TIMETURK | HABER MERKEZİ
Yeni Şafak Yazarı Taha Kılınç dünkü yazısında Hatıralar bizi oralara bağlıyor" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Kılınç, yazısının girişinde kitap tutkunu Ali Emîrî Efendi'nin hikayesini anlattı. "Görünürde 'maliye memuru' olsa da, aslında deha derecesinde bir kitap uzmanı ve merakı sonsuz bir koleksiyoncuydu" diyen Kılınç, 1908'de emekli olmadan önce Yemen'e tayin isteyen Ali Emîrî Efendi'nin Yemen'in bütün sahaf, kütüphane ve özel kitap koleksiyonlarını gezdiğini ve İstanbul'a dönerken topladığı sandıklar dolusu kıymetli eseri de beraberinde getirdiğini aktardı.
Kılınç şöyle devam etti:
ALİ EMİRİ KÜTÜPHANESİ
Kitaplar Yemen'in tarihi, kültürü, geleneksel yapısı ve önemli şahsiyetleri hakkındaydı. Ayrıca içlerinde çok kıymetli edebi metinler ve şiir divanları da yer alıyordu. 1924'te İstanbul'da hayata gözlerini yuman Ali Emîrî Efendi, hayatı boyunca derlediği ve şehirden şehre taşıdığı paha biçilmez kitap koleksiyonunu, bizzat kurduğu kütüphaneye bağışladı. Ali Emîrî, kütüphanesine kendi adını vermeyi de reddederek “Millet Kütüphanesi” denilmesini tercih etti. Kitaplarını milletine bağışlamıştı çünkü, kıyamete kadar milletinin duası ona yeterdi. Hâlen İstanbul Fatih'te Fevzi Paşa Caddesi üzerindeki tarihi binasında hizmet veren Millet Kütüphanesi, kurucusu Ali Emîrî Efendi'nin kişisel merakı ve ihtimamı sayesinde, Yemen konusunda hâlâ çok önemli bir kaynak durumunda. Yemenli yetkililerin, akademisyen ve kültür adamlarının, uzun yıllar boyunca bu eserler üzerinde ayrıntılı şekilde çalıştıkları, kendi ülkelerini İstanbul'daki küçük bir kütüphane vasıtasıyla derinlemesine tanıdıkları biliniyor.
Yemen'le ilgili ne zaman bir konuşma yapsam, bu anekdotu mutlaka aktarırım. Hele de bu konuşmalar Millet Kütüphanesi civarında bir yerdeyse, dinleyiciler Yemen'le bağlarımızın hiç tahmin etmedikleri kadar sıkı ve yakından olduğunu da fark etsinler diye. Yemen'le İstanbul'daki tek irtibatımız Millet Kütüphanesi'ndeki Yemen yazmalarından ibaret değil elbette. Kütüphaneye sadece on dakika uzaklıkta bulunan Hırkaişerif Camii, Hz. Peygamber'in Yemenli Uveys el Karenî'ye (Türkçesiyle: Veysel Karani) hediye ettiğine inanılan hırkaya ev sahipliği yapıyor...
"ORALARDA DA BİZE DAİR NİŞANELER VAR"
Sadece İstanbul'da ya da Türkiye'de Arap coğrafyasına dair değil, oralarda da bizimle bir zincirin halkaları gibi sıkıca irtibatlı sayısız nişane bulmak mümkün. Hatta çerçeveyi sadece Osmanlı İmparatorluğu ile de sınırlı tutmamak lazım; tarih boyunca kurulmuş ve yıkılmış bütün İslâm devletlerinin sayısız izi, coğrafyanın dört bir yanına dağılmış olarak duruyor ve meraklılarının kendilerini keşfetmesini bekliyor.
YENİDEN İLETİŞİM KRUMAK
Yalnızca ayakta kalanları değil, yok olup gidenleri de gün yüzüne çıkarıp, koskoca bir İslâm tarihinin coğrafyayla ve halklarla ünsiyetini yeniden sağlamak, günümüzde ciddi bir sorumluluk haline gelmiş bulunuyor.
"COĞRAFYAYA YABANCILAR GİBİ DIŞARIDAN ve TEPEDEN BAKMA LÜKSÜMÜZ YOK"
Özelde Yemen, genelde bütün Ortadoğu coğrafyası, şu anki kaos ve karmaşa manzarası üzerinden gündemimize dâhil olabiliyor. Arap topraklarına bakarak sadece kan ve gözyaşını gören gözler, bir süre sonra duygusal ve mantıksal olarak da buralardan kopmaya başlıyor. Dilimize çoktan yerleşen “Ortadoğu bataklığı” türünden tanımlamalar, içinde yaşadığımız ve ait olduğumuz ana bünyeye yabancılaştığımızın ve ondaki hastalıkları tedavi etme iddiamızdan vazgeçtiğimizin de bir göstergesi aynı zamanda. Benzer konu, konuşma ve yazıların hep geldiği noktaya geliyoruz yine: Bu coğrafyaya yabancılar gibi dışarıdan ve tepeden bakma lüksüne sahip değiliz. Muhabbetle, şefkatle, merhametle, merakla ve ısrarla İslâm dünyasını yeniden okumak, tanımak, araştırmak ve derinlemesine bilmekle mükellefiz.