'Dünyamız felakete doğru sürükleniyor'
Timetürk yazarı Kazım Sağlam son yazısında dünyamız felakete doğru sürüklendiğini belirterek, 'İnsanlık adına ürperiyorum.Müslümanlar adına ürküyorum. Ülkem adına hayıflanıyorum' dedi.

Oluşturma Tarihi: 2016-02-22 17:58:18

Güncelleme Tarihi: 2016-02-22 17:58:18

Timetürk yazarı Kazım Sağlam son yazısında soğuk savaş zamanında ülkeleri ve insanları kutuplara ayırarak tarafların kendi ideolojilerini yaydıklarını belirterek, " Güçlüler bir araya gelerek birlikler kurdular, dünyayı kendi aralarında parsellediler, bir kısmına “hür dünya” dediler diğerine “demir perde” ülkeleri" ifadelerini kullandı. Sağlam, insanların dünya sahip çıkması gerektiğini bu dünyanın bütün insanların olduğunu, beşli çeteye bırakılmaması gerektiğini aktararak, " iki kutuplu dünyanın maskesi düşmeye başlayınca kutupları ortadan kaldırarak dünyayı tek kutuplu, daha doğrusu kutupsuz, yönsüz, istikametsiz bıraktılar. Şimdi de bize diyorlar ki global dünya tüm insanların ortak değerlerinin hülâsası, tarih boyu tüm insanların ortak tecrübesinin sonucudur, tarihin sonu ancak böyle oluşur, artık ilerleme bitti" diye aktardı.

İnsanlık adına ürperiyorum…

Müslümanlar adına ürküyorum…

Ülkem adına hayıflanıyorum…

Olup bitenleri salim kafayla değerlendirmek istediğim andan itibaren beynim uyuşuyor, terliyorum, dengem bozuluyor…

İnsanlık Adına Ürperiyorum

Dünyamız felakete doğru sürükleniyor, yeryüzü zulümle dolmaya başladı, zulüm ve karanlık gittikçe aydınlık kalan noktaları da kaplamaya başladı. Bu karanlık, sadece sosyal alanda değil bizi/insanlığı ilgilendiren tüm alanları kaplamaya başladı.

Beniâdem olarak tabiatı tahrip ediyoruz. Denizleri dolduruyor, üzerine park alanları, hava limanları inşa ediyoruz, sahil yolları açıyoruz, mitinglerimizi daha düzgün ve görünür kılmak için de kullanıyoruz hatta “Ramazan şenliklerimizi” orada icra ediyoruz. Kirli ve pis sularımızı denize akıtıp onu da kirletiyoruz, balıklarını pis atıklarımızla zehirliyor, dinamitlerle, trol ağlarıyla nesillerini tüketiyor, onların yerine ne olduğu tam bilinemeyen balık türlerini üretiyoruz. Sahillerine koca koca beton binalar dikiyoruz ve orada eğleniyoruz. Fabrikalardan çıkan kimyasal atıklarımızı oraya akıtıyoruz, sonra orada koli basili var diye denize bahane buluyoruz. Bu sefer uzak yerlere, temiz kalmış deniz kenarlarına gidiyoruz, orayı berbat edip bırakıyoruz. Böyle giderse temiz deniz bırakmayacağız yeryüzünde.

Havayı kirletiyoruz, ozon tabakasını deliyoruz, nefes alacak tüm kapıları kapatıyoruz. Geçici haz için ormanları kesiyoruz, yollar açıyoruz, ovaları yerleşim yerleri yapıyoruz. Uçak, araba vb. fabrikalar kurarak bacalarından havaya zehir yayıyoruz, sonra da bundan kurtulmak için maskeler icat ediyoruz. Çokça benzin yakıyoruz, arabalardan çıkan gazlarla kirlettiğimiz alanları suni/yapay aletlerle nefes almaya çalışıyoruz.

Biz insanlar birbirlerini alt etmek için, silah üretme ve kullanma yarışına girdik. Yeni ve kullanılınca nasıl bir netice doğuracağı belli olmayan silahlar icat edildi, daha da edilecek. Zararlı börtü böcek için kullanılan zehirleri insan birbiri için kullanmaya başladı. Fareler, karıncalar, yılan ve çıyanlar için kullanılan zehirlerin katbekat fevkinde zehirli gazlar icat ettik ve zehirleri bizden olan insanlara, insanlık ailemizin fertlerine karşı kullanmaya başladık. Bunu yapmayın denilince “Onlar insanlık için zararlı ve tehlikelidir.” diye cevap veriyorlar.

Dünyadaki silah yarışı hızımızı kesmedi, uzaya çıktık, oralarda yerler edindik, uzayı parselledik ve oraya silahlarımızı yerleştirmeye başladık. Oraya hâkim olanlar oradan bize yer kiraladılar ve dediler ki yarıştan geri kalmamak için sen de bir yer kirala, göremediğimiz, bilmediğimiz, ne olduğunu anlamadığımız yerlere dünyanın parasını ödeyerek kiraladık ve onunla hava attık.

