"Kur'an'da bahsedilen Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki Beyti Makdis olmadığına dair oryantalist iddia tek taraflı ideolojik bir tarih ve metin okumasına dayalıdır."
Şinasi Gündüz, İslami geleneğin Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya yönelik yaklaşımlarına yönelik oryantalist perspektifin ideolojik bir arka plan içerdiğini, İsra mucizesinde söz edilen Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki Beyti Makdis değil de Mekke'nin hemen yanı başındaki Cirane Mescidi olduğu iddiasının gerçeklikten yoksun olduğunu tartışmaktadır.
"Kur'an'daki Mescidi Aksa'nın yeri tartışmalarına oryantalist ilgi"
İsra suresi birinci ayette “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir” ifadesinde vurgulanan Hz. Peygamber'in tecrübe etmiş olduğu hadise üzerine günümüzde çeşitli çevrelerce bazı tartışmalar yürütüldüğü bilinmektedir.
Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya olan gece yürüyüşünü ifade eden İsra ile ilgili ayetin işaret ettiği şekilde bu hadisede Hz. Peygamber'e gösterilen ayetleri ifade eden Mirac üzerine yapılan tartışmaları birkaç noktada toplamak mümkündür.
Bunlardan birisi bazılarınca mucizevi bir tecrübe olarak İsra ve Mirac'ın birbirinden ayrıştırılması ve İsra olayı kabul edilirken ayette açıktan yer almadığı gerekçesiyle ve konuya ilişkin hadis rivayetlerinde mevcut olan birtakım eleştirel hususlardan hareketle Miracın reddedilmesidir.
Konuya dair ikinci tartışma İsra suresinde anlatılan bu hadisenin bir mucize olup olmadığı üzerinedir. Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde inkarcıların Hz. Peygamber'den risaletinin ve tebliğ ettiği kitabın gerçekliğini teyit eden açık bir mucize isteklerine olumsuz yanıt verilmesine dair ifadelerden hareketle Kur'an'ın mucizeye karşı olumsuz bir tutum takındığı savunulmaktadır. Bu bağlamda yalnızca İsra konusu değil, mucize kabilinden Kur'an'da yer alan diğer tüm anlatılar da bir şekilde rasyonalize edilmeye çalışılmaktadır. İsra suresinde anlatılan hadise ile ilgili olarak ise konuya ilişkin rivayetlerde bu olayın bedenen mi ruhen mi, uyanık halde iken mi yoksa uyku halinde bir rüya şeklinde mi gerçekleştiğine dair mevcut çeşitli görüşlerden hareketle bunun mucize bağlamında değerlendirilemeyeceği ileri sürülmektedir.
Kuşkusuz bu iki husus, derinlemesine değerlendirilmesi gereken konulardır. Burada asıl ele alacağımız, İsra ve miraca dair tartışma konusu yapılan bir başka husustur. Buna geçmeden önce, değindiğimiz bu iki hususla ilgili kısaca şu değerlendirmeyi yapmak yararlı olacaktır.
Öncelikle İsra ve Mirac hadisesi bir mucizedir. Zaten ilgili ayetin bağlamından da bu açıkça anlaşılmaktadır. Bu mucizevi olay, inkârcıların Hz. Peygamberin risaletini ve tebliğ ettiği ilahi mesajı kabul etmelerini sağlamaktan ziyade iman edenlerin Hz. Peygamber'e bağlılıkların test edilmesine yöneliktir. Nitekim anlatılara göre inkarcılar tarafından alaya alınarak kendisine bu olay anlatıldığında, Hz. Ebubekir'in “Muhammed diyorsa doğrudur” deyip, tereddütsüz bir şekilde buna imanını izhar etmesi bunun açık bir örneğidir. Bu tereddütsüz inanma, onu “Sıddık” yapmıştır.
