Dolar

34,5305

Euro

36,1470

Altın

2.999,58

Bist

9.549,89

'Hürriyet Bayramın kutlu olsun Roni..'

Karar Gazetesi Yazarı Yıldıray Oğur 'Hürriyet Bayramın kutlu olsun Roni..' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

1 Yıl Önce Güncellendi

2023-07-23 17:51:50

'Hürriyet Bayramın kutlu olsun Roni..'

İşte Yazar Yıldıray Oğur'un kaleme aldığı 'Hürriyet Bayramın kutlu olsun Roni..' başlıklı o yazısı;

2007 yılında Hrant Dink öldürüldüğünde 53 yaşındaydı. Yaşı gençti ama herkesin ondan Hrant diye bahsedeceği kadar genç değildi.

Peki tanıyan ve tanımayan neden onun ardından “Hrant” diye bahsetmişti, pankartlara “Hrant” yazılmış, sloganlar “Hrant” diye atılmıştı?

Mesela neden 51 yaşında öldürülen Uğur Mumcu'nun ardından yakından tanıyanlar dışında kimse Uğur dememişti?

İki nedenle insanlara ön isimleriyle hitap ederiz: Tanıdığımız veya samimi olduğumuz için. Yaşça bizden büyük olan tanıdığımız, sevdiğimiz ve samimi olduğumuz insanlara da ön isimleriyle hitap etmeyiz.

Kamusal bir figür olarak tanıdığımız insanlar hakkında kamusal alanda konuşurken de ön isimlerini kullanmayız.

Peki o halde?

Bir çeşit bilinçdışı küçümseme, ayrımcılık, “yabancı isimli arkadaşım var” ezikliği miydi bu?

Aslında basit bir sebebi vardı.

Pek çoğumuz için ömrü hayatımızda tanıyabileceğimiz tek Hrant, Hrant Dink'ti. Ve böylece ondan bahsederken soyadının doğal işlevi de ortadan kalkmıştı.

Öldükten sonra bile olsa bir Hrant tanımak hepimize onunla dayanışma duygusu vermiş, şehirli ve İstanbullu hissettirmişti.

O yüzden ondan ön ismiyle bahsettik. Herkes de kimden bahsettiğimizi anladı.

Aslında 100 bin Ermeni'nin yaşadığı İstanbul'da Hrant, karşılaşma ihtimali yüksek bir popüler Ermeni erkek ismiydi.

Peki ya İstanbul'da bir Roni ile karşılaşma ihtimaliniz?

Roni, Kürtçe “aydınlık” anlamında gelse ve Kürtler arasında da son yıllarda isim olarak kullanılmaya başlansa da esas olarak Yahudilerin çocuklarına verdiği İbranice bir isim. Musa'nın kardeşi Harun'un İbranicesi. “Şarkım, neşem” demek.

İstanbul'da içine kapalı yaşayan, haklı korkular nedeniyle ‘yabancı'larla çok da görüşmemeyi tercih eden bir Türkiye Yahudisini tanıma ihtimaliniz, Yahudilerin getto olarak yaşadığı Ulus, Göktürk gibi semtlerde oturmuyor, bazı beyaz yakalı işlerde çalışmıyorsanız çok düşük.

Zaten Türkiye'deki Yahudilerin ezici çoğunluğu İspanyol kökenli Sefarad Yahudileri. Onlar İbranice değil, İspanyolcadan bozma Ladino dilini konuşuyor. Roni isminin yaygın olduğu Aşkenaz Yahudiler ise Türkiye'deki Yahudi toplumunun yüzde 4'ünü oluşturan azınlık içinde bir azınlık.

Yani İstanbul'da bir Roni ile karşılaşma ihtimaliniz, Kürt milliyetçisi tanıdıklarınız yoksa, turist rehberi, otel çalışanı değilseniz çok çok düşük bir ihtimal.

O halde ihtimalleri biraz daha düşürelim.

Peki ya İsrail karşıtı Filistin dostu, başörtüsü yasağı karşıtı, Kürt hakları savunucusu, sosyalist hatta Troçkist, Türkçe'nin en usta şairlerinden, köşe yazarı, siyasetçi, aktivist bir Roni ile karşılaşma ihtimaliniz?

İşte Roni Margulies, bu çok çok düşük ihtimali binlerce insan için gerçeğe dönüştüren, bu hayatta çoğumuzun tanıyabileceği tek Roni'ydi.

