Gerçekten de gariplikler saymakla bitecek gibi değil. Anlaşma metni kabineye geldikten ve onay aldıktan sonra, Brexit Bakanı Dominic Raab dahil 6 kişi hükümetten istifa etti. Muhafazakar Times gazetesinin köşe yazarlarından David Aaronovitch'e göre, "Brexitçiler gemiyi batırdılar, şimdi de terk ediyorlar".
Aynı günlerde, iktidardaki Muhafazakar Parti'nin en muhafazakar, Avrupa Araştırma Grubu adında bir yapıda toplanmış üyeleri, Başbakan May'i devirmek için harekete geçti. May'i istifaya zorlama amacıyla güvensizlik deklare eden mektuplarını, Meclis'te arka sıralarda oturan, hükümet dışındaki vekillerden oluşan 1922 Komitesi'ne vermeye başladılar.
1922 Komitesi, Muhafazakar Parti'de başkanların seçilme veya istifa etme süreçlerinde belirleyici oluyor.
Pazartesi günü muhafazakar bulvar gazetelerinden The Daily Express, güvensizlik belirten mektupların sayısının 40'a ulaştığını bildiriyordu. Çarşamba günü bu sayının gerçeği yansıtmadığı konuşuluyordu. Parti milletvekilleri arasında May için güvensizlik oyalaması yapılabilmesi için en az 48 mektup gerekiyor.
Güvensizlik mektupları, May'i istifaya zorlayacak sayıya ulaşmasa bile, Aralık başında Brexit anlaşması metni onaylanmak üzere Parlamento'ya gelecek. Süreci yakından ve içeriden izleyen gözlemcilere göre Muhafazakar Parti milletvekillerinden en az üçte biri, verdiği destekle May'in hükümet kurmasına olanak sağlayan Kuzey İrlanda partilerinden DUP'un temsilcileri, bir iki istisna dışında ana muhalefetteki İşçi Partisi, Liberal Demokrat Parti ve İskoçya Ulusal Partisi temsilcileri Brexit anlaşması metnine ret oyu verecekler.
Kısacası taslağın Parlamento'dan onay alması son derecede uzak bir olasılık. Bu durujmda ne olacak belli değil: Bir erken seçim, yeni bir referandum, hiç anlaşma olmadan AB'den "sert çıkış"... Hepsi artık gündemde.
Görünen o ki Brexit ile, "Egemenliğimizi kazanacağız, yasalarımızı kendimiz yapacağız, sınırlarımızı kontrol edeceğiz (Siz artık göçmen almayacağız diye okuyabilirsiniz), kendi ticaret anlaşmalarını serbestçe yapan 'küresel bir İngiltere' olacağız" derken, ülke kendini adeta bir kaosun içine atmış.
Bu anlaşma taslağının ve kaosun ayrıntılarına bakmadan önce, şu soruya bir cevap arayalım: Peki ne sert-yumuşak Brexitçileri, ne Muhafazakar Parti'nin temsilcilerini ne AB'de kalmaktan yana olanları, ne İskoçları, ne Kuzey İrlanda yönetimini tatmin edebilen bu noktaya nasıl gelindi?
UKIP, Muhafazakar Parti'yi daha da sağa çekti
İngiltere'nin Avrupa içindeki rolüne ilişkin son referandum, 1975'te Ortak Pazar'a girmekle ilgili olarak yapılmış ve girmek isteyenler kazanmıştı.
O zamandan bu yana hem AB karşıtı bir siyasi çizgi özellikle muhafazakar partinin sağ kanadında yaşamaya devam ederken, dünyada ve Avrupa'da birçok dönüşüm yaşandı. Soğuk Savaş bitti, Batı ve Doğu Almanya birleşti, neo-liberal bir küreselleşme süreci ve nihayet mali kriz içinde, dünyanın ekonomik merkezi Asya'ya kaymaya başladı.
Avrupa'nın ekonomik kurumsal hatta siyasi entegrasyonu derinleşti; üye sayısı 28'e çıktı, ekonomisi ve piyasaları genişledi. AB dünyanın en büyük ve derinlikli piyasası konumuna ulaştı. Ancak 2008 yılında bir mali kriz Avrupa ekonomisini sarsınca, AB merkezi ile çevresi arasındaki uçurumu derinleşti, Almanya'nın ekonomik gücünün siyasi etkisinin çapı iyice belirginleşirken, Avrupa'nın merkez ülkelerine ve Brüksel'deki Avrupa Birliği bürokrasisine karşı tepkiler giderek AB karşıtı, yabancı düşmanı sağ popülizmi beslemeye başladı.
