Cumhuriyet gazetesi yazarından CHP'ye eleştiri
Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu, Millet İttifakı’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş belgesi ya bir kafa karışıklığının ürünüdür ya da CHP’nin siyasal İslamın “pasif devrim sürecinde” birbiri ardına verdiği tavizlerin sonunda geldiği noktada bir “termidor” dedi.

Oluşturma Tarihi: 2022-03-07 10:40:50

Güncelleme Tarihi: 2022-03-07 10:40:50

Altı muhalefet partisinin hazırladığı güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisine ilişkin uzlaşma metnini kamuoyunda tartışılırken, Cumhuriyet gazetesi yazarından ise CHP liderine tepki geldi.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu, bugünkü yazısında, “Kafa karışıklığı mı, teslimiyet mi?” başlıklı yazısında, “Karşımızda gerçek anlamda (özgün kültürü, geleneği, sosyal tabanı olan) yalnızca 2.5 (CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi) parti var. DEVA ve Gelecek “partileri” toplumsal tabandan, özgün program ve kültürden yoksun, adeta birer şahıs partisidir” değerlendirmesinde bulundu.

CHP'deki liderliği eleştiren Ergin Yıldızoğlu, “Liderliğinin kafası da anayasadan ülkenin dinini sabitleyen ifadeleri çıkarıp yerine tüm dinlere eşit yaklaşmayı öneren, (“kalıbı” genişleten) laiklik ilkesinin konmasını “daralma” sanacak kadar karışıktır” ifadelerini kullandı.

İşte o yazı…

Millet İttifakı'nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'e geçiş belgesi ya bir kafa karışıklığının ürünüdür ya da CHP'nin siyasal İslamın “pasif devrim sürecinde” birbiri ardına verdiği tavizlerin sonunda geldiği noktada bir “termidor” (değişim görüntüsü altında sürecin kazanımlarını koruma) projesine teslimiyetin...

2.5 PARTİ

Aslında karşımızda gerçek anlamda (özgün kültürü, geleneği, sosyal tabanı olan) yalnızca 2.5 (CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi) parti var. DEVA ve Gelecek “partileri” toplumsal tabandan, özgün program ve kültürden yoksun, adeta birer şahıs partisidir. Dahası, “CHP için hâlâ ‘özgün kültürden' söz edilebilir mi” gibi bir soru da var. Liderliğinin kafası da anayasadan ülkenin dinini sabitleyen ifadeleri çıkarıp yerine tüm dinlere eşit yaklaşmayı öneren, (“kalıbı” genişleten) laiklik ilkesinin konmasını “daralma” sanacak kadar karışıktır.

Ayrıca, altı partinin üçü, siyasal İslamın, laiklik ilkesini ve kadın-LGBT+ özgürlüklerini (İstanbul Sözleşmesi'ni) dışlayan dünyasına aittir. İYİ Parti, hâlâ “Türk İslam sentezi” (şoven milliyetçiliği dincilik yağına bulaştırma) geleneğinin partisidir. Blokun açık arayla en büyük dolayısıyla lideri olması gereken partisi CHP'ye gelince, bugünkü liderliği, yıllardır, kendi geleneksel seçmeninin arzularını dikkate almayarak ısrarla Siyasal İslamın sosyal tabanının sempatisini arzuluyor. Bu arzu, her seçimde, en kritik siyasi dönemeçlerde hep karşılıksız kalıyor ama hiç zayıflamıyor: Adeta klinik bir vaka!

KENDİLERİ DE SÖYLÜYOR

Çok mu sert oldu? Gelin, giriş kısmının (C) “Yeni bir sistem öneriyoruz” bölümüne bakalım: Bölüm, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini sona erdirirken geçmişe geri dönmüyor, hukuk dev­leti ve kuvvetler ayrılığı esasına dayanan yeni bir sisteme geçiyoruz” ifadeleriyle başlıyor ama “yetmez ama evet” liberallerinin “çatallı diliyle” siyasi içeriğinden yalıtılmış bir 1960 darbesi ve 1961 Anayasası eleştirisiyle devam ederek liberal aklın istikrarsızlığını, cahilliğini ya da ikiyüzlülüğünü sergiliyor.

Güçler ayrılığını restore etmeyi amaçladığını iddia ediyor ama “1961 Anayasası'nda geçerli olan, bürokratik kurum­ların, siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını redde­diyoruz. Denetim adı altında (abç), milli irade üzerinde vesayet kuran anlayışı geride bırakarak hukuki denetime tabi güçlü ve etkin bir siyaset ve ikti­dar perspektifini benimsiyoruz” diyerek devam ediyor.

Gerçek şu ki: “Denetim adı altında milli irade üzerinde vesayet kuran anlayışı geride bırakmak” tüm ağız kalabalığına karşın, “seçilen istediğini yapacak” demekten farksızdır. Hukuki denetimi bürokratik/uzman kurumlar yapmayacaksa kim yapacak?

Kapitalist devletin “demokratik” biçimi sınıf iktidarının sürekliliğini varsayan bir ikili yapıya sahiptir. Bu süreklilik bir anayasa ile güvenceye alınır. Bu “demokrasi”, hükümetlerin (seçilmişlerin=milli irade) anayasada çizilen (sınıf iktidarının) sınırları içinde kalmasını sağlamak için, seçilmişlerden bağımsız, onları denetleyen ve gerektiğinde eylemlerini, uygulamalarını sınırlayan, hatta durdurabilen uzman kurumlara sahip olacaktır. Güçler ayrılığı bu demektir.

İkili yapı da seçilmişlerin “yaşadığı” hükümetten ve seçilmişlerin anayasa sınırları, hukuk kuralları içinde kalmasını sağlayan atanmış bürokratların (uzmanların) “yaşadığı” kurumlardan oluşur. “Denetim adı altında milli irade üzerinde vesayet kuran anlayışı…” ifadeleri çoğulcu değil, “çoğunlukçudur” ve otoriter/totaliter rejimlere geçmeyi kolaylaştırır.

Özetle, bu blokun önerdiği “Yeni Rejim” de “çoğunlukçu” (ben seçildim istediğimi yaparım) rejim olacak.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem başlıklı belge, “denetleme ve dengeleme kurumlarına” değiniyor, ama bunların işlevsiz olacağını da itiraf ediyor. Siyasal İslamın bugünkü rejiminin dayanağı olan tarikatların gücünün kırılmasına yönelik bir niyet de yok.

Kısaca, karşımızda, son 20 yılın “algısal kilitlerine” tutsak, kültürel dünyasının içinde kalmaya kararlı partilerden oluşan, “her şeyin aynı kalması için bazı şeyleri değiştirir gibi yapmaya” hazırlanan garip bir muhalefet bloku var.