Araştırmacı gazeteci Saslanbek İsaev'in, AA'da '"Karabağ'da kim kazandı?" başlıkla yayımlanan analiz haberi şöyle:
2020 yılının kuşkusuz en önemli gelişmesi, Azerbaycan'ın işgal edilmiş topraklarını kurtarma operasyonuydu. Azerbaycan'ın 44 gün süren operasyonla Ermenistan'ı topraklarından çıkardığı ikinci Karabağ savaşı, sadece iki ülke arasında yaşanan bir savaş değil, Kafkasya'nın yeni jeopolitik durumunun da kilometre taşı oldu. Böylece Kafkasya'nın dünü ile yarını arasında köklü bir değişim yaşandı. Kafkasya'daki bölgesel güç değişimi ve yeni jeopolitik gerçeklik küresel ve bölgesel güçler tarafından kabul edilmiş oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında söylediği övgü dolu sözler bu gerçekliğin altını çiziyordu. Karşılıklı nezaket ifadeleri ise (yeni oyun kurucuların niyetleri ciddi olmakla beraber) verilen sözler ve liderler arasında belirlenen kurallar dahilinde rekabetin devam edeceğinin işaretleriydi. Astana ile başlayan ve Libya ve Kafkasya'da devam eden Rusya-Türkiye ilişkisinin aslında bu bölgelerde diğer küresel ve bölgesel oyuncuların etkinliği azalttığını, jeopolitik pastanın iki dilimini hayli büyüttüğünü görmekteyiz. Rusya ile Türkiye'nin paylaşımından sonra masada artanlarla yetinmek zorunda kalan diğerleri, bu durumdan çok rahatsız olduğunu artık açık açık beyan ediyorlar ve bu iki ülkeye yönelik giderek artan dış baskıları artık demokratik gerekçelerle de kamufle edemiyorlar.
Dağlık Karabağ'da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu masasının devrildiğini anlayan Fransa ve ABD'nin tepki göstermesine fırsat tanımadan Rusya ve Türkiye'nin bu masayı yeniden kurmuş olması, bu iki devletin iradesiyle bölgede kalıcı istikrarın oluşacağına dair umutları artırıyor. Liderlerin beyanlarının yanı sıra bölge halklarının da bunu umut ettiği, sokak röportajlarından ve haber akışlarından görülmekte. Fakat hem Rusya'da hem Türkiye'deki siyasi analistler ve güvenlik uzmanları, yeni Kafkasya masası hakkında oluşan tedirginliklerini de gizlemiyorlar: İstikrar olmazsa, yaşanacak savaşın dünyayı felakete götürebileceğinin herkes farkında.
Karabağ masasında kazanan taraflar
Kuşkusuz ikinci Karabağ savaşının kazananı Azerbaycan oldu. İşgal altında bulunan 7 ilçeyi (rayonu) ve manevi değeri yüksek olan Şuşa'yı kurtaran Azerbaycan hem 30 yıllık sürgüne son verdi hem de bu sürgünün yol açtığı manevi zararı telafi etmiş oldu. Azerbaycan halkı artık 30 yıl önce terk ettiği evlerine dönme imkanına sahip oldu. Azerbaycan ayrıca Güney Kafkasya'da ekonomik, askeri ve siyasi olarak en güçlü devlet olduğunu da ispatlamış durumda. Rusya, İsrail ve Türkiye'den aldığı silahlarla birlikte kendi ürettiği silahları kullanan, başarılı bir Türk ordusu olarak kendisini yeniden konumlandıran Azerbaycan silahlı kuvvetleri, eşit şartlarda ne kadar etkili bir güç olduğunu da sergilemiş oldu. Bu güç gösterisi, bölge devletlerine ve küresel güçlere hem Azerbaycan hem de Türkiye'yle ilgili atılacak akılsız adımların yıkıcı sonuçlarını bildirdi. Böylece Avrasya başkentlerindeki siyasi palyaçoların “vuralım”, “asalım” sözlerinin kendilerine nasıl geri döneceği de gösterilmiş oldu. Bakü bölgesel aktör olarak güçlenirken eşitler kulübün de tam üyesi oldu.