AB'yi doğudan sıkıştırmaya başlayan Rusya Federasyonu bu kez birlik karşıtı akımları destekliyor, hatta iddialara göre AB üyelerinin iç siyasi dinamiklerine müdahale ediyordu.
Aynı dönemde 2012'den başlayarak Avrupa'ya gelen göçmen nüfusu belirgin biçimde artarak 2015 yılında "göçmenler krizi" olarak anılan olay patlak verdi. Aynı dönemde radikal İslam'ın özellikle IŞİD taraftarlarının Avrupa topraklarındaki "terör eylemlerinde" belirgin bir artış yaşandı. Bu ortamda, tüm Avrupa çapında yabancı düşmanlığı artarken kimi ülkeler, göçmen girişini engellemeye yönelik adımlar atmaya başladılar.
İngiltere de bu gelişmelerin dışında kalamadı. Muhafazakar Parti içindeki Avrupa Birliği karşıtı akımların güçlenmesi hızlandı. Muhafazakar Parti'nin saflarının en sağından kopanların 1993'de kurduğu, ancak hemen hiçbir varlık gösteremeyen, AB karşıtı, UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) 2006'da Nigel Farage'ın liderliğinde canlandı. Farage, AB'yi özellikle serbest dolaşım ilkesi üzerinden şiddetle eleştiriyor, yabancılara ve göçmenlere yönelik bir karalama kampanyası yürütüyordu.
UKIP'in politikaları beyaz işçi sınıfı, yaşlı muhafazakar seçmenler arasında ilgi çekmeye başlayınca parti 2013'teki yerel seçimlerde, 2014'teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ve nihayet 2015'teki genel seçimlerde aniden göze çarpacak, gazete ve televizyon kanallarını sürekli meşgul edecek bir konuma yükseldi.
UKIP'in bu yükselişi Muhafazakar Parti saflarında yankılandı, korku yarattı. Bu korku, Muhafazakar Parti'yi daha da sağa çekti, Brexit referandumunu gündemine alarak gerçekleştirmesinde büyük rol oynadı.
Gözlemciler, Muhafazakar Parti-Liberal Demokrat Parti koalisyonunda Başbakan olan David Cameron'ın, 2015'te genel seçimlere giderken İngiltere'nin AB içindeki yerine ilişkin bir referandumu seçim manifestosuna almasına ilişkin olarak iki etkene dikkat çekiyorlar: Birincisi, Cameron UKIP'e seçmen kaybederek, bir İşçi Partisi hükümetinin önünü açmak istemiyor, referandum vaadiyle UKIP seçmenini etkilemeyi amaçlıyordu. İkincisi, Cameron, 2015 seçimlerinden sonra yine AB yanlısı Liberal Demokratlarla bir koalisyon kurmayı, ortağını bahane ederek referandumu ertelemeyi planlıyordu.
Ancak 2015 seçimlerinde Liberal Demokratlar seçim sandığında eridi, Cameron, referandum vaadinin getirdiği oylarla, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde etti. Artık referandum kararını almadan edemezdi.
Kısacası, Muhafazakar Parti referandum kararını iki alanda yaşadığı korkunun etkisi altında aldı. UKIP'e oy taşımaya başlayan popülist tepkiler, İşçi Partisi'ni iktidara getirebilirdi; hem de Jeremy Corbyn liderliğinde... Muhafazakar Parti içi kutuplaşma bir bölünmeye yol açarak partiyi çok uzun süre muhalefete mahkum edebilirdi.
Cameron, referandumun 23 Haziran 2016'da yapılacağını açıkladığında, büyük olasılıkla Brexit sonucunu önleyebileceğini hesaplıyordu. Ancak geriye doğru bakınca iki etkeni hesaba katmadığı anlaşılıyor.
Birincisi, Cameron ve Brexit karşıtı muhafazakarların, partinin Brexit kanadının, "Avrupa bize muhtaç, istediğimizi alırız, çok kolay olacak, İngiltere'nin büyüklüğüne inanın, sınırlarımızı kontrol altına alıp egemenliğimizi yeniden kazanarak yine küresel bir güç olacağız, AB'ye vereceğimiz parayı, başta sağlık sistemi olmak üzere kamu hizmetlerine aktaracağız" gibi, kimilerine göre aslı astarı olmayan, Times'tan David Aaronovitch'e göre tam anlamıyla fantezi propagandalarının popülist dalgada yankı bulacağını hesaplayamadı. Seçmene, Brexit'in ne kadar zor ve karmaşık, adeta imkansız bir süreç olacağını anlatamadı.
