Bugünlerde medyada Irak'tan kaçırılan ve Hobby Lobby adlı bir perakende zinciri üzerinden Oklohama'daki Bible Müzesine konulan meşhur Gılgamış Destanı'na ait bir çivi yazısı tabletin ABD federal hükümetine aktarıldığına dair bir haber dolaşıyor. Buna göre ABD federal hükümeti, Irak'ta keşfedilmiş ve günümüzden 4000 yıl öncesine ait olan bu tabletin yasal olmayan yollardan ülkeye sokulduğu gerekçesiyle tablete el koyuyor.
ABD ve müttefiklerinin 2003'teki Irak işgali sonrası geçen dönemde Irak müzelerinden binlerce tarihi eserin yağmalanıp Batı ülkelerine kaçırıldığı biliniyor. Bir veriye göre Bağdat'taki Irak Ulusal Müzesinden 35 bini aşkın tarihi eser çalınmış. Irak dışına kaçırılan bu eserler birtakım aracılar vasıtasıyla, Batı ülkelerinde müzelere, antika toplayıcılarına ve koleksiyonerlere satılmış. Büyük ihtimalle Gılgamış destanına dair bu çivi yazılı tablet de bunlardan biri…
Gerçi işgal altındaki Irak'ta sadece müzeler değil, kütüphaneler, arkeolojik bölgeler, kazı alanları, mabetler ve diğer birçok kültür eseri yağmalanmış durumda.
Benzer şekilde Afganistan'a müdahale ederken de amaç kaosun ve terörün önlenmesi, alt edilmesi ve bölgeye huzurla barışın gelmesiydi.
Kabaca 20 yıllık işgal süresinde bölgede barış, huzur ve insan haklarının egemenliğindeki bir ortamın inşası bir tarafagerek Irak gerekse Afganistan ABD ve müttefiklerinin fiili müdahalesi altında daha fazla kaosa, şiddete ve terör ortamına mahkûm edildi. Milyonlarca insan yaşamını yitirdi, halklar açlığa, yokluğa ve yoksulluğa mahkûm edildi; milyonlarcası yerini yurdunu terk etmek durumunda kaldı. Dahası bu 20 yıllık sürede envaı çeşit şiddet ve terör örgütü ortaya çıktı, çıkarıldı.
Yaşanan süreçte, bu ülkelerin yalnızca sosyal ve siyasal yapıları altüst edilmekle de kalınmadı; ekonomik ve kültürel kaynakları da yağmalandı.
Bugünlerde medyada ABD'nin Afganistan'dan sonra Irak'taki muharip askeri faaliyetlerini de sonlandıracağına dair haberler dolaşıyor.Anlaşılan ABD ve müttefikleri 20 yıldır fiili güç bulundurdukları bu ülkelerde misyonlarını tamamlamışlar. Bölgede yaşanan gelişmelere bakıldığında insan şu soruyu sormadan edemiyor: Bu misyon, yöre halklarının geleceğini ipotek altına alan bitmek bilmeyen çatışma ortamının tesis edilmesi miydi? Aynı şekilde yörenin ekonomik ve kültürel zenginliklerinin yağmalanması ve yüzyıllardır bir arada yaşamış olan farklı etnik ve dini grupların birbirine düşman edilmesi miydi?
Irak ve Afganistan'daki muharip güçlerini çekme kararı alan Batılı güçler kendilerini daha doğrusu silahlı güçlerini bölgede yol açtıkları ve bir türlü bitmek bilmeyen kaos ve şiddet sarmalının dışında tutarak görevi halihazırda kendileri adına vekalet savaşı yürütüyor olanlara bırakacak gibi gözüküyor.
Bu yazının amacı demokrasi ve insan haklarını tesis etmek görüntüsü altında bölgeyi işgal eden hegemonik güçlerin kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda bölgeyi nasıl dizayn ettiklerini tartışmak değil… Bu süreçte bölgede barış, istikrar ve karşılıklı güven ortamının yok edilmesi, belki yüzlerce yıl sürecek düşmanlık tohumlarının atılmış olması, doğal kaynakların peşkeş çekilmesi ve yörenin insan kaynaklarının heba edilmesi üzerinde durulması gereken çok önemli gelişmelerdir. Kuşkusuz bu hususta çok şey söylenebilir…
Ancak küresel güçlerin fiili müdahalesi ve işgal sürecinde bölgede yaşanan kültürel tahribatve bölgenin kültür hazinelerinin yağmalanması da bir o kadar önemlidir.
Irak'ın kültür hazinelerinin yağmalanıp yok edilmesi denildiğindeçoğu kişinin aklına öncelikle İşid ya da Daeş geliyor. 2014'ten 2017 sonlarına kadar fiili olarak Irak'ın yaklaşık dörtte üçünü işgal eden bu örgütün başta Musul, Ninova gibi bölgeler olmak üzere Irak'ın arkeolojik eserlerine ve kültürel varlıklarına karşı nasıl yıkıcı bir tahribat yaptığı biliniyor. Hatta kendi ideolojisiyle uyuşmadığı gerekçesiyle camilere, mescitlere, kiliselere, türbelere ve mezarlıklara karşı adeta savaş açtığı, bölgenin kültürel zenginliğini yok etmek için elinden geleni yaptığı da biliniyor.
Benzer bir durum, Taliban kontrolündeki Afganistan topraklarında yaşananlar konusunda da söylenebilir. Taliban'ın da kontrol ettiği bölgelerde başta bazı Budist kutsal mekanları olmak üzere arkeolojik zenginliklerin tahrip edildiği bir vakıa...