Adını Polonyalı büyük dedesinden almıştı.

Türkiye'de yaşayan bir insan Polonyalı bir Yahudi ile ancak bir soykırım filminde karşılaşabilirdi.

Eğer Krakow doğumlu, anadili Lehçe olan dedesi, Polonya doğumlu, liseyi 1917'de St Petersburg'da okumuş anadili Rusça olan babaannesiyle evlenip, 1925 yılında çalıştığı şirket tarafından mühendis olarak bir yıllığına İstanbul'a gönderilmeseydi bu hikayenin sonu da bir toplama kampında bitebilir, hayatımızda bir Roni olmayabilirdi.

1925 yılında aralarında Rusça anlaşan Polonyalı bir Yahudi çiftin İstanbul'daki ilk ayını babaannesinin ağzından yazdığı Polonya'ya Mektuplar şiirinde anlatmıştı:

28 Mayıs 1925

İrili ufaklı yelkenlilerin arasından

köprüye yanaştığında vapurumuz (puslu,

karanlık bir gündü, başım ağrıyordu biraz)

elele kalakaldık güvertede bir an:

Kubbeler, minareler, kırmızı şapkalı adamlar,

koca bıyıklı dev gibi hamallar,

uçan bir hali inebilirdi her an bulutlardan.

Bugün bir ay oluyor işte geleli.

İlk haftamızı geçirdiğimiz otel

tam aklımızdaki Doğu hayali,

kimler kalmış bilsen : Zog, Mata Hari.

Bir ev bulup taşındık sonra geçen hafta:

Bir zamanlar Lizst yaşamış sağımızda,

sol tarafımız mason mahfeli.

Güvenim tam kocama ama

düşünmeden edemiyor insan,

yeni evliyim, yeni bir şehir, yeni bir hayat.

Kaç yılımız geçecek burada?

Burada mı doğacak çocuklarımız ?

Asya'nın eşiğinde, evimden uzak,

neler bekliyor beni? Neler olacak ?”

Çok şeyler oldu. Bütün dünya tarihindeki en korkunç şeyler.

Çalıştıkları Türk şirket Türkiye'de kalmalarını isteyince, Nazilerin iktidara gelişini, Polonya'yı işgalini ve bütün akrabaların toplama kamplarında ölümünü İstanbul'dan izlemişlerdi.

Sonra oğulları Seferad bir kızla evlendi, Roni doğdu, dedesi ve babaannesi Rusça, büyükbabası ve anneannesi Ladino dili, anne ve babası Fransızca konuşan bir evde büyüdü.

Robert Koleje gidip çok iyi İngilizce öğrendi, Londra'ya iktisat okumaya gidip Troçkist oldu.

Orta sınıf İstanbullu bir Yahudi ailenin iyi eğitim almış beyaz yakalı üst orta sınıf oğlu olarak yaşayacağına, bir azınlık mensubunun Türkiye'de girmemesi gereken bütün tehlikeli toplara giren bir sosyalist aktivist oldu.

Üstelik sosyalistlerin bile ötekisi Troçkist çizgide Troçki'yi bile eleştiren Tony Cliff'in fikri liderliğini yaptığı Sosyalist İşçi olarak tanınan bir fraksiyonun aktivisti…

Türkiye'de Yahudi azınlığın, Yahudi azınlığın içinde Aşkenaz azınlığın, Sosyalizm içinde Troçkist azınlığın, Troçkist azınlık içinde de bir fraksiyonun parçasıydı.

Ama böylesine marjinal bir insanla 90'ların sonundan 2020'lere kadar İstanbul'da yaşayan ve siyasi-sosyal olaylara duyarlı bir insansanız tanışma ihtimaliniz bir hayli yüksekti.

Ayağını bir sandalyeye koyup, bir daha duymanız zor orijinal bir aksanla Türkçe konuşan ama Türkçe'de böyle bir profilden duyamayacağınız fikirleri savunan Avrupai adlı bir Yahudi ve sosyalist hayatta kaç kez karşınıza çıkabilirdi ki?

Roni her yerde karşınıza çıkabilirdi.

