Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Yüzlerce DAEŞ'li teröristin Rakka'dan çıkması için yapılan anlaşmanın detayları, bir kez daha bir terör örgütüyle savaşmak için başka bir terör örgütünü kullanma politikasının zafiyetini ortaya koydu. Washington'da kimsenin açıkça sormak istemediği rahatsız edici soru ise şu: Serbest bırakılan teröristler, hangi dünya başkentinde intihar bombacıları olarak karşımıza çıkacak?" değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Daily Sabah gazetesinde "Rakka'dan salıverilen teröristler hangi başkenti vuracak?" başlıklı yazı kaleme aldı.
Yazısında altıncı yılına giren Suriye iç savaşının jeopolitik hesaplaşmaların ve iktidar oyunlarının merkezinde kalmayı sürdürdüğüne işaret eden Kalın, "DAEŞ ve Suriye topraklarındaki diğer terör örgütlerinin yaklaşan yenilgisinin, normalde savaşı bitirecek ve demokratik, kapsayıcı bir hükümetin kurulmasını sağlayacak bir siyasi çözüm tarafından takip edilmesi gerekir. Burada kritik soru ise Cenevre ve/veya Astana süreçlerinin bu sonucu üretip üretemeyeceği ve üretebilecekse bunun nasıl olacağıdır." ifadesini kullandı.
Son iki yıllık dönemde tüm büyük bölgesel ve küresel aktörlerin bir şekilde Suriye krizinin parçası haline geldiğine dikkati çeken Kalın, "Obama yönetiminin 'kırmızı çizgimiz' dedikleri kimyasal silahların Guta'da kullanılmasına karşı hiçbir ciddi adım atamaması, Rusya-İran ittifakı tarafından Suriye sahasına girmek için bir jeopolitik fırsat olarak değerlendirildi. Bu durumun sonucu, Suriye krizinin genişlemesi ve yakın tarihte görülmemiş suçlar işlenerek, yıkıcı bir şekilde uzaması oldu. DAEŞ'in Suriye topraklarındaki hızlı yükselişi, Esed rejiminin katliamlarını durdurmakta yaşanan devasa hatalardan bağımsız düşünülemez." vurgusu yaptı.
"Komşu ülkeler açısından bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturacaktır"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, yazısında Suriye'de yaşanan mevcut durumu şöyle değerlendirdi:
"Amerikalılar, DAEŞ ile mücadeleye odaklanıyor ve bu amaçla PKK'nın Suriye kolu olan PYD-YPG'yi silahlandırıyor. DAEŞ'in Rakka ve başka bölgelerde büyük ölçüde yenilgiye uğratılmasıyla beraber Amerika, Türkiye'ye 'PYD-YPG ile ilişkimiz geçici ve konjonktürel' diyerek verdiği güvencelerin aksine, bu politikasını sürdürmek için yeni bahaneler aramaya başladı. Yüzlerce DAEŞ'li teröristin Rakka'dan çıkması için yapılan anlaşmanın detayları, bir kez daha bir terör örgütüyle savaşmak için başka bir terör örgütünü kullanma politikasının zafiyetini ortaya koydu. Washington'da kimsenin açıkça sormak istemediği rahatsız edici soru ise şu: Serbest bırakılan teröristler, hangi dünya başkentinde intihar bombacıları olarak karşımıza çıkacak?"
Bir başka analize göre, ABD'nin hem DEAŞ'ı hem de PYD/YPG'yi bahane ederek, Suriye sahasında Rusya-İran ittifakını dengelemek için ülkenin doğusunda kalmaya çalıştığını belirten Kalın, "Bazı yorumcular, bu minvalde Suriye'nin doğusunda birçok ABD askeri noktasının bulunduğunu ve bu bölgeye ciddi miktarda askeri ekipman sevkiyatı yapıldığını hatırlatıyor. Buna istinaden ABD'nin, Suriye'nin doğusunda uzun süre kalmayı planladığı sonucuna ulaşıyorlar. Ancak ABD'nin niyet ve planları ne olursa olsun, PKK'nın Suriye kolunu destekleme politikası ancak Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve Cenevre/Astana süreçlerinden çıkması beklenen siyasi çözümü zayıflatacak ve komşu ülkeler açısından bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturacaktır." tespitini yaptı.
