Dolar

34,5710

Euro

36,0239

Altın

2.999,39

Bist

9.467,08

Göçmen karşıtlığı ve nefret dili

Prof. Dr. Şinasi Gündüz “Göçmen karşıtlığı ve nefret dili” başlıklı aşağıdaki yazısında, son dönemlerde belirgin şekilde politik bir malzeme olarak kullanılmaya başlanan göçmen karşıtlığını ve üretilen nefret dilini analiz ediyor. İslam’ın göçmen karşıtlığını meşru görmediğini vurguluyor.

4 Yıl Önce Güncellendi

2021-08-06 16:01:12

Göçmen karşıtlığı ve nefret dili

Aylan bebeğin insanın içini sızlatan hikayesinin üzerinden fazla geçmedi… 2015'te Yunanistan'a geçmek üzere bindikleri botun batması üzerine birçok Suriyeli göçmen boğularak ölmüş; Aylan bebeğin cansız bedeni ise sahile vurmuştu.

Olayın haberleştirilmesi üzerine dünya genelinde göçmenlerin yaşadıkları drama dikkat çekildi. Göçmenlere empatiyle yaklaşılmasına onlara kapıların kapanmamasına yönelik açıklamalar yapıldı. Fakat bu açıklamalar ve iyi niyet beyanları sözde kaldı. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere göçmenlerin varmak istedikleri hedef ülkeler, kapıları göçmenlere sıkı sıkıya kapadılar.

Geçen zaman içinde sayısız göçmen göç yolunda yaşamını kaybetti; sayısız Aylan bebek hikayesi yaşandı ve yaşanıyor…

Zengin ve müreffeh ülkelerde göçmenlere kapıların kapatılıp gelmemeleri için türlü önlemler alınırken, bir yandan da bu ülkelerde göçmen ve yabancı karşıtlığı zirve yapıyor. Öyle ki birçok Batı ülkede özellikle Suriye, Irak, Afganistan gibi Müslüman dünyadan gelen göçmenlerle mülteciler çeşitli kişi ve gruplarca adeta şeytanlaştırılıyor.

Bu ülkelerde siyasal partiler göçmen ve yabancı karşıtlığından oy devşirmek için adeta birbiriyle yarışır oldular. Yaşanan sosyal ve siyasal sorunların, ekonomik sıkıntıların ve artan işsizliğin faturası diyaspora yaşantısı süren göçmenlere kesildi. Sadece belirli siyasal aktörler arasında değil medyadan akademiye toplumun birçok kesiminde göçmen karşıtlığı yaygın bir tutum haline geldi.

Batı ülkelerindeki bu göçmen karşıtlığının politik söylemle sınırlı kalmadığı, toplumda yabancı düşmanlığını, ırkçılığı ve nefret dilini körüklediği de bir gerçek… Nitekim bu karşıtlık, sadece son dönemlerde göç ya da iltica yoluyla gelmek isteyenlerin önlenmesi şeklindeki tutumları üretmedi, yıllardır bu ülkelerde, bu ülkelerin vatandaşı olarak yaşamını sürdüren ve köken olarak Müslüman dünyaya ait olanlara karşı sıkça yaşanan ayrımcı uygulamalara, önyargılara, fiili takibata ve şiddete de dönüştü.

Peki bu durum sadece Batı ülkelerinde mi böyle?

Gerçekte yabancı ve göçmen karşıtlığıyla ırkçılık dünya genelinde yaygın bir sorun… İnsanlar, yaşadıkları sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların faturasını basitçe yabancılara kesiyor. Yabancıları ve göçmenleri dışlayarak, engelleyerek ya da yok ederek kendi sorunlarını çözeceklerini düşünüyor.Ya da böyle bir yaklaşım birilerince pazarlanarak siyasal rantaracı olarak kullanılıyor.

WhatsApp Image 2021-08-06 at 13.38.31

Türkiye'de son dönemlerde gittikçe yaygınlaşan göçmen karşıtı dil de esasen bunun bir uzantısı…

Kabaca son 20 yılda, yaşanan savaştan şiddetten ve kaostan kaçıp Türkiye'ye göç eden ve çoğunluğu Suriye, Irak ve Afganistan kökenli olan 4 milyona yakın göçmen, bugün politikacısından medya yazarına ve akademisyenine çeşitli kesimlerin günah keçisi… Ekonomik ve sosyal sıkıntıların, işsizliğin faturası bunlara ve bunlar üzerinden siyasal iktidara kesiliyor. Kayıt içi ya da kayıt dışı bir şekilde bu ülkeye gelmiş olan yabancıların geldikleri yere gönderilmeleri, popülist bir söylem olarak kullanılıyor.

