuplarıyla da bir araya gelerek ortak çözüm yolları üretmek değil, bundan da öte kilise dışındaki insanlara İncil mesajının iletilmesidir.Böylelikle Kilise, Hıristiyan olmayanlara yönelik İncil mesajının iletilmesinde diyalogu temel bir araç olarak görmüş ve kendi inisiyatifinde yürütülen dinlerarası diyalog faaliyetlerinde İncil mesajının ötekilere iletilmesini öncelemiştir.
Kilisenin bu yaklaşımı ve faaliyetleri yanında Batı'da özellikle seküler çevrelerde dinler arası ilişkiler ve diyalog tartışmaları,geneldeçoğulculuk/plüralizm tartışmaları bağlamında yürütülmüştür.
Kabaca 20'nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli çevrelerce mevcut yapılarıyla dinlerin tarihsel olarak barış değil çekişme ve savaşlara yol açtığı, önyargıların ve nefret dilinin ön plana çıkarıldığı fikri savunulmuştur. Burada dinlerin tarih boyu savaş ve çatışma ürettiği tezinin oldukça sorunlu olduğunu belirtmekte yarar vardır. Zira dinlerin birbirleriyle savaştığı, kavga ettiği tezi doğru değildir; bütün dinler özünde çatışmayı değil barışı ve esenliği vurgular. Bununla birlikte çatışma ve kavga dini kurumlar, cemaatler ve bireyler arasında yaşanmıştır/yaşanmaktadır. Gerçekte geçmişten günümüze farklı inanç grupları arasındaki çatışmaların arka planında siyasal, sosyal, ekonomik ve tarihsel birçok unsur vardır. Şiddetin asıl nedenleri farklı olmakla birlikte din ve dini inançlar başvurulan şiddeti meşrulaştırma konusunda kullanılan bir araçtan ibarettir.
Modern dönemde çeşitli çevrelerce dinlerin ve dini kurumların çoğulcu/plüralist bir toplum anlayışı çerçevesinde bir araya gelmeye ve birbiriyle konuşmaya ihtiyaç duyduğu dillendirilmiştir. Böylelikle dinler arasındaki çatışmanın ve kavganın önlenebileceği düşünülmüştür. Bu bağlamda dinler arası ilişkilerin ve dinsel diyalogun gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Bu yaklaşım din bilimcileri de dahil çeşitli sosyal bilim çevrelerde savunulan dinsel plüralizm öğretisiyle de desteklenmiştir. Buna göre her ne kadar farklı yapılar arz etseler de tüm dinler hakikat mesajının bir şekilde ifadesidir. Dini mesajın temelini oluşturan hakikat birdir; her din, hakikatin bir boyutun kendine göre temsil etmektedir. Tıpkı aynı göle dökülen nehirler gibi dinler de inananlarını hakikate iletmeye çalışan farklı yollardır. Dinler arasında yaşanan çatışmalar, kavgalar önyargılardan beslenmektedir. Bu önyargıların kırılması için birbiriyle karşılıklı konuşmaya, buluşmaya diyaloga ihtiyaç vardır.
Dinsel plüralizmin bu anlayışının dinleri ve dinlerin hakikat öğretisini ne kadar doğru yansıttığı hayli problemlidir. Zira her bir dinin hakikat ve kurtuluş öğretisi kendi teolojik perspektifini yansıtmaktadır. Bu doğrultuda örneğin İslam'ın, Hıristiyanlığın, Budizmin ya da Hinduizmin hakikat ve kurtuluş anlayışları birbirinden farklıdır. Dolayısıyla hakikatin tek olduğu ve bunların hepsinin de bu aynı hakikatin farklı şekillerde temsili olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır.
Diğer taraftan bu plüralist iddiada kesin olan bir şey vardır. O da bu yaklaşımla plüralistlerin hakikatin ne olduğuna ve kapsamına dair kendilerini mutlak referans olarak göstermeleridir. Bu anlayış doğrultusunda plüralistler dinleri ele almakta ve kendi tanımladıkları hakikat öğretisi etrafında onları bir araya toplamaya çaba sarf etmektedirler. Burada asıl dikkate alınması gereken husus budur.
Dinlerarası ilişkilere ve diyaloga dair Kilise ve plüralist çevrelerdeki bu perspektifler dikkate alındığında Bir Ev projesi oldukça anlamlıdır. Bu proje Kilisenin ve Plüralist paradigmanın dinlerarası ilişkiler bağlamında dinlere yönelik tasarladığı planın bir uygulaması gibidir. Bu projeyle farklı dinlere ait mabetler bir çatı altında bir araya toplanmaya çalışılmaktadır. Kilise açısından bu, farklı inanç mensuplarına İncil mesajının ulaştırılmasında bir imkandır. Plüralist paradigma perspektifinden ise kiliseyi, camiyi ve sinagogu aynı çatı altında toplayan bu projeyle dinlere verilen mesaj açıktır: Aynı hakikatin farklı temsilcileri olarak sizin göreviniz kavgayı, çatışmayı bırakmak, birbirinizle tanışmak ve kaynaşmaktır.