Savaşlarda ölmeyelim diye insansız hava araçlarını icat ettik. Onlara şurayı vur, burayı vur dedik, onlar da vurdular. Bazen yanlışlıkla başka yerleri de vurdular yüzlerce, binlerce adam/insan öldürüldü, eğitim zayiatı diye kayda geçti. Olur, öyle şeyler dediler, nasıl olsa ölenler kutu kutu evlerde yaşayan alttaki insanlar…

Ulu silah sahipleri, dünyanın neresinde iyi sebze meyve varsa –tüm kaliteli şeyleri- kendi ülkelerine getirdiler, iyilerini kendilerine ayırdılar kalan düşük kaliteyi yetişen yerlerdeki kutu kutu evlerde yaşayanlara bıraktılar. Tohumları değiştirdiler, herkes istediği sebze, meyve tahıl ekemez oldu. Kışın ortasında canı taze nar çeken hamile kadın gibi senenin on iki ayın her haftasında, her gününde istediği sebze ve meyveye erişmek için seralar icat ettiler. Meyve, sebzenin tadı tuzu kalmadı, olsun yeni nesil bu yeni meyve ve sebzeye alıştı, eğri büğrü domates, elma sevimsiz. Bak yenisi ne güzel, aynı boy aynı renk aynı tat (!)

Sonra fabrikalar kurdular, elbiseler dikmek için, birkaç çeşit elbise ve kumaş imal ettiler, onlardan birkaç çeşit elbise tipi yaptılar ve dediler ki insanlık adına hepiniz böyle giyineceksiniz. Birileri dedi ki hani bizim biricikliğimiz, zevkimiz, kendimize aitliğimiz? Dediler ki modaya uyun, yoksa medeni olamazsınız!

Bu yüce ve ulu adamlar, bütün dünyayı aynı şekilde idare etmeye başladılar, hepimizi öz insanlıktan(kendine ait olmaktan) çıkar(t)ıp birer dünya insanı hâline getirdiler ve bunun ölçülerini de kendileri koydular. Dediler ki kişi ile devlet, kişi ile kâinat, kişi ile Allah, kişi ile ailesi, kişi ile kendisi arasındaki ilişkiler bir düzene girmeli, eğer insanları serbest bırakırsak ne yapacakları belli olmaz, başka başka alışkanlıklar edinirler. Türlü türlü giyinirler, türlü türlü yemek yerler, türlü türlü binalar yaparlar. O zaman biz ne yapacağız? Mesela, bina yapımı için dediler ki bir standart getirelim, kapının boyu, pencerenin boyu, şekli, içerdeki dolaplar, kullanılan mutfak eşyaları, hep aynı tipte ve aynı ölçüde olsun, kim kapı takmak istiyor sunulan üç beş çeşitten birini beğensin, o kadar! Bu hem daha ucuz hem daha sıhhatli, çünkü çokça imal ediliyor deneniyor, zevk ve beğeni dediğiniz şey eski kafalıların işi. Standart dünya, standart yaşam, standart düşünce, standart din…

Güçlüler bir araya gelerek birlikler kurdular, dünyayı kendi aralarında parsellediler, bir kısmına “hür dünya” dediler diğerine “demir perde” ülkeleri. Türkiye gibi hür dünya (!) tarafında kalanlara dediler ki; iyi ki buradasınız demir perde ülkeleri denilen ülkeler, demir yumrukla idare ediliyorlar, insanî olan ne varsa hepsine karşı ve yasak. İstediğini alıp giyemiyorsun, istediğini alıp yiyemiyorsun, mal mülk edinemiyorsun, sen devletin malısın, devlet sana ne biçiyorsa öyle olmak zorundasın. Namus, henüz olgunlaşmamış insanların anlayışı dediler de dediler, bir kısmı doğru da olsa zamanla bu sayılanların hür dünyanın(!) sömürüsünü kuvvetlendirmek için kullanıldığı anlaşıldı.

Demir perde ülkelerine de dediler ki bu kapitalist dünya sizi sömürmek için din icat etmiş, sizi uyuşturuyor. Mal mülk diye insanı azdıran bir şeye inandırmış, insanları daima çalıştırıyor. İnsanlar her istediğini yapınca nefisleri kabarıyor, bencilleşiyorlar, egoları artıyor, güçleniyorlar, zayıfları eziyorlar, onun için idare eden ile edilen aynı olmalıdır. Zulüm ve sömürü yok olması için mülkiyet denilen bu azdırıcı metaı yok etmek lazım. Bu da mal mülk devlete ait olacak, öylece sağlanacak. Bunun adına da özgürlükçü demokrasi dediler, ilk özgürlük de Allah'a karşı olmalıdır dediler, çünkü din ve inanç insanı uyuşturuyor ve anamalcıları besler. Kötülüğün kaynağı mülkiyet ve sahiplenmektir, ikisini de kaldırdık mı iş tamam… Tabii bu hemen olacak iş değil, zaman alır, onun için insanları eğiteceğiz, içlerindeki mal mülk isteğini yok edeceğiz ve tüm insanlar kardeş olacak, ortada kavga edecek bir mesele kalmayacak. Ne devlet erki, makam mevki, ne mal mülk edinme, dünyaya cennet gelecek. Bu müstakbel cennete karşı çıkan kapitalist zihniyet insanlık için zararlıdır behemehâl ortadan kaldırılmalıdır. Yoksa diğer insanları da zehirler.