Azerbaycan
Azerbaycan'ın iç siyasetinde, Batı'nın demokrasi adına endişe ettiği istikrar risklerinin ortadan kalktığını, Azerbaycan halkının İlham Aliyev'e yönelik artan güveniyle, artık Bakü'de iç siyasetin de uzun vadeli olarak istikrarlı hale geldiğini söylemek mümkün.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin etkilerinin, küresel ekonominin yavaşlamasının ve enerji piyasasındaki fiyat düşüşlerinin getirdiği zorluklara eklenen işgalden kurtarılan bölgelerin yeniden imar yükü ve savaşın ağır faturası, Bakü'yü mutlaka zorlayacaktır; fakat yeni statüko Azerbaycan'ı bölgenin ana transit ülkesi haline getirmiş oldu. Bakü'nün doğu-batı ve kuzey-güney lojistik hatlarının geçiş noktası haline gelmesinin, enerji gelirlerine bağımlılığını azaltacağını tahmin etmek mümkün. Karabağ'da kurtarılan bölgelerin tarımsal açıdan verimliliğinin ve Karabağ'da Ermeniler tarafından işletilen altın madeni ve hidroelektrik santralinin kontrolünün ele geçirilmesinin Bakü ekonomisine katkı sağlayacağı da aşikâr. Ayrıca bölgesel imar ve altyapı projeleri de Azerbaycan ekonomisinin canlı kalmasına katkı sağlayacaktır. Karabağ üzerinden Nahçıvan'a açılacak lojistik koridorun da büyük bir ekonomik değer taşıdığı hem bölgesel hem de küresel uzmanlar tarafından söyleniyor.
Böylece Azerbaycan'ın kazandıklarının kaybettiklerinden kat kat fazla olduğunu söylemek mümkün; fakat risklerin de arttığının altını çizmek gerekiyor. En önemli risk Azerbaycan topraklarına (barış gücü formatında da olsa) Rusya'nın askeri olarak geri dönmesidir. Askeri olarak Rusya'yı dengelemek adına Türkiye'nin de buraya kendi barış gücünü göndermiş olması istikrar için önemli gelişme, fakat Azerbaycan'ın artık iki jeopolitik devin bilek güreşi yaptığı bir masa olduğu da hiçbir zaman unutulmamalı. Daha önce ABD, İsrail ve Avrupa Birliği (AB) ile rahat ilişkiler kuran Bakü, bundan sonra öncelikle Türkiye'nin ve Rusya'nın fikrini alacaktır. Otuz yıl boyunca Ermenistan üzerinden Rusya'ya karşı sürekli çok yönlü destekleyici bir siyaset izleyen Bakü için yeni durum, elde ettiği başarıya kıyasla zorlu bir süreç olmayabilir. Hatta Bakü bu durumu, Rusya ile var olan ilişkilerini geliştirmekle, kendi lehine kullanabilir. Rusya'nın Ermenistan'daki askeri üssüne ulaşan ikmal yollarını açarak, Gürcistan yerine alternatif bir lojistik koridoru oluşturarak Bakü Rusya'yla stratejik ortak statüsüne ulaşan yeni ilişkiler geliştirebilir; böylece Rusya'nın barış gücü de Bakü için Rusya ile ilişkilerde bir teminat haline dönüşebilir. Sonuç olarak, Azerbaycan kuşkusuz bu işin kazananı oldu.
Türkiye
Karabağ savaşının bir diğer kazananının da Türkiye olduğu tartışılmaz bir gerçek. Türkiye'nin İHA/SİHA savaş taktiği daha önce de etkinliğini kanıtlamıştı; Suriye ve Libya'da düzenli ordu düzeyindeki militer güçlere karşı etkinliği göstermişti. Fakat Karabağ savaşında Türkiye'nin Azerbaycan ordusuna verdiği eğitim ve savaş taktikleri, iki düzenli ordu arasında yaşanan savaşta da Türkiye'nin başarısını sergilemiş oldu. Türkiye'nin savunma sanayiinin küresel pazarda bundan daha etkili bir tanıtımı düşünülemezdi. Jeopolitik olarak Avrasya'da ağırlığını artıran Türkiye, artık sadece coğrafi olarak bulunduğu bölgenin bir gücü veya NATO içinde Batı'ya bağlı bir güç değil, küresel çapta bağımsız bir aktör olarak algılanmaya başladı. Türkiye nükleer silahı olmadan nükleer silahlı süper güçler kulübüne girmiş oldu. Türkiye'nin İslam dünyasının da koruyucusu olarak kendi konumunu güçlendirdiğini söylersek mübalağa etmiş olmayız.
Doğudan batıya uzanan lojistik ve enerji hatlarının güvenliğini Türkiye'nin sağlayabileceği mesajı da Karabağ üzerinden net olarak verildi. Ermenistan'ın 2020'nin Nisan ayında enerji hatlarına yönelik hamlelerinin bedelini ağır ödediği, Türkiye'nin kendi ulusal çıkarlarına zarar vermeye çalışanlara ağır bedeller ödeteceği dünyaya gösterilmiş oldu. Böylece yeni Türkiye'nin yeni küresel aktörlük konumu hem Batı'ya hem de Doğu'ya kabul ettirildi. Türkiye'nin bu şekilde küreselleşmesinin, dünyanın “beşten büyük” olmasının bir sonucu olarak, ileride Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beşli yapısının da değişeceğinin, yeni küresel düzenin Türkiye olmadan kurulamayacağının erken bir emaresi olduğunu söylersek de yine mübalağa etmiş olmayız; bu, Türkiye'ye yönelik bir iltifat değil, yeni Türkiye'nin gerçeklerini ifadedir.