Ancak işgal altındaki ülkelerde kültürel tahribat ve yıkım yalnızca bu örgütlerin faaliyetleriyle sınırlı değil… Bölgedeki kültürel tahribat ve yıkım, ABD ve müttefikleri gibi hegemonik güçlerin işgaliyle birlikte başladı. İşgalin, kültürel varlıkların yıkılıp yağmalanmasını, yurtdışına kaçırılmasını adeta maskeleyip meşrulaştırdığı bir gerçek.
Gerçi bu topraklardaki kültürel yağma ve hırsızlık yalnızca bugüne has değil…Kabaca 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batılı güçlerin bölgede siyasal, ekonomik ve askeri gücünü iyiden iyiye hissettirmesiyle yaşanan bir gerçek bu… Siyasal ve askeri güç, bölgenin her türlü kaynağının sömürülmesine, arkeolojik ve tarihsel eserlerin yağmalanmasına ve bölgenin kültürel zenginliğinin çalınıp Batıya kaçırılmasına vesile olmuş. Böylelikle Irak, Suriye ve Anadolu'dan Hindistan'a ve Mısır'a kadar bölgedeki kültürel eserler, sıklıkla yerel yöneticilerin de iş birliğiyle yağmalanmış.
Berlin, Londra, Paris ve New York gibi kentlerdeki müzeleri ziyaret edenlerin bu yağmaya dair sayısız ize rastlaması mümkün…
1980'li yıllarda lisanüstü eğitim yapmak üzere gittiğim Durham Üniversitesi School of Oriental Studies'teki ilk günümde bölüm müzesindegördüklerime çok şaşırmıştım. Bir fakültenin müzesinde içinde bulunduğumuz bölge de dahil Doğuya ait devasa bir koleksiyon vardı. Ortadoğu'dan Uzakdoğu'ya kadar geniş bir coğrafyaya ait tarihsel ve arkeolojik eserler sergilenmekteydi. İster istemez bu eserlerin nasıl buraya getirildiği sorusuzihnimi kurcaladı… Tabi British Museum'da ya da Berlin ve New York gibi metropolitlerdeki müzelerde sergilenenleri bununla kıyaslamak mümkün değil…
İçinde bulunduğumuz coğrafyanın kültürel varlıklarının yağmalanması yalnızca bu arkeolojik ve tarihsel eserlerle sınırlı da değil… Yazma eserler başta olmak üzere benzeri birçok kültür hazinesi de bölgeden çıkarılarak ya da kaçırılarak Batı kütüphanelerine konulmuş.
Örneğin Oxford'daki Bodleian Kütüphanesindeki Drower Koleksiyonu bunlardan birisi… 20. Yüzyıl başlarında Irak İngiliz işgali altındayken Sabiilere ait onlarca kutsal metnin orijinal yazma nüshaları bir asker eşi olan Ethel S. Drower tarafından toplanmış ve İngiltere'ye götürülmüş. Drower Koleksiyonu 50'nin üzerindeki bu eserlerden oluşuyor. Bu yazma eserlerden bir kısmının orijinal nüshalarının Sabiilerin elinde olmaması çok ilginç…
Kültürel eserlere dair bu yağmaya başka yerlerden örneğin Mısır'dan, Suriye'den, Filistin'den, Anadolu'dan da birçok örnek verilebilir.Örneğin Bergama'daki Athena Tapınağı, Zeus Sunağı örneklerinde olduğu gibi Batı Anadolu'daki antik yerleşim merkezlerinden sökülüp götürülerek Berlin'de ve diğer Batı şehirlerindeki müzelerde sergilenen bu topraklara ait birçok kültür varlığı bilinmektedir.
Peki, tüm dünyaya demokrasi, temel hak ve hukuk dersi vermeye çalışan Batılı güçler bu yağmayı nasıl meşrulaştırıyor? Türkiye ve Mısır gibi ülkelerin bazen ciddi uğraşlar vererek kaçırılan sınırlı kültür varlıklarını geri almaya çalışmaları bir tarafa, şu ya da bu şekilde yağmalanıp kaçırılan bu eserleri neden ait oldukları ülkelere geri vermeye yanaşmıyorlar?
Bu konuda bunların insanlığın ortak değerleri olduğu, kendi kaynak bölgelerinde bu eserlerin yok edilme ihtimalinin bulunduğu, bunların Batılı ülkelerde daha iyi muhafaza edileceği gibi birçok argüman ileri sürülüyor. Ancak bunların gerçekte bir tutarlılığı ve dahası haklılığı yok.
Kültür hazineleri bir coğrafyanın sosyal ve tarihsel kimliğini oluşturur. Geçmişle bugün arasında bir köprü vazifesi görür. Bugüne bir anlam kazandırır. Dolayısıyla bu eserlerin o coğrafyadan koparıp kaçırılması öncelikle bu kimliğe açılan bir savaştır. İnsanın geçmişle, tarihle bağlarının kopartılması köksüzleştirilmesidir.
Yağmalanıp kaçırılan kültürel eserlerin kaynak ülkelerde korunamayacağı yok edileceği şeklindeki bir argümanın tutarsızlığı ve yanlışlığı aşikardır. Işid gibi modern zamanlarda üretilmiş proje karanlık yapılardan hareketle bunu savunmak tutarsızdır. Bu arkeolojik ve tarihsel zenginliklerin bu zamana kadar bu ülke halkları tarafından korunup bugüne kadar taşınmış olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla böylesi argümanlar yalnızca yapılan yağmayı meşrulaştırmaya yönelik bahane üretmeden öte bir anlam taşımıyor.