Dünyada iki kutup oluşturup kamplar kurdular, dünyayı ikiye böldüler, kendi aralarında paylaştılar, iktisadi, siyasi, sosyal ve askeri birlikler kurdular, tüm dünyayı iki güçlü devlete mahkûm ettiler (ABD-Rusya). NATO dediler, VARŞOVA dediler, iki tarafı da silahlandırdılar, aralarındaki çatışmayı kendi ülkelerinin dışına çıkararak sürdürdüler. Dünyayı korkutarak kendi etraflarında topladılar. Bu sevimsizleşince dediler ki yumuşayacağız, az silah üreteceğiz, sınırlandırma getireceğiz, gördük ki sınır falan yokmuş sadece bizi uyutmuşlar. Silah üretimini belli ülkelere havale ettiler, onların dışında silah üretenler kontrol altına alındı, lüzum gördüklerinde üretimi durdurdular, buna direnen ülkelere ambargo koydular. Elan etkileyici ve sonuç getirici silahlar gene belli ülkelerin elinde.

Uluslararası kurumlar kurdular ve bunların işleyişini de kendilerine bağladılar. BM'yi beş ülkenin emrine verdiler, T.C. Cumhurbaşkanı “Dünya beşten büyüktür.” dediğinde cezaya çarptırdılar, dökülen kanlara müdahale bu beşin insafına bırakıldı. Onların dışında hareket eden devletler terör listesine alındı, ama onların istekleri doğrultusunda yürüyen devletlere yaptırımı engellediler. Dünyayı çiftlik gibi kullanıyorlar, ama kötü bir işletmeyle, günübirlik kazançları elde etmeye harcıyorlar dünyamızı.

Ey insanlık! Dünyana sahip çık, bu dünya bütün insanlarındır, sadece BEŞLİ ÇETE'nin değil!

Bu arada unutmadan hatırlatayım, iki kutuplu dünyanın maskesi düşmeye başlayınca kutupları ortadan kaldırarak dünyayı tek kutuplu, daha doğrusu kutupsuz, yönsüz, istikametsiz bıraktılar. Şimdi de bize diyorlar ki global dünya tüm insanların ortak değerlerinin hülâsası, tarih boyu tüm insanların ortak tecrübesinin sonucudur, tarihin sonu ancak böyle oluşur, artık ilerleme bitti. Biz bunu kabule hazırlanırken baktık ki başka şeyler söylemeye başladılar. Mendilden tavşan çıkaran sihirbaz gibi takip etmekten bîtab düştük.

Size nasıl yetişeceğiz, sizi nasıl anlayacağız, siz nesiniz, kimsiniz kaç tane yüzünüz var, kaç maske takı(nı)yorsunuz?

Sanayiyi ilerletmek ve işgücünü ucuzlatmak için insanları kutu kutu evlere mecbur ediyorlar, aileleri birbirinden koparıyorlar, sonra da buna nasıl çareler buluruz diye psikoloji, psikiyatri ilimlerini ihdas edip geliştiriyorlar, kutu kutu evlerde gece gündüz çalışan insanlardan bolca paralar alıp çocukların dengeli (!) olması için çabalıyorlar.

İnsanlara ‘Siz özgürsünüz, Allah dâhil hiç kimseye hiçbir güce ihtiyacınız yok, her şeyi istediğiniz gibi yapma kudretindesiniz...' diye telkinde bulunuyorlar. Onlar da buna inanarak hayat sürmek istiyorlar, sonra karşılarına dikilip bunu yapmayın, bu ayıptır, bu günahtır, bu insanlığa sığmaz diyorlar, onlar da dönüp:

“Siz bize böyle öğretmediniz mi, biz, bize öğretilen şekilde yaşarız, had tanımayız, kimsenin hükmünü kabul etmeyiz, ahlâk, insanlık dediğiniz şeyden bize ne, biz kendi hazzımıza ve zevkimize bakarız, buna engel olan ne varsa hepsini yerle yeksan edebilecek güçteyiz.” diyerek meydan okuyorlar.

Aile kurun, ana baba hakkı gözetin denilince, “O da ne?” diyorlar, “O dediğiniz şey artık tarih oldu, aile bağdır, biz her türlü bağdan, kayıttan kurtularak bu seviyeye ulaştık geri mi gideceğiz?” diyorlar.

Böyle bir dünyada yaşamak, insan olarak Müslüman olarak ve her bir insanın biricik olduğuna, her bir beniâdemin eşref-i mahlûkat olduğuna, her insanın kendine ait olduğuna fabrika malı olmadığına inanan olarak ben ürperiyorum.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