Kutsala saygısızlığın dayanılmaz hafifliği
Prof. Dr. Şinasi Gündüz, “Kutsala saygısızlığın dayanılmaz hafifliği” başlıklı yazısında son günlerde Hz. Âdem üzerinden İslam’ın kutsallarına yönelik ithamlara dair tartışmaları ele alıyor. İslam’ın kutsallarına yönelik yakışıksız itham ve saldırıların yalnızca Batı ülkelerinde değil kendi toplumumuzda da olduğuna dikkat çekiyor ve böylesi tutum ve tavırların farklı kesimler arasındaki önyargıları derinleştirdiğini, karşılıklı kutuplaşmayı ve nefret dilini yaygınlaştırmakta olduğunu vurguluyor.

Oluşturma Tarihi: 2022-01-26 16:54:45

Güncelleme Tarihi: 2022-01-26 16:54:45

Farklı inanç ve düşüncedeki insanlarla ilişkiler açısından Kur'an'da En'am suresinde Müslümanlara yönelik şu ilahi ikaz çarpıcıdır:

“Onların Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah'a söverler. …”

Bununla Kur'an, müşrikler tarafından Allah'tan başka ilah edinilip tapılan şeylere Müslümanların sövmesini, küfretmesini uygun görmemekte, yasaklamaktadır. Zira aksi bir durumda böylesi bir davranışın karşıdakileri de ajite edeceğine, karşılıklı küfürleşmeyi, hakareti ve nefreti tetikleyeceğine dikkati çekmektedir.

Kuşkusuz Kur'an, yanlış inanç ve tutumlarla, batılla mücadele eder. Allah'tan başka varlıkların, şeylerin ilahlaştırılmasını ve rableştirilmesini şiddetle eleştirir; bunun kişiyi dalalete, helake sevk edeceğinin altını çizer. Bununla birlikte insanlar arası ilişkilerde, tartışma ve eleştiride Müslümanları ahlaki seviyeyi düşürmemeye, müşriklerin ilahlarına yönelik sövgüden uzak durmaya çağırır.

Bu doğrultuda düşünce ve inanç düzleminde yanlışla batılla mücadele ederken Müslümanın, inancı ve düşüncesi ne olursa olsun insanların kutsallarına küfretmemesi İslam'ın insanlar arası ilişkilerde öngördüğü temel bir prensiptir.

Bu prensibin, hem insanlar arasında aksi bir durumda gelişebilecek karşılıklı küfürleşmeleri, hakaretleri engelleyeceği hem de insanların hak ve hakikat konusunda birbirleriyle konuşmaları için gerekli ortamın tesisini sağlayacağı aşikardır.

İslam'ın insanlar arası ilişkilerde öngördüğü bu önemli ilke karşısında, günümüzde insanların kutsallarına yönelik nefret dilinin, saygısızlığın, alayın ve hakaretin sıkça gündemde olduğu bir gerçektir. Bu durum farklı kesimler arasındaki önyargıları derinleştirmekte, karşılıklı kutuplaşmayı ve nefret dilini yaygınlaştırmaktadır.

Örneğin çeşitli Batı ülkelerinde Kur'an'a, Hz. Peygambere ve cami, minare gibi İslamin şiarı olan unsurlara yönelik fiili, medyatik, psikolojik türlü saldırıların Müslümanlar nezdinde nasıl derin yaralar açtığı ortadadır. Bu tarz tutum ve tavırların şu ya da bu nedenle görmezden gelinmesi ve müsamaha ile karşılanmasınınyalnızca İslam ve Müslüman düşmanı çevrelerin nefretine hizmet ettiği ve İslamofobinin yaygınlaşmasına katkı sağladığı açıktır.

İslam'ın kutsallarına yönelik yakışıksız itham ve saldırıları yalnızca Batı ülkelerinde değil maalesef kendi toplumumuzda da görmek düşündürücüdür. Benzer bir durum, son zamanlarda Hz. Adem'le (as) ilgili yapılan tartışmalarda da gözlemlenmektedir.

Hz. Âdem konusunda günümüzde yaşanan tartışmalara bakıldığında kutsala saygıya dair İslam'ın öngördüğü temel ahlaki ilkenin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Bir peygamber olarak Hz. Adem'i cehaletle itham etmenin, onu ve eşini alaya almanın savunulabilir bir tarafının olmadığı, en basit haliyle hem peygambere hem de onun peygamberliğine iman edenlere bir saygısızlık olduğu aşikardır. Dahası böylesi bir tavrın, insanlar üzerinde kışkırtıcı bir etki yapacağı, birbirlerine ve birbirlerinin kutsalına yönelik benzeri tavırlara yönelteceği de açıktır.

Böylesi bir durumda insanlığın atası olarak Hz. Adem'in yeryüzünde bir halife olarak yaratılışı sonrası yaşadığı tecrübeden ve olaylardan hareketle Hz. Adem'e yönelik bu ithamın meşrulaştırılmaya çalışılmasının yanlışlığı da ortadadır.

Bir Müslüman için Hz. Âdem, hem ilk insan, insanlığın atası hem de peygamberler zincirinin ilk halkasıdır. İlk insan ve ilk peygamber olarak o, Allah tarafından eğitilmiştir. Allah, Hz. Adem'in şahsında insana hakikatle nasıl buluşması gerektiğini, bir günah işlediğinde nasıl tövbe edip tekrar Rabbine yönelmesi gerektiğini öğretmiştir.

Müslüman, Kur'an'da altı çizilen tüm esaslara iman eden, tüm iman ilkeleri gibi peygamberlere imanı da yaşamında temel ilke edinen kişidir.

Kim olursa olsun, ister inansın ister inanmasın herkesin de Müslümanın bu inancına saygı göstermesi beklenir.

Esasen ister inanç, düşünce, iman isterse tutum ve tavır bağlamında olsun kutsalla ilişki insan yaşamında temel bir fenomendir.

Nitekim birçok din bilimciye göre dinin temelinde yer alan önemli hususlardan birisi insanın kutsalla kurduğu ilişkidir. Kutsal algısı ve kutsala yönelik düşünce, tutum ve tavır dinde ağırlıklı bir yer tutar.

Sıra dışı ya da olağanüstü bir anlam taşıması, sıradan şeylerden farklı bir güce sahip olması ve etkileyiciliği gibi özellikleri kutsalı kutsal olmayandan ayırır.

İnsanın kutsalla ilişkisinin temel ilkesi; kutsala saygı göstermesi, onun kutsiyetine halel getirecek düşünce, tutum ve tavırlardan kaçınmasıdır.

Tanrı inancına yer veren dinlerde kutsallığın en üst ifadesi Tanrı'dır; kutsal kabul edilen her şey kutsiyetinin kaynağını kutsallar kutsalı ya da en üst düzeyde kutsal olan Tanrı'dan alır. Üstün güç olarak Tanrı kutsallığın sınırını ve mahiyetini belirleyendir.

Örneğin İslam'da, Allah'ın güzel isimleri arasında kuddus da vardır. Kuddus olarak Allah kutsallıkta en yüce, en mükemmel olandır.

İnsan, yaşamın kutsallığından Allah'ıntüm emirlerine,koymuş olduğu tüm sınırlara riayete, kitaba ve peygamberliğe kadar tüm kutsal alanlarda belirleyici olan mutlak otorite Allah'tır. Müslüman, kutsalla ilişkisini Allah'ın belirlediği sınırlar ve emirleri doğrