Bakırköy Emniyet Müdürlüğü'ne teslim olan savcı Kaplan, eniştesi Metro Holding Kurucu Onursal Başkanı Galip Öztürk'e pişman olduğunu söylediği bir mektup yazmıştı.
Hüseyin Kaplan mektubunda şu ifadeleri kullanmıştı:
"BU MEKTUBU KAÇAK BİR TERÖRİST OLARAK YAZIYORUM"
"Sevgili Galip abi, Zamanın sizi haklı çıkarmasının derin üzüntüsü içerisinde bu mektubu kaçak bir 'terörist' olarak yazıyorum. Bana bir gün 'tutuklanacaksın' dediğinde işin bu mecralara geleceğini hiç düşünmemiştim. Ben hep insanlara inandım. En son halkına ve polisine kurşun sıkan bir yapıyla birlikte olmak gibi bir suçlamayla kaçıyorum. Size muhalif düşüncelerim olsa da böyle bir yapıyla ne maddi ne manevi bir bağım olamaz. Reddediyorum. Olsaydı sonlandırırdım. İnsanlığa, millete hele kendi milletine haince kıyan böyle bir olayı tasvip etmem ancak insanlıktan çıkmama bağlıdır. İnsanlıktan çıkmadım ve çıkmamakta azimliyim.
Geçmişte girmiş olduğum davalardan dolayı hakkımda işlem yapılsaydı bir şey demezdim. Ancak böyle hain bir yapıyla anılmak damarlarımı donduruyor. Kabul edemiyorum. Galip abi, benim insanlara bakışımı en iyi siz bilirsiniz. Çünkü en zor anınızda ve benim kısmen 'güçlü' göründüğüm bir zamanı yaşadınız. Hala aynı yer ve konumdayım.
Abi kendimi artık bir 'ölü' olarak kabul ediyorum. Sizden istirhamım benim varsa kusurlarımı unutarak, çocuklarıma sahip çıkmanızdır. En azından okul dönemlerinde destek olmanızdır.
Bu yazıyı utanarak, sıkılarak ve mahcubiyetle yazıyorum. Ama sizin zorda kalanlara sırtınızı dönmeyen bir yapınız olduğunu biliyorum. Yeğenleriniz olan kızlarımı ve kuzeniniz olan eşimi önce Allah'a, sonra size emanet ediyorum. Hakkını helal et. Sevgi ve hürmetlerimi istirham ederim. Enişteniz Hüseyin Kaplan."
BUGÜN RÖPORTAJI YAYINLANMIŞTI
A Haber'in bir kaç gün önce ulaştığı Hüseyin Kaplan, bazı açıklamalarda bulunmuş bu röportaj bugün kamuoyu ile paylaşılmıştı. İşte o röportajdaki ifadeleri
Kendisinin de kaçak olduğunu, bir aydır kaçtığını, daha önce kamuoyuna yansıyan mektubunda belirttiği gibi darbeyi yaptığı bahsedilen paralel yapıyı lanetlediğini ifade eden Kaplan, "Gelmesi gerekir, hesap da vermesi lazım. Herkesin hesap vermesi gerektiğini düşünüyorum bir yargı mensubu olarak. Tabii kaçan yargı mensubu arkadaşlar. Suç işlemediğine inanan herkesin gelmesi lazım" dedi.
15 Temmuz darbe girişi akşamı arkadaşlarıyla maç yapmaya gitmeyi planladığını anlatan Kaplan, şunları söyledi:
"Boğaziçi Köprüsü'nü askerler kesmiş. Adliye lojmanları önünde hakimler savcılar toplanmış polis anonslarını izliyorduk beraber. 'Böyle bir salak darbe olmaz, inşallah kimseye zarar gelmeden bastırırlar' diye düşündüm. Şimdi ben cemaat içinde bir insanım. Bana 14 Temmuz'da darbe yapacaklarını söyleseler, en salak askerin bile ülkede zemin hazırlamadan bunu yapmayacağını söylerdim. Türkiye'de yüzde 50 oy almış bir iktidar var. Halk desteği olmadan bir darbe yapsanız, daha da kötüsü başarılı olsanız her gün yüz bin kişiyi mi öldürecektiniz? Suriye gibi Irak gibi milyonlarca insan ölecekti."
Hükümet ile cemaat arasındaki kırılmanın muhtemelen 2011'de başladığını düşündüğünü belirten Kaplan,"HSYK atamaları yapıldığından itibaren cemaatin tasfiye sürecinin başlatıldığı duyumlarını alıyorduk. AK Parti tabanı değil ama üst yönetimle gizli soğuk bir savaş vardı zaten. Elimizde imkan var onu harcamaya çalışabiliriz düşüncesi vardı. Seni tasfiye etmeye çalışıyorsa sen de onu tasfiyeye çalışırsın" dedi.