Yine İsra ve Mirac hadiselerinin her ikisinin de temel referansının Kur'an olduğu açıktır. İsra, söz konusu bu mucizevi olayda Hz. Peygamber'in Mescidi Haram'dan Mescidi Aksaya götürülmesi, Mirac ise ayette vurgulandığı gibi burada kendisine birtakım ayetlerin gösterilmesi hadisesidir. Yükselme, yükseğe çıkarılma anlamına bizzat mirac terimi bu olay bağlamında Kur'an'da yer almamakla birlikte, İsra'nın amacı bağlamında kullanılan “ona ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye” ifadesinde Mirac kavramı zımnen mevcuttur. Müslümanlar İsra'nın amacına dair ayette vurgulanan bu durumu Mirac olarak isimlendirmişlerdir. Konuya ilişkin hadis rivayetleri gibi çeşitli anlatılarda gerek senet gerekse metin açısından sıhhati tartışılır bazı hususlar olmakla birlikte, Hz. Peygamberin İsra'nın bir parçası olarak bir Mirac tecrübesi yaşamış olduğu kesindir.
İsra ve Mirac olayında tartışılan üçüncü bir husus ise ilgili ayette söz konusu edilen Mescidi Aksa'nın neresi olduğuna dairdir. Esasen tarihsel süreçte konuya dair Müslümanların yaklaşımına bakıldığında, Mescidi Aksa'nın ilahi alemdeki bir mescid olduğu şeklindeki bazı uç yorumlar dışında, ayette belirtilen Mescidi Aksa'nın, İlya ya da Kudüs'teki Beyti Makdis olduğu konusunda bir konsensüs vardır. Erken dönem müfessirlerinden tarihçilere kadar tüm İslam alimlerinin İsra olayındaki söz konusu mescitle ilgili kanaati bu şekildedir.
Ancak bununla ilgili olarak kabaca yirminci yüzyıl ortalarından itibaren ayette bahsedilen mescidin, Kudüs'teki Beyti Makdis değil, Mekke şehrinin hemen yanı başında bulunan Cirane'deki bir mescid olduğu iddiası dillendirilmektedir. 20. yüzyıl sonlarından itibaren tefsir ve İslam tarihi alanlarında çalışan çeşitli ilahiyatçılarca da savunulan bu görüş, İsra suresinde bahsedilen gece yürüyüşünün Mekke'nin hemen kuzeydoğusundaki Serif vadisinde bulunan Cirane'deki bu mescide bir gece Peygamberin gidip gelmiş olduğu iddiasındadır. Böylelikle düşünüldüğünde bu hadisenin mucize kabilinden bir olay olarak düşünülemeyeceği tabiidir; zira 7, 8 kilometrelik bir mesafeye bir kişinin gece gidip gelmesi olağanüstü bir durum değildir.
Peki bu iddianın delili nedir ya da bir delili var mıdır? Aynı şekilde, İsra olayıyla ilgili olarak Mescidi Aksa'ya dair böylesi bir iddiaya oryantalist literatürde rastlanmakta mıdır?
Esasen Kur'an'da kullanılan Mescidi Aksa ile hadis literatüründe yer alan Beyti Makdis kavramlarına dair çeşitli iddialara 19. yüzyıldan itibaren bazı önde gelen oryantalistlerin çalışmalarında yer verildiği bilinmektedir. Örneğin bu konuda öncelikli akla gelen isim Goldziher'dir. Goldziher (1850-1921), sonraki dönemde diğer birçok oryantaliste de temel referans olan Muhammedanische Studien başlıklı çalışmasında Beyti Makdis'in kutsiyetine dair hadis ve tarih rivayetlerini ele almaktadır.
Goldziher, Beyti Makdis'e dair İslami rivayetlerin tarihsel arka planını Emevilerin erken döneminde Şam ile Hicaz bölgesi arasında yaşanan siyasal çekişmelere ve yine Hz. Ali ve Hz. Osman taraftarları arasında yaşanan kutuplaşmalara bağlamaktadır. Ona göre bu siyasal ortamda Emevi iktidarı ve bunu destekleyen raviler, Hicaz bölgesindeki mescitlere, Mescidi Haram ile Mescidi Nebi'ye karşı Kudüs'teki Beyti Makdis'i ön plana çıkarmışlar ve buranın kutsallığına dair hadis rivayetleri uydurmuşlardır. Nitekim aralarında Beyti Makdis'in de bulunduğu üç mescitte namazın diğerlerinden fazilet yönünden üstünlüğüne dair rivayet de ona göre bu dönemde uydurulmuştur. Hatta Goldziher'e göre, Emeviler dönemindeki uydurmalar bununla da sınırlı kalmamış, bir hac mekânı olarak Mescidi Haram'a karşılık Beyti Makdis ön plana çıkarılmaya çalışılmıştır.