Rusya
Rusya Güney Kafkasya için Batı'yla girdiği çatışmada bölgeyi tamamen kaybedecekken bölgesel varlığını güçlendirmiş oldu. Bu güçlenmenin meşruiyetinin de tartışmasız olduğunu söylemek mümkün. Aslında Dağlık Karabağ'da Rusya, Kırım'da olduğu gibi, kurşun atmadan jeopolitik bir başarı elde etti. Bu başarıyı elde ederken Rusya Güney Kafkasya'yı Batı'yla değil Türkiye ile paylaştı. Putin ayrıca Ermenilere, Batılılaşmanın ağır bir bedeli olacağını da Azerbaycan silahlı güçleri üzerinden göstermiş oldu.
Ermenistan
Ermenistan'ın en büyük hatası ise geçmişte Rusya'yı, bugün ise Batı'yı komşularıyla ilişkilerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya çalışmasıydı. Kurnazlık yaparak küresel güçleri bölgesel kavgalarda kullanmaya çalışan Ermenistan, aslında küresel güçlerin oyuncağı oldu ve en kritik döneminde desteksiz bırakıldı. Bu durumdan ders çıkarıp yeni oluşan gerçeklere göre komşularıyla ilişkilerini yeniden kurması gerekirken, Ermenistan hem içeride siyasi krize sürüklendi hem de rövanşist bir akıntıya kapıldı. Net olarak kaybettiği savaşı ulusal bir başarıya dönüştürmesi mümkün olan Ermenistan, rövanşist söylemlerle iktidara gelmeye çalışan siyasi güçlerle ulusal bir felakete doğru ilerliyor. Aslında Paşinyan için bu yenilginin bir fırsat olduğunun altını çizmek gerekiyor. Yenilgi sonrası iktidardan uzaklaşmayı düşünmeyen ve attığı her adım halkı tarafından olumsuz algılanan Paşinyan, Dağlık Karabağ Ermeni sorununu Rusya'nın sorumluluğuna yükleyerek, Türkiye ve Azerbaycan ile hızla iyileşme sürecine girebilir. Eğer bu adımları atar da sınırları açarsa, Paşinyan hızla iyileşen ekonomi sayesinde yeni seçimleri kazanarak bir dönem daha iktidar olma fırsatına sahip olur. Bu fırsat Paşinyan'a istediği reformları yapma imkânı da sunar ve savaşı kaybeden, lanetlenmiş bir yönetici yerine, reformcu ve kurtarıcı olarak tarihe geçebilir. Rusya'nın ve eski yöneticilerin, Paşinyan karşıtı muhalefetle birlikte, kaybedilen savaşın da etkisiyle Paşinyan'ı eski Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili gibi siyasi mülteciye dönüştürmesi de kuvvetli bir ihtimal; fakat bundan sonra gelecek yönetim, bugün oluşan statükoya uymak zorunda kalacak. Ermenistan'ın devlet olarak varoluşunun ancak komşularıyla uzlaşan bir siyaset sayesinde mümkün olduğunun altını çizerek, aslında savaşı kaybeden Ermenistan'ın da Karabağ ateşkes mutabakatına uyarak, var olan durumu kendi lehine çevirmesi ve kazanan tarafa geçmesinin mümkün olduğu söylenmeli.
Genel olarak, bölgenin istikrarlı hale gelmesinin hem çatışmaya dahil dört ülke (Rusya, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan) için kazanç olduğunu söyleyebiliriz. Gürcistan ve İran için de bölgenin istikrarlı olmasının müspet olduğu söylenebilir; fakat Rusya'nın güçlü bir şekilde Güney Kafkasya'ya yerleşmesinin Gürcistan için endişelendirici olacağı da kesin. Türkiye'nin bu hususta denge unsuru olması Gürcistan'ın işine yararken İran için endişeye sebep olacak gibi görünüyor. Bu iki devletin yeni Kafkasya masasında küresel aktörlerle değil Türkiye ve Rusya ile doğru bir siyaset izlemesi, ulusal çıkarları açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır. Güney Kafkasya'da bölge dışı aktörlere (ABD, Fransa ya da diğer küresel güçlere) dayanarak oyun oynamaya çalışacak bölgesel devletlerin Ermenistan'ın yaşadıklarını iyi analiz etmesi gerekiyor.
[Grozni ve İstanbul'da yaşayan araştırmacı gazeteci Saslanbek İsaev Rusya, Kafkasya ve Türkiye ilişkileri alanında uzmanlaşmıştır]