İkincisi, İşçi Partisi, yeni lideri Corbyn'in AB karşısındaki eleştirel tavrını kesin bir tutuma tercüme edemedi ve Brexit'i taşıyan milliyetçi, yerelci, yabancı düşmanı dalgaya karşı belirgin bir hat çizemedi. Neticede, referadumdan %52'ye %48 ile çok yakın bir sonuçla Brexit çıktı.
İrlanda, İskoçya, Cebelitarık
Brexit sonucunun kaldırdığı toz duman yatıştığında, ki artık Cameron istifa etmişti ve Muhafazakar Parti'nin başında Theresa May vardı, pazarlıkları başlatacak 50 gün süresi tetiklendikten sonra, durumun, adeta kaos yaratmaya eğilimli karmaşıklığı gözler önüne serildi.
Birincisi, Avrupa Birliği'nin İngiltere'ye kolaylık sağlamaya niyetli olmadığı anlaşılıyordu. Brüksel, diğer AB üyelerine birlikten çıkışın ne kadar zor olduğunu göstermeye kararlıydı.
Dahası bir gün Brexit anlaşması tamamlansa bile, bu anlaşmanın hayata geçebilmesi için AB'nin tüm üyelerince onaylanması gerekiyor. Birinin itirazı süreci durdurma gücüne sahip.
İkincisi, Brexit sürecinin, İrlanda, İskoçya ve Cebelitarık'ta yaratacağı sorunlar kolay kolay çözülecek gibi değil.
İngiltere'nin bir parçası olan Kuzey İrlanda ile AB üyesi olan İrlanda arasındaki sınır "barış süreci" sonucu tamamen serbestleştirilmişti.
Şimdi İngiltere AB'den çıkınca, İrlanda Cumhuriyeti AB'de kaldığı için bu sınır ne olacak?
Kuzey İrlanda yönetimi, özellikle Cumhuriyetçi Sinn Fein, yeniden bir sınır konmasına karşı; böyle bir uygulamanın barış sürecinin kazanımlarını tehlikeye atacağını savunuyor. İngiltere ile birlik yanlısı Demokratik Birlik Partisi, sınırın bir süre için bile olsa İngiltere ve İrlanda arasındaki denize taşınmasına, birliği bozacağı için karşı. Theresa May hükümetini düşürmekle tehdit ediyorlar.
İskoçya ulusal hükümeti, İngiltere'den tamamen ayrılmak için yaptığı 2014 referandumunu % 44 ile kaybetmişti ancak, ilerde bir gün referandumu yenilemeye kararlı. İngiltere AB'den çıkacak olursa, İskoçya'nın AB'de kalmak üzere ayrılma talebi ve referandum yeniden gündeme gelebilecek.
1713'te Utrecht Anlaşması'yla İngiltere'ye katılan Cebelitarık, İspanya'nın hala üzerinde hak iddia ettiği bir toprak parçası. İngiltere AB içinde kaldığı müddetçe her gün 13-14 bin İspanya vatandaşı çalışmak için Cebelitarık'a gidebiliyordu. İngiltere AB'den çıkınca Cebelitarık, İspanya sınırı kapanacak. İspanya hükümeti daha şimdiden İngiltere'nin AB'den çıkışını onaylamayabileceğini açıkça söylüyor, herhangi bir anlaşma durumunda, İngiltere ile ikili pazarlık kapısının açık tutulmasını istiyor. Ancak böyle bir ayrıcalığın, diğer üye ülkelerin de kendileri için önemli konularda ayrıcalıklar talep etmesini getirebileceği için, AB yönetimince kabul edilmeme olasılığı güçlü.
Üçüncüsü, Muhafazakar Parti'nin Brexit kampanyası yapan liderlerinin, Brexit'le geleceğini söyledikleri mali kaynakların ortada olmadığı giderek belirginleşiyor. Dahası, Brexit beklentisi, Ulusal Sağlık Sistemi'nde çeşitli endüstrilerde çalışan vasıflı göçmenleri tedirgin etti. Bu vasıflı göçmenler ülkelerine geri dönmeye başlamışlar.
Hem sağlık sisteminde hem de endüstride belirgin bir personel açığının oluşmaya başladığından yakınan sesler giderek yükseliyor.
İş dünyası kaygılı
İş çevreleri de kaygılı. Finans sektörü her durumda önemini koruyacağından emin. Ancak sanayi sektörü, AB ile arasındaki girift tedarik zinciri ağlarının, piyasa ilişkilerinin, özellikle bir anlaşma olmadan çıkılması halinde kırılmasından korkuyor. Yeni yatırımların, işçi alımlarının durduğu söyleniyor. Dahası, İngiltere ve AB arasındaki ticaretin aksaması durumunda, marketlerin, eczanelerin ve hastanelerin tedarik sıkıntısı çekmesi bekleniyor.