Beyti Makdis konusunda bu iddiaları dillendiren Goldziher, söz konusu çalışmasında İsra suresinde zikredilen Mescidi Aksa'nın konumuna ya da ne'liğine değinmemiştir. Oryantalistler arasında, Mescidi Aksa'nın neresi olabileceğine dair çarpıcı bir iddia, Goldziher'in sıkı bir takipçisi olan Alfred Guillaume (1888-1965) tarafından dillendirilmiştir.
20. yüzyıl ortalarında konuya ilişkin yazmış olduğu bir makalesinde Guillaume, Mescidi Aksa'nın Müslümanların genel kanaatinin aksine Kudüs'teki Beyti Makdis değil Mekke'nin hemen yanı başında bulunan Cirane'deki mescid olduğunu iddia etmiştir. Onun bu konudaki en önemli delili ise Cirane'deki bu mescide dair erken dönem İslami kaynaklarından Vakıdi ile Ezraki'nin eserlerindeki verilerdir. Gerek Vakıdi gerekse Ezraki, Cirane'de tabiun döneminde bir Mescidi Aksa'dan (en uzak mescid) ve bir de Mescidi Edna'dan (en yakın mescid) bahsetmektedir.
Guillaume'ye göre İsra suresinde bahsedilen mescid bu olmalıdır. Ona göre İsra suresinde bahsedilen olay da Müslümanların kanaatlerinin aksine Peygamberin Mekke döneminde değil Medine döneminin sonlarında Hicri 8. yılda gerçekleşmiş olmalıdır.
Peki bu iddia, yani İsra suresinde söz edilen Mescidi Aksa'nın Cirane'deki mescid olduğu iddiası doğru mudur?
Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki mescid, yani Beyti Makdis olamayacağına dair yapılan güncel tartışmalarda sıklıkla dile getirilen bir argüman da Hz. Peygamberin bu hadiseyi yaşadığı esnada Kudüs'te böylesi bir mescidin fiilen mevcut olmadığı görüşüdür. O dönemde Beyti Makdis'in tamamen bir yıkıntıdan ibaret olduğu ve Peygamberin yolculuk yapabileceği bir mescit yapısının ayakta olmadığı görüşü de Kur'an'da geçen Mescidi Aksa'nın bir başka yerde aranması çabalarına gerekçe yapılmıştır.
Öncelikle İsra suresindeki Mescidi Aksa'nın Cirane mescidi olduğu iddiasının gerçeklikten tamamen uzak olduğunu vurgulamak gerekir. Zira Hz. Peygamber'in hicretin sekizinci yılında namaz kıldığı bir yer, bir musalla olan ve bunun hatırasına sonraki dönemlerde inşa edilen mescidin İsra olayına konu olan mescitle bir ilgisinin olmadığı ortadadır. Tüm kaynaklarda İsra olayının Hicret öncesi dönemde peygamberimizin Taif seferinden dönüşü sonrası yaşandığı anlatılmaktadır. Bu dönemde Cirane'de herhangi bir mescid yoktur. Zaten, ileri sürdüğü iddia önünde bunu bir engel olarak gören oryantalist Guillaume da İsra olayının Medine döneminin sonlarına doğru yaşanmış olabileceği iddiasıyla kendince bu güçlüğü aşmaya çalışmaktadır.
Cirane mescidini Mescidi Aksa olarak tanımlayan Vakıdı ile Ezraki bu mescidi İsra olayında söz edilen Mescidi Aksa ile ilişkilendirmemektedir. Onlar Cirane'de Kureyşli bir kişi tarafından inşa edilen iki mescidden, Mescidi Aksa ile Mescidi Edna'dan söz etmektedirler. Bu mescidlerin inşası gibi bunlar için yapılan Aksa (en uzak) ve Edna (en yakın) nitelemeleri de Hz. Peygamber sonrasına aittir.