Dershaneler olayı ve MİT krizinin kamuoyunda kırılmanın duyulmasını sağlayan hadiseler olduğunu ifade eden Kaplan, özelde kulis bilgilerine sahip olan kişilerin, paralel yapı açısından tasfiye sürecinin başladığını bildiğini, hükümeti destekleyen kişilere karşı tedbir alındığını anlattı.
MİT KRİZİ
MİT krizinin yaşandığı dönemde Balyoz davasıyla ilgili Silivri'de yargılama yaptıklarını anımsatan Kaplan, şöyle konuştu:
"Sadrettin'in (Hakan Fidan'ı ifadeye çağıran cumhuriyet savcısı Sadrettin Sarıkaya) telefonla davet ettiğini duydum. O gün için Beşiktaş'taydım. Zannedersem Sadrettin'in odasına uğradım. 'Önemli birileri' dedi. Telefonla ifadeye çağırmış. Zannedersem Hakan Fidan'ı. Bu tür bir soruşturma duyulmaz zaten. Hakan Fidan'ı telefonla herhalde 3 kişi daha mı vardı beraberinde... Onların hepsini telefonla çağırmış, polise yazmadığını söylemişti. Tabii aradıktan sonra bana söylemişti. En kritik kişi tabii Hakan Fidan.
Cemaatle mücadele için ekipleri hazırladığı veya bilgileri hazırladığı belliydi. Hakan Fidan gelseydi, bunu engellemek için muhtemel adliyedeki hava, tutuklanırdı. Çünkü bunun yapmak istediği şeylere bir engel koymak lazım. Bahanesi de Diyarbakır'da bir yerde anlaşma belgesi de bahane olarak bulunmuş. Muhtemel tutuklanırdı, sonrasında belki Başbakana kadar uzanabilirdi."
HSYK'nın belli kişileri görevden almasının, soruşturmaları engellemeye çalışmasının hükümetle bir çatışmanın başladığını gösterdiğini savunan Kaplan, "Gezi olayları, bu gizli çatışmanın devamı sürecinde oldu. Cemaat dışında, bu çatışmayı bilen kişiler Gezi olaylarında hükümetin yıkılmasını ciddi şekilde istiyordu. Hatta belki alttan destek bile verilmiştir" diye konuştu.
15 Temmuz'da cumhuriyet savcısı iken şu anda terörist olarak arandığını belirten Kaplan, nasıl pişmanlık duyduğunu Balyoz Davası sürecinde kendisinden yardım isteyen insanların durumuyla kıyaslayarak anlattı. Kaplan, şöyle devam etti:
"O süreçte yargılanan sanık ailelerinden yardım isteyenler olmuştu. Üzülüyorsun, şu anda benim düştüğüm pozisyonda onlardı o zaman. Suçu var da işlem yapıyorsan tamam, ama bir liste oluşturuyorsun, suçsuz insanları dahil ediyorsun. Yani hep masum değilim. Balyoz'da listelerde 3 bin kişi vardı subay astsubay... Bunların içinden 360'ına dava açılmıştı. O 3 bin kişi içinde isim olarak bilmiyorum belki korunması gereken adamlar vardı, onlara dava açılmadı."
Paralel yapının adliye yapılanmasına ilişkin de açıklamalarda bulunan Kaplan, "İstanbul Adliyesi'nde değil, Türkiye'de her sahada paralel yapı var. Adliye imamı değil ama, 4- 5 kişi olur, bir araya gelir, bir yapılanma söz konusudur. Sohbette bulunan kişiler, maddi olarak destekte bulunmak ister, maaşlarının durumuna göre belli oranda yardımda bulunurlar. Himmet verirler abilere. Bunlar da parayı belli yerlerde kullanır" dedi.
Bu tür sohbetlerde adliye imamlarının, Pensilvanya'dan ya da abilerden direktif değil ama, anekdot şeklinde notlar aktardığına işaret eden Kaplan, şöyle devam etti:
"Özel bir ilginiz yoksa, aynı mahkemede çalışıyorsundur, özel bir yerde beraber çalışmışsındır, insanları tanırsın. Ama adliyede hakim savcı listesi yapılıp herkese dağıtılmaz. Hiç görüşmediğin hakimler vardır belki de paralel yapıdan."