Sol eğilimli The Guardian gazetesinin köşe yazarlarından Polly Toynbee'nin aktardığında göre, İngiltere Sanayiciler Birliği Başkanı Carolyn Fairbairn, "Üyelerimiz en kötü olasılıklara karşı önlem olarak yüz milyonlarca sterlin harcıyorlar. Bu harcamaların bir kuruşu bile yeni yatırıma ve istihdama gitmeyecek" diyor.
Esas görevi "terör saldırılarını" önlemek olan Operation Temperer birimine, sokaklarda çıkabilecek olası karışıklıkları önlemek, acil ilaçları yerine ulaştırabilmek için ek 10 bin askeri hazır etmesi için talimat verilmiş.
Dördüncüsü, Brexit referandumunun, sanıldığı kadar kurallara uygun biçimde yapılmadığına ilişkin, Ulusal Suç Örgütü'nce soruşturmayı gerektirecek kadar ciddi olguların varlığı söz konusu. Cambridge Analytica isimli, veri madenciliği yapan bir örgüt, Facebook'tan aldığı 50 milyon kişinin verilerini, yasallığı son derecede sorunlu bir biçimde, Brexit kampanyasının kullanımına vermişti. Brexit kanadına Rusya üzerinden mali kaynak aktarılıp aktarılmadığı da halen soruşturuluyor. Bu soruşturmaların sonuçları referandumun meşruiyetine gölge düşürebilir ve yeni bir referandumun gündeme gelmesini kolaylaştırabilir.
Bu "karmaşıklığın", siyasi sonuçlar üretmesi tabii ki kaçınılmazdı.
İlk sonuç, Başbakan May'in konumunun, hem parlamentoda hem de kendi partisi içinde hızla zayıflamaya başlaması oldu. May hükümetini dışardan, 10 temsilciyle destekleyerek iktidarda kalmasını sağlayan DUP gücünü göstermek için hükümetin mali konularda sunduğu iki yasa tasarısını, muhalefetle birlikte oy vererek engelledi; isterse hükümeti düşürebileceğini kanıtladı. May'in AB ile yaptığı anlaşmayı Parlamento'dan geçiremeyeceği anlaşılıyor.
Bu sırada Muhafazakar Parti içinde, Toynbee'nin aktardığı gibi, AB'den bir anlaşma yapmadan çıkmak isteyen radikal sağ güçlenmeye devam ediyor. Toynbee bunların Brexit'i çok aşan bir planları olduğunu savunuyor. Toynbee'ye göre bunlar aşırı sağın yönetiminde, Singapur gibi, sosyal hakların, işçi haklarının, özgürlüklerin büyük ölçüde kısıtlandığı, "vergi cenneti" bir İngiltere hayal ediyorlar. Bunlar "devrimci ve artık bayatlamış, enerjisini kaybetmiş düzenin bir an evvel yıkılmasını arzuluyorlar". AB'den bir anlaşma olmadan çıkışın bu amaçlarına hizmet edeceğine inanıyorlar.
Özetle Muhafazakar Parti içinde Brexitçi kesim May'in 585 sayfalık anlaşmasına karşı. Ilımlı olanlar anlaşmanın AB ile yeniden ele alınmasını istiyorlar. Daha radikal kısım, May'i devirmeyi anlaşma yapmadan çıkmayı arzuluyor. Muhafazakar Parti içinde, AB'de kalmaktan yana olan kesim de bu anlaşmadan hoşnut değil. Bir kısmı da anlaşmasız çıkmak yerine referandumun yenilenmesini istiyor.
Anlaşmadan, muhalefet partileri de memnun değil. Parlamento'da "Hayır" oyu vereceğini açıkladı. Ancak Corbyn hala "yeni bir referandum" olasılığını ağzına almak istemiyor. İşçi Partisi, May'in, AB anlaşması reddedilince bir hükümet krizi çıkmasını, erken seçimlere gidilmesini arzuluyor. Ana muhalefet partisi seçimleri kazanarak yeni hükümeti kurduktan sonra AB ile yeniden görüşebileceğini düşünüyor. Ancak birçok yorumcu, bunun da anlaşmasız çıkmaktan yana olanlarının, özgürlük, egemenlik, beklentisi gibi bir fantezi olduğunu, AB'nin süreci yeniden ele almaya niyetli olmadığını düşünüyor.
Şimdi buradan nereye gidileceği tamamen meçhul görünüyor. Brexit belki de bir fanteziydi. Şimdi gerçekleşmeye başlayınca, her fantezi gibi onun da gerçeğinin ne kadar farklı olduğu acı bir biçimde ortaya çıkıyor.
BBC