Türkiye'deki bu gelişmelere bakıldığında Batı ülkelerinde siyaset arenasındaki yabancı ve göçmen karşıtı popülist dilin burada da yaygınlaştığı anlaşılıyor.

Ancak yabancı ve göçmen karşıtlığına dayalı bu popülist söylemin tarih boyu farklılıklara kucak açmış olan bir coğrafyada yaygınlaşması düşündürücü… Zira geriye doğru bakıldığında Anadolu, tarih boyu hep göçmenlerin sığındıkları bir coğrafya olmuş.

  1. yüzyılın başlarından itibaren yaşanan savaşlara, çatışmalara, düşmanlıklara bağlı olarak Balkanlardan Kafkaslardan sayısız kişi bu topraklara sığınmış. Yalnızca bu bölgelerde yaşayan Müslümanlar ve Türk kökenliler değil, baskı ve takibattan kaçan diğer birçok kişinin de sığındığı bir yer olmuş. Örneğin 2. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Nazilerin zulmünden kaçanlar da Anadolu'ya sığınmış. Hatta Nazi zulmünden kaçan akademisyenlerin Türkiye'deüniversite bünyesinde çeşitli bilim dallarının kuruluşunda ve gelişmesinde önemli rol üstlendiği de bilinmektedir.

Daha geriye gidilecek olursa, İngiltere'de, İber yarımadasında ve daha birçok yerde baskı ve şiddete maruz kalan gayrimüslimler de bu topraklara sığınmış. İspanya-Portekiz kökenli Seferad Yahudilerin 15. yüzyıl sonlarında Osmanlı topraklarına sığınması gibi… Benzer şekilde 19. yüzyıl ortalarında Polonyalıların sığınmaları gibi…

Kaldı ki bu topraklar savaş ve göç nedeniyle tarih boyu enva-i çeşit etnik ve dini kimliğin bir araya geldiği kaynaştığı bir kavşak olmuş. Tarihsel süreçte Müslümanlardan, Hıristiyanlara ve Yahudilere, Türklerden Araplara, Kürtlere, Çerkezlere, Gürcülere ve diğerlerine birçok dini ve etnik grup bir şekilde bu topraklarda yaşamak durumunda olmuşlar.

Bu açıdan bakıldığında Anadolu farklı etnik ve dinsel grupların bir arada yaşadığı ve farklılığı zenginliğe dönüştürdüğü ender coğrafyalardan birisidir.

Göçmen konusuna İslam açısından baktığımızda;İslami öğretinin göçmen ve yabancı karşıtlığını meşru olarak görmediği dikkati çeker.Esasen yalnızca İslam'da değil dinlerin hemen hepsinde benzer bir yaklaşım mevcuttur.

Kur'an'da, “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. …” (Hucurat, 13)denilerek, kim olursa olsun insanlar arasındaki etnik farklılıklarda amacın tanışma (taaruf) olduğuna dikkat çekilir. Allah katında üstünlük ise takva iledir; yani Allah'ın emrettiği sınırların gözetilmesi yoluyla Allah'a itaatle O'na yakınlaşma iledir.

İslam, Müslümanları darda kalana, zulüm altında olana, kendisine muhtaç olana yardım etmeye yönlendirir. İnsanın hak ve hakikat inancı için gerçekleştiği Hicret, yani baskı ve zulüm karşısında yerini yurdunu terk ederek bir başka yere göç etmesi, yalnızca Hz. Muhammed'in yaşamında değil Hz. İbrahim'den Hz. Musa'ya birçok peygamberin yaşamında tecrübe ettiği bir tutumdur. Muhacir ve muhacire kucak açan Ensar, İslam'da önemli değerlerdir.

Bu doğrultuda tarih boyu genelde Müslümanlar, İslam'ın bu değerleri ile göç ve iltica konusuna bakmışlardır. Bazı siyasal ve sosyal nedenlerle yaşanan istisnai durumlar dışında genelde bu İslami değerlerden hareketle göçmenlere kucak açmışlar, yaratılanı yaratandan dolayı sevme ilkesini öne çıkarmışlardır. Kudüs'ten Şam'a, Bağdat'tan İstanbul'a İslam kentlerindeki çok kültürlülük bu çerçevede var olma imkânı bulmuştur.

Durum böyleyken, böylesi bir coğrafyada bugün geldiğimiz noktada, yabancı ve göçmen karşıtlığının politik bir malzeme olarak kullanılması, yabancılara karşı nefret dilinin yaygınlaştırılmaya çalışılması, basit çıkarlar ve gelecek hesapları uğruna halkın göçmenlere karşı kışkırtılması oldukça düşündürücü…

Haber Ara