Kalın, ABD'nin "DAEŞ Rakka'dan çıkınca PYD-YPG ile bağımızı koparacağız" sözünü tutup tutmayacağını bekleyip göreceklerini vurguladı.
"Kendilerini son iki yılın kazananı olarak görüyorlar"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bu süreçte Rusya ve İran'ın ise DEAŞ ile mücadeleyi Esed rejimini iktidarda tutmak amacıyla yaptığını kaydederek, "Son iki yılda Esed rejiminin yıkılmasını engelledikleri, DAEŞ terör tehdidini ortadan kaldırdıkları, Esed karşıtı muhalefeti zayıflattıkları ve ABD önderliğindeki koalisyona karşı devasa jeopolitik kazanımlar elde ettikleri için kendilerini son iki yılın kazananı olarak görüyorlar." ifadesini kullandı.
Kalın, her tür büyük siyasi çözüm senaryosunda Suriye'nin toprak bütünlüğünün güvence altına alınması, Suriye topraklarının tüm terör unsurlarından temizlenmesi ve aynı zamanda gerek rejim gerek PYD/YPG ve gerek diğer unsurların tarafında savaşan yabancı savaşçıların Suriye'den çıkarılması gerektiğini belirtti.
Tüm Suriyeli aktörleri kapsayacak, serbest ve adil seçimlere zemin hazırlayacak bir geçici hükümetin kurulmasının gerekliliğine işaret eden Kalın, tüm Suriyelilerin demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve herkes için eşitlik iradesini ve ümidini yansıtan yeni bir anayasanın yazılması gerektiğini aktardı.
"Suriye'nin geleceğinde Esed'e yer yok"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "PYD-YPG konusu, Türkiye'nin kırmızı çizgisi olmaya devam ediyor. Bu örgütler, Türkiye, ABD, Avrupa Birliği ve diğerleri tarafından terör örgütü kabul edilen PKK'nın Suriye kolu olmaları nedeniyle hiçbir siyasi çözümün ortağı olamazlar. Bunları Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak görmek, en hafif ifadeyle Suriye halkına saygısızlıktır. Birçok Kürt, kendilerini PKK ile özdeşleştirmiyor ve örgütün ideolojisine ve siyasi baskıcılığına karşı çıkıyor. Zira kendileri PKK ve Suriye kolundan çok çekti. Ancak bu insanlar, mevcut siyasi iklimde seslerini duyuramıyorlar. Suriye'nin geleceğinde onlara hak ettikleri alanın verilmesi gerekir." değerlendirmesini yaptı.
Beşşar Esed'in kaderinin ne olacağının tartışmalı bir konu olmaya devam ettiğine dikkati çeken Kalın, yazısında, "Ancak açıktır ki Esed, Suriye'yi demokratik ve herkesi kapsayan bir yönetime kavuşturacak biri değil. Suriye halkına karşı işlediği suçlar göz önünde bulundurulursa tüm Suriyelileri bir araya getirme görevinin ona verilemeyeceği açıkça ortaya çıkar. Suriye'nin geleceğinde Esed'e yer yok. Ruslar ve İranlılar da Esed'i iktidarda tutmanın Suriye'deki çıkarlarını korumanın bir yolu olmadığını anlamalıdır." ifadelerine yer verdi.
Kalın, şöyle devam etti:
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Vladimir Putin ve Hassan Ruhani ile 22 Kasım'da Soçi'de gerçekleştireceği üçlü zirvede bu konular ele alınacak. Astana sürecinin bir uzantısı olan bu zirve, Cenevre sürecine bir alternatif değil, onu tamamlayıcı bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Her iki platformdan somut ve kalıcı sonuçlar çıkabilmesi için ise tüm tarafların Suriye'nin toprak bütünlüğünü gözeten ve BMGK'nın 2254 sayılı kararında belirlenen parametrelere uygun olarak tüm Suriyelilerin özgürlüğünü ve güvenliğini sağlayan bir yaklaşım içinde olmaları gerekir. Suriye halkının son altı yılda yaşadığı kelimelerle ifade edilmesi imkansız acılar, jeopolitik rekabet uğruna unutulamaz."