Diğer taraftan Peygamberimizin İsra ve Mirac tecrübesini yaşadığı dönemde Kudüs'te bir mescidin olmadığı tezi de doğru değildir. Beyti Makdis'in (Bet ha-Mikdaş) milat öncesi 6. yüzyıl sonlarında tekraren inşa edilen yapısının milattan sonra 70 yılında Romalılarca yıkıldığı ve Hz. Peygamber döneminde de bu şekilde olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte bir mekân olarak mabedin bulunduğu alan ibadetlerde kutsal kabul edilen bir kıblegâh olarak mevcudiyetini sürdürmüştür. Nitekim Yahudiler bugün olduğu gibi o dönemde de Bet ha-Mikdaş'ı ifade eden bu kutsal mekâna ibadetlerinde kıble olarak yönelmekteydiler. Kaldı ki Hz. Peygamber de risaletin başlangıcından itibaren Hicret sonrası kıble ayeti nazil oluncaya kadar namazlarında bu mekâna yönelmiştir.
Dolayısıyla İsra mucizesi bağlamında Kur'an'da söz edilen Mescidi Aksa, Kudüs'teki bu kutsal mekâna dair bir kavramdır. Bir bina ismi olmaktan öte namaz ibadetinde yönelinen kutsal mekâna dair uzak mescid şeklindeki bir tanımlamadır.
Gerek Goldziher'in hadis rivayetlerindeki Beyti Makdis kavramına dair iddiasında gerekse onun sıkı takipçisi olan Guillaume'ın Kur'an'daki Mescidi Aksa kavramının Kudüs'teki Beyti Makdis olamayacağına dair yaklaşımlarında, Kudüs'ün İslam tarihindeki önemini erken dönem İslam tarihindeki siyasal çekişmelere bağlamaları dikkat çekicidir. Onlara göre Kudüs ve Kudüs'teki mabedin Hz. Peygamber döneminde böylesi bir kutsiyeti yoktur. Hatta buna göre Peygamberin namazlarında erken dönemde Kudüs'e yönelmesi bile taktik bir siyaset olmalıdır.
Onlara göre siyasal çekişmeler bağlı olarak Kudüs'e dair geliştirilen bu kutsiyet, Kur'an'daki Mescidi Aksa isminin Emeviler döneminde Kudüs'te inşa edilen bir yapıya isim olarak verilip burasının kutsanmasıyla oluşturulmuştur. Ancak ne Kudüs'e ne de buradaki mabedin kutsiyetine dair bir yaklaşım Emeviler öncesi dönemde söz konusu değildir.
Oryantalistlerin bu iddiasının tek taraflı ideolojik bir tarih ve metin okuması temeline dayalı olduğu aşikardır. Zira böylesi bir iddianın, bilinen en erken dönemlerden itibaren adeta mütevatir bir haber şeklide Müslümanlar arasında kabul gören kanaate aykırılığı ve tarihsel gerçeklikten yoksunluğu ortadadır.
Son olarak, bazı günümüz araştırıcıların zaman zaman çalışmalarında tartıştıkları gibi, bu oryantalist tezin 19. yüzyıl sonlarından itibaren Filistin bölgesine ve özellikle de Kudüs'e yönelik Batı merkezli politik hedeflerle bir ilgisinin olup olmadığı da üzerinde durulmaya değerdir. Örneğin Mescidi Aksa'nın Kudüs'teki mescit değil de Cirane mescidi olduğu tezini dillendiren Guillaume'ın oryantalist bir akademisyen olma yanında aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı'nda Mısır'da İngiliz Orduları Yüksek Komiserliği'ne bağlı Britanya Hükümeti Arap Bürosu'nda yüzbaşı rütbesiyle çalışmış olan bir kişi olması ilginçtir. Özellikle Kudüs'e ve Filistin'e yönelik Siyonist emellerin İngilizler himayesinde gerçekleştirilmiş olduğu düşünüldüğünde bu daha da dikkat çekicidir.