Paralel yapının Balyoz, Ergenekon, 17- 25 Aralık, Askeri Casusluk davalarında hakim ve savcı atamalarını HSYK üzerinden yapmış olabileceğini ifade eden Kaplan, "Yani muhtemel. Ben kendim o yapının adamı olabilirim. Ankara'da olan işlemlerle ilgili o dönemde bizim atamamızı HSYK yaptı. Oradaki insanlara belli bir talimat verilmiş olabilir. Benim görevlendirmem de oldu. Yani sadece cemaat bağlantısından değil kişisel ilişkilerden dolayı da insanlar çalışırken sadece cemaatten olsun demez. Çalışabileceği insanları seçer heyettekiler" dedi.
Kaplan, "Yargıda temiz insanların olması gerektiğini düşünüyorduk, darbe yapacakları değil. Bizim davalardan 2048'e kadar gelecek general, amiral listeleri diye bir liste vardı. '2003'te darbeye teşebbüs etmişler, yine kötü niyetli olabilirler' diye düşündük. Ülkede darbelerin önü artık kesildi, bitti diye seviniyordum. İlk defa belki yargılamayla darbeye ceza verdik, ama kim diyebilir belki de darbeye zemin hazırlamışız. Darbeye zemin hazırlamak için sen mahkemeyi kullan" diye konuştu.
Akrabası olduğunu belirttiği iş adamı Galip Öztürk'e mektubu kendisinin yazdığını da anlatan Kaplan, şöyle devam etti:
"Benim savcı olarak takipsizlik verebileceğim bir silahtan 2 yıl hapis cezası aldı. Nasıl aldı? Başka bir adliyedeydi. Hakimi tanımıyorum, ama Galip Öztürk'ün cemaat aleyhine konuşmaları olduğunu düşünüyorum. Çünkü silahtan adliyede 2 yıl hapis çıkmaz ve hızlıca Yargıtay'dan geçti. Şüphelendim, böyle bir şey olmaması lazım. Tabii dosyaları görünce paralel yapının hedefi olduğunu anladım."
Polisin her şeyi bildiğini ifade eden Kaplan, "Evrakı imzalamayacak, kendisini tersleyecek, o işi takip edecek savcıyı bilir. Kumpas kurulacaksa bu iş profesyonel yapılmalıdır. Kendi savcısı bellidir, öyle yürütür. 17 Aralık dosyaları örgütlü suçlarda değildi. 25 Aralık dosyası örgütlü suçlardaydı. O dönem kumpas kuracaksa örgütlü yapılmak zorunda. Hakim savcı bilmeden o iş olmaz" diye konuştu.
Geldiği noktada 3 kız sahibi bir baba olarak çok pişmanlık duyduğunu dile getiren Kaplan, şunları söyledi:
"Hayatım bitmiş durumda. Ağırlaştırılmış müebbet, darbeye iştirak, terör örgütü üyesi olmak. Bunların her biri ağır sonuçları olan şeyler. Mal varlığım yok, 3 genç kızım var, onlara bakacak kimse yok, o yüzden kaçmak zorundaydım. Bir arkadaşımın yakını şehit olmuştu darbe gecesi. Şahsen gidip millet için ölen bu insanların kabrinde fatiha okumak isterim. İdeallerim hayallerim bu değildi. Ben vatana ihanet etmek için bu yapı içinde bulunmadım. Çocuklarımı büyütmek, onları okutmak, yaşamak istiyordum. Biz İslam'ın şiddet içermeden anlatılması gerektiğini düşünüyorduk. Ama belli bir noktaya gelinmiş ve şiddete teslim olunmuş."
Savcı Ferhat Sarıkaya'nın meslekten ihraç edildiğinde cemaatin kendisini yurt dışına götürdüğünü, maaş bağladığını söylediğini televizyondan izlediğini de belirten Kaplan, "Benim şu anda öyle bir şansım yok. Yurt dışına götürülme şansım yok. Çoluk çocuğum perişan olmasın diye yurt dışına da gitmek isterim" dedi.
Öte yandan etkin pişmanlıktan yararlanarak, millete daha fazla zarar vermeme adına teslim olmak istediğini de söyleyen Kaplan, son olarak ailesine şöyle seslendi:
"Bir meçhuldeyiz kızım, ailem. Hayatım şu anda bir meçhul nereye açıldığını bilmiyoruz ama her şeye rağmen namuslu, iffetli ve başınız dik yaşayın. Ben sizin yüzünüzü kara çıkartacak hiçbir şey yapmadım, yapamam da. Örgütün bir parçasıyım ama suç işlemedim. Suça aracılık ettiysek bu işlere zemin hazırladıysak Allah affetsin."