İsmet Özel'in Batı uygarlığı karşısında Sovyet Rusya'sının konumunu örnek verirken Türkiye'nin istiklal mücadelesini değerlendirdi.
BATI'NIN TALEBESİ, BATI'NIN MUKALLİDİ
SSCB'ni bir hafta içinde haritadan silebildiği halde Batı niçin Ukrayna bahanesiyle Rusya'yı yalayıp yutamadı? Çünkü kısa denebilecek bir zaman içinde esir milletler yaratan Batı karşısında genç, kendine güvenen Rus milleti vardı. Daha XVIII. Hıristiyan yüzyılından başlayarak Rusya Batılılar ayarında bir ülke olma kararını bütün topluma kabul ettirmişti. Çarlık Rusya'sında bulaşıkçı kadınlar bile roman okuyordu. Yani belli, giderek belirli dinamikler harekete geçirilerek Batı ülkeleriyle boy ölçüşecek bir teşkilâta kavuşmak bu ülkede mümkündü. Dikkat edin: Yüzyıllar boyunca Rusya'nın dünya gözünde sönük bir dönemi olmadı. Buna mukabil tarihin akışı içinde Türk hâkimiyeti altına girmiş ülkeler bir sönüşten yeni bir sönüşe taşınarak günümüze geldi. Çavuşesku modernitenin nihayet bulacağına inanmadığı için Romanya'yı beklediği şartlara uyarlanabilecek, yeni şartlardan azami istifadeyi sağlayacak ve “gelişmiş” sayılan ülkelerin muhtaç olacağı hale getirdi. Lokmasının gırtlağına takıldığını ibretle izledik. Batı her zaman yaptığını yine yaptı ve Sovyetlere kafa tuttuğu için Çavuşesku'ya verdiği “dizbağı nişanı”nı geri aldı.
BATI'YA TALEBELİK İLE BATI'YI TAKLİT FARKI
Dizbağı nişanının Türk hâkimiyetinin tadından haberdar ülkelerde macerası farklıdır. Yani I. Abdülmecid'e lâyık görülen nişanın geri alınması şöyle dursun yıllar ve çok farklı vakıalar sonrasında aynı nişan bir Britanya savaş gemisinde Abdullah Gül'e sunuldu. Talebelik ve mukallitlik arasında büyük bir fark var. Batı'nın talebesi olmakla Batı'yı taklit etmek arasındaki fark ilk bakışta ihmal edilir gibi görünse de beynelmilel münasebetlerde doğurduğu sonuçlar itibariyle bir milletin hareket kabiliyeti bakımından uzlaşılamaz durumları ortaya serer. Bilinmeli ki, talebeliği tercih eden toplum süreç içinde hangi mevkii seçtiğini de belli etmiştir. İşin taklitle sonuç vereceğini düşünen kendi mevkii hakkında bir fikir sahibi değildir. Çıraklığı kabul eden kalfalığı (halifeliği), kalfalığı kabul eden ustalığı hedef ittihaz etmiştir. Her merhale meşgul olduğu işin karakterine uygun ürünlerle dünya karşısına çıkar. Ruslar Batı'dan öğrendiklerini Batı'ya öğretme çizgisini tutturunca karşılarına o çizgiyi devam ettirmelerini imkânsız kılan Bolşevik devrimi çıktı.
TÜRKLERİN UĞRADIĞI 400 YILLIK ZİLLET
Demek ki, taklitten vaz geçip talebelikten medet ummak çözüm sağlamıyor. Hem talebelik ve hem de taklit ortaya ulaşılması özenilecek bir Batı getiriyor. Bu türeyiş insanlığı modernliği caiz kılan bir akıl düzenine mahkûm ediyor. Türklerin devlet eliyle en az 400 yıldır uğradıkları zilletin adı budur. Türkler hiçbir dönemde aşağılanmalarını tebcil ederek yollarını düze çıkaramaz. Eğer Türkler bir millet olma karakterinin hakkını vermek istiyorlarsa yollarını düze çıkarmak mecburiyetindedirler. Celâl Bayar bir komitacı olarak Galip Hoca kılığında Millî Mücadele'ye katıldıktan sonra ancak Mustafa Kemal ile muhaberatta bulundu. Ebedi şefin son başbakanının bu habersizliği Dünya Sistemi'nin çevirdiği dolaplar ve maruz bırakıldığımız inkılaplar bakımından öğretici olmalıdır. Türkler en az 400 senedir yolun düzlüğü, eğriliği hakkında fikir sahibi olmadan yaşadı. “Madem bunca yıl yaşadık, böyle yaşamağa devam edebiliriz” diye düşünmek hiç sağlıklı değil. Çünkü andığım 400 senenin 300 senesi içinde Müslümanların Sultanı ve Halifesi İstanbul'da mukim idi. Önünüze “Bunun ne önemi var?” sualini getirmeyin. Hatırlayın ki, Avustralya'da iki seyyar satıcı Türklerin başındaki zat Britanya'ya cihad-ı ekber ilân edince silahlanıp dağa çıkmışlardı. I. Cihan Harbi'nde Fransızların kandırarak ordularına kattığı Cezayirliler Türklerin “Allah, Allah” diye hücum ettiklerini fark edince vakit kaybetmeden Türklere katılmışlardı.
Benim bu sözlerimi okuyunca “Geçti o günler” diyebilir ve tamamen haklı olabilirsiniz. O günler geçti. Çünkü diken üstünde düştü düşecek haldeki kapitalizm uzun yaşamanın usulünü buldu. Sermaye birikiminin en üst katında oturan ABD ihmale uğramış beyaz insanların gönlünü alacak ve Avrupa kıtasındaki Nazi uygulamalarını andıran “New Deal” siyaseti güttü. Gelişme tutkusundan sıyrılmaksızın Avrupa tekelci ve kartelci uygulamaların karşısında yer aldı. Paranın yürürlükteki gücünü ihya eden bir piyasa hâkimiyeti esas alındı ve devletçilik sahipsiz insanların sahiplenilmesinin bir tarzı sayıldı. Hem sosyalizmin bir geleceği olduğu kabul ediliyor, hem de kapitalizmin bazı işleyişlerinin sosyalizmle müşterek olup olmadığı tartışılıyordu.
"BÜTÜN İNSANLAR DELİRSE BİLE BEN AKLIMI BAŞIMDA TUTMA KARARINDAYIM"
Ne var ki, o günler de geçti. Aslına bakarsanız geçen şey “günler” değildir. Söylemler tahmin edemediğimiz bir hızla geçiyor ve buna karşı hiçbir şey yapamıyoruz. Çünkü modernleşmeden etkilenen her şey, zihnimiz bile paramparçadır. Elektronik çağ bu çağın geçerlilik hakkı olduğuna inanmayan insanlar için, meselâ benim için bir delilik çağı oldu. Bütün insanlar delirse bile ben aklımı başımda tutma kararındayım. Ben sözleşme metninin resmedilmesiyle ortaya çıkan misak-ı millî haritasının 1920 Hıristiyan yılında olduğu gibi vatanımız olduğu kanaatindeyim. İstiklâl Marşımızın ithaf edildiği kahraman ordumuzun yeniden doğacağına iman ediyorum.
Kaynak: istiklalmarsidernegi.com