Irak işgaline karşı Taksim'deki otellerden birinin yerin üç kat altındaki salonlarında, Mazlumder'in, Özgür-Der'in Filistin eylemlerinde, askeri vesayete karşı bir yürüyüşte, Marksizm konulu bir konferansta, Kürt meselesiyle ilgili bir basın toplantısında, Hrant Dink anmasında, şehrinizdeki bir Yetmez ama Evet panelinde, küresel ısınmaya karşı bir eylemde, mülteci haklarıyla ilgili bir tartışmada…

Muhakkak bir kere televizyonda İsrail'e laflar sayarken, milliyetçilerle tartışırken, başörtüsü yasaklarını, askeri vesayeti eleştirirken onu izlemiş, Taraf'taki, Serbestiyet'teki bir yazısını okumuşsunuzdur.

Çoğumuzun kendi kimliğimize alamadığımız mesafeyi bir Yahudi'nin dünyadaki tek Yahudi devletine karşı almış olmasını takdir de etmiş olabilirsiniz.

Ama tarihe ve şiire meraklılar dışında pek azımız Roni'nin 1908 Devrimi ve İttihatçılara olan merakından haberdar olmuştur.

Peki, Türkiye'de devlet, ordu, milliyetçilik denince tüyleri diken diken olan, hayatı bunlara karşı mücadeleyle geçmiş, 1915 için anmalar düzenlemiş bir Türkiye Yahudi'sinin, İngiliz ekolünden bir Troçkist'in ne işi olurdu İttihatçılarla?

Belki de benzerinin hayallerini kurarken, bizde okullarda hala “2. Meşrutiyet'in İlanı” diye geçiştirilen 1908 Devrimi ile heyecanlanmış Troçki'nin yazdığı yazılar dikkatini çekmişti.

Oturup İttihatçıların ağzından hayatlarını anlatan şiirler yazacak kadar döneme hakimdi.

“Yaşlı bir İttihatçının belki de düşünmüş olabilecekleri”, Mithat Şükrü Bey'in hüznü”, “Hatibi Şehirin Tifüsten Ölümü” adlı şiirlerini topladığı “Mağrur Olma Padişahım” adlı tarih-şiir kitabında İttihatçıların hatibi, Babıali Baskını'nın ajitatörü Ömer Naci için şöyle bir şiir yazacak kadar o günlerin içinde yaşıyordu:

“Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.

Bab-ı Ali baskınında fırlayıp askerlerin önüne,

Açıp bağrını bar bar bir bağırması var ki,

Ağzı açık bakakalmıştı Enver Paşa bile:

“Vurun, karşınızdayım işte, öldürün beni”.

Üstüne gider gibiydi ölümün hep böyle.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.

Cemiyet Doğuya göndermişti onu bir keresinde.

Bir an evvel o taraflarda örgütlenmek gerekliydi.

Hastayken ve beş kuruş bile yokken cebinde,

0 koyu istibdat döneminde kalkıp gittiydi.

Van civarında teşkilat kurulmuştu geri geldiğinde.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci.

Filozof Rıza Tevfik'le bir tartışması destandı dillere,

Paris'teyken her fırsatta Jean Jaures'yi dinlerdi.

Hem Merkez-i Umumi'nin değişmez üyesi, hem de

“Hatib-i şehir, filozof, şair, mütefekkir” idi.

Ancak, şüphesiz, eylem adamıydı her şeyden önce.

Tek bir şey istemişti hayatı boyunca Ömer Naci:

Ölmek — vatan için ve büyük kalabalıklar önünde.

Kerkük'te bir hastanede oysa yapayalnız gitti.

Duyar gibi oluyorum şimdi son sözlerini:

“Demek böyle Allah'ın belâsı bir yerde,

Ne yapalım, tifüsten ölmek varmış kaderde”.

Sadece şiirlerini de yazmamıştı.

1908 Hürriyet Devrimi ve İttihatçılar üzerine önemli bir koleksiyonerdi de Roni.

Dönem üzerine akademik bir çalışma yapan birinin “Manastır'da İlân-ı Hürriyet: 1908-1909 Fotoğrafçı Manakis Biraderler” kitabına bakmaması düşünülemez. O kitabı hazırlayan Roni Margulies'ti.

Emanuel Karasu üzerine Payitaht Abdülhamid türü dışında ciddi bir şey okumak ve yazmak isteyen de muhakkak Roni'nin ciddi akademik mecralarda çıkmış makaleleriyle karşılaşır.

Peki, Roni'nin 1908 ve İttihatçılara bu merakının sebebi ne olabilirdi?

Son nesil İttihatçılar gibi vurdu-kırdı-fedailik-komitacılık-Türkçü ergen heyecanlar için değildi tabii bu merak.

