Ne yalan söyleyeyim, Sezgin Baran Korkmaz'ın kim olduğuyla ilgili ayrıntıları birkaç gündür süren tartışmalar vesilesiyle öğrendim.
Zira dolandırıcılık iddiasıyla aranan, köşeye sıkışan ve yurtdışına kapağı atan kanun kaçağı "işadamları" pek ilgimi çekmiyor. Haklarındaki haberleri en fazla üstünkörü okuyup geçiyorum.
Ama anlaşılan o ki, alanı ne olursa olsun, bir kısım gazetecinin bu durumdaki kişilere mesleki refleksleri çok çok aşan özel ilgisi var.
Öyle ki bahsi geçen firari şahsa hangi davranışın yakışıp yakışmayacağı konusunda referans olacak kadar ileri gidebiliyorlar. Hatta aralarında Korkmaz'a kısaca SBK dediklerini de öğreniyoruz; adını sık andıkları için başvurdukları bir tasarruf olsa gerek.
Platonik bir durumdan bahsetmiyoruz elbette.
Korkmaz da onlara karşı boş değilmiş. Medyada "abla", "abi" diye gördüğü pek çok kontağı varmış. Kendine şak diye telefon açıp itiraflarda bulunacağı, samimi sohbetler yapacağı, taleplerini aktaracağı bir gazeteci çevresi kurmuş. İddialara göre kimisini otellerinde bile ağırlamış.
Ancak patlayan lağım kokusunu parfümle bastırmaya çalışanlar var.
Kucaklarında patlayan skandalın başrol oyuncusu sanki gruplarının yöneticisi değilmiş gibi günlerdir Fatih Altaylı ve Sevilay Yılman'ın köşelerinden etik nutukları atan Turgay Ciner ve Kenan Tekdağ şu sorunun cevabını daha fazla öteleyemezler.
FETÖ'cü Emniyet Müdürü Ali Fuat Yılmazer'den tutun da mafya bozuntularına kadar ne kadar karanlık tip varsa hepsiyle samimi ilişkiler kurmuş, adı skandallarla anılan kullanışlı gazetecilerin "sızmalarına" karşı Ciner Medya'nın zafiyeti nereden kaynaklanıyor?
Öyle ya, bir olur iki olur...
Seçerek mi alıyorlar, sırayla mı?