“Küçük Devrimci…' 'Muhteşem Yahudi Kadın...”
Bir süredir ABD’de ilerlemiş pankreas kanserinden ötürü tedavi gören yüksek mahkeme yargıcı Ruth Ginsburg’un ölümü, Şalom gazetesi tarafından “ABD’nin Yahudi asıllı kadın Anayasa Mahkemesi Üyesi hayata veda etti” şeklinde duyuruldu

Oluşturma Tarihi: 2020-09-19 20:34:10

Güncelleme Tarihi: 2020-09-19 20:34:10

“Küçük Devrimci Yahudi… Muhteşem Yahudi Kadın”

Bir süredir ABD'de ilerlemiş pankreas kanserinden ötürü tedavi gören yüksek mahkeme yargıcı Ruth Ginsburg'un ölümü, Şalom gazetesi tarafından “ABD'nin Yahudi asıllı kadın Anayasa Mahkemesi Üyesi hayata veda etti” şeklinde duyuruldu.

Gazete, kadın yargıcın ölümü üzerine, “Ginsburg'un vefatı, seçimlere 6 hafta kala ABD siyasetinde sıcak tartışmaları da beraberinde getirebilir. Eğer Başkan Donald Trump Ginsburg'un yerine kendi siyasi görüşüne yakın bir hukukçuyu aday gösterirse, halihazırda Cumhuriyetçilerin ağır bastığı Senato'nun bunu büyük olasılıkla onaylayacağı tahmin ediliyor.” değerlendirmesinde bulunurken, ABD Başkanı Trump'ın Ginsburg için kullandığı “Muhteşem Yahudi kadın” nitelemesine dikkat çekti.

“Küçük DEVrimci Ruth Ginsburg”

Öte yandan bugünkü köşesinde yargıç Ginsburg'u “Devrimci Yahudi” olarak niteleyen Şalom yazarı Selin Milano Barlas, “Yahudi ve bir anne olduğu için meslekî ve sosyal bakımdan ayrımcılık görenlerden yalnızca biri” dediği yargıç Ginsburg hakkında özetle şöyle yazdı:

“2020, yalnız Covid yüzünden değil Amerika'yı Amerika yapan devrimci ve özgürlükçü birçok insanın kaybı bakımından çok acı bir yıl oldu.

Bir Amerikalı olarak benim daimî kahramanlarımdan biri dün öldü.

87 yaşında Washington'da hayatını kaybeden yüksek mahkeme hakimlerinden Ruth Bader Ginsburg 27 yıl ülkenin en yüksek mevkilerinden birinde görev yaptı. Yüksek mahkemeye atanan ikinci kadındı ve Yahudi'ydi. Ona cinsiyet eşitliği konusuna kendisini adamasının sebebinin ne olduğu hep sorulduğunda, “Harvard'ı birincilikle bitirip işsiz kalıp, sonra 1950'lerin Amerika'sında hamile kadınlara karşı yapılan ayrımcılığı bizzat yaşadım. Güç bela sosyal güvenlik ofisinde bulduğum işte hamile olduğum için görevimi ve mertebemi düşürdüler”, demişti.

1950'lerde uzay araştırmaları yapılan “çok gelişmiş” bir ülkede kadınlara karşı ayrımcılık gayri kanunî değildi.

Ruth Bader Ginsburg, Amerika'da kendi ülkesinde bir kadın, bir Yahudi ve bir anne olduğu için meslekî ve sosyal bakımdan ayrımcılık görenlerden yalnızca biriydi…

Hayatındaki değer yargılarını borçlu olduğunu söylediği annesi Celia Bader'i liseden mezun olmadan önceki gün kaybeden bu devrimci kadın cinsiyet ayrımcılığını hakikaten yerle bir etti… Kürtajın bir kadın hakkı olduğunu söyledi ve mücadele etti.

Federal ve eyalet kanunları kadınları birçok mevkiye geçmekten alıkoyuyordu ve hatta kadınlar jüri görevlerine dahi çağrılmıyorlardı. Bunları değiştirmekle kalmadı. ‘Cinsiyet eşitliği yalnız kadınlara mahsus değildir' diyerek incelediği İsveç modeli üzerinden davalara yaklaştı. Meşhur Weinberger vs Wiesenfeld davasında iş sahibi ve eve “ekmek getiren” taraf olan kadın doğum yaparken ölünce geliri olmayan kocası sosyal güvenlik haklarına başvurdu. Ancak yasalar yalnız dul kalan kadınları kolluyordu.

RBG bunun anayasaya aykırı ve ayrımcı bir tavır olduğunu savunarak dul erkeklere de eşlerinin ölümü ardından devlet tarafından parasal destek görme hakkını kazandırdı. 1971'de anayasanın 14. Maddesindeki kadın/erkek ibaresi yerine İNSAN tanımı kondu.

RBG bir devrim başlatmıştı.

Virginia Askerî Enstitüsü'nün yalnızca erkekleri eğitiyor olmasının her iki tarafa karşı ayrımcılık olduğunu vurguladı.

Ginsburg “aşırılaşmış genellemelere olan itibar herkesin aşağı yukarı nasıl olduğunu söyler ve bireyin becerilerini göz ardı ederken birini yüceltir ve birini eksiltir” der ve ekler “cinsiyet ayrımcılığı eninde sonunda herkesin canını yakar”.

Yılmadığı ve tepki aldığı mücadelesi sonucu Virginia'daki askeri okul karma olur…

Yüksek mahkemede kadın yargıçların sayısının yeterliliği sorulduğunda, muzip gülüşüyle “dokuz yargıçtan dokuzu da kadın olduğunda yeterli olacak” cevabını verdiğinde hafızamıza tutkusunu kazıdık…”