Onunla bunu birkaç kez konuşmuştuk. Anladığım bütün hayatı devrim için mücadeleyle geçmiş demokrat bir sosyalist olarak, Türkiye tarihinde benzerleri az olan devrimci bir an, hürriyet bayrağının yükseldiği bir altüst oluştu onun ilgisini çeken.

Üstelik o altüst oluşun, devrimin içinde, öncü kadrolarında Yahudiler ve Ermeniler de vardı. İttihatçılara değil, şimdilerde izi kalmamış o çok kültürlülüğe bir hayranlık duyuyordu.

Bugün tekrarı yaşanamayacak, kısa süreli olsa da, sonu büyük trajedilerle bitse de bu ülkede yaşanmış hürriyetçi, devrimci bir anın hatıralarını yaşamak, toplamak ve çoğaltmak hatta bir miktar parçası olmak istemiş olmalı.

Üstelik bu birkaç yıllık heyecanın sonunu ve neden olduğu trajedileri bile bile.

Ama o trajediler, 1908'deki devrimin ilericiliğini değiştirmiyordu.

Aslında Roni, 1908'e de “Yetmez ama evet” demişti.

Tıpkı şimdi arkasından hakaretler edenlerin unutamadığı AK Parti'nin bir dönemindeki demokratik açılımlara, reformlara yetmez ama evet demesi gibi.

1908'de İttihatçılara destek vermek, 2010'larda AK Parti'ye destek vermek, 2023'de CHP'ye destek vermek bir riskti. Ama alınması gereken risklerdi. “Yetmez ama evet”lerin sonu hayal kırıklığı, mahcubiyet olabilirdi. Ama aksi durağan tarih içinde ender sıçrama anlarına kayıtsız kalmak olurdu. Daha konforlu, risksiz ama faydasız bir pozisyondu bu. Siyaset yapmak değişimi izlemek yerine, onu teşvik etmek, yönünü belirlemeye çalışmaktı.

Belki sütten ağzı yandığı için 2023'de CHP'ye diğer sol ve liberaller gibi hararetli bir “yetmez ama evet” demedi.

İronik bir biçimde toplumların aslında yavaş yavaş ilerlediğine, her ileriye doğru adımın bir fırsat olduğuna inanan evrimci bir devrimciydi.

Ama son ana kadar tebliğ ettiği sosyalizmden anladığı da ihtimallere ve insanlara bu açıklıktı.

Bu yüzden arkasından bir arkadaşının yazdığı yazıda bile İslamcılarla iş tutmakla suçlanacak kadar kendi mahallesinde lanetlenmeyi göze almıştı.

Bu ülkede yaşayan en büyük kalabalıkla iş tutmadan, konuşmadan devrim yapılamayacağını bilecek kadar zeki ve önyargısız bir devrimciydi.

Belki de azınlığın azınlığı olmaktan, adının Roni olmasından geliyordu bu özgüveni. Yoksa bir Mehmet, Ahmet, Zafer, Deniz için alınması daha zor bir yüktü bu lanetlenme.

O yüzden Türkiye standartlarında o Troçkistliğin sonunun bir devrime çıkmayacağını herhalde biliyordu ama Türkiye'deki her demokrat gibi onun da hayatı demokrasiye arada işi düşen bir toplumdan demokrasi dilenmekle, hepimize son ana kadar sosyalizm tebliğ etmekle geçti. Bundan gocunmadı, herkesin ağız kokusunu çekti.

Hepimizle de o yüzden tanıştı ve hepimizin tanıdığı tek Roni oldu.

Bir sosyalist olarak hiyerarşileri red ettiği için, çevresinde ona “Roni Abi” diyen kimse olmadığı için ya da sadece adını söylediğinizde herkes kimi kastettiğinizi anladığı için hepimiz için 68 yaşında bile hala Roni'ydi.

Bu dünyada tanıyıp, tanışacağımız tek Roni olmaya da devam edecek.

Dün 21 Temmuz'da Kilyos'ta otobanın tam altındaki bir ormanın içindeki Yahudi mezarlığında Roni'ye veda ettik.

Şehrin dışındaki azınlık mezarlığında, bu toplumdaki iki büyük kampın dışında kalmayı göze almış siyasi azınlıktan tanıdık yüzler vardı.

Yarın da 23 Temmuz.

Hürriyet bayramın kutlu olsun Roni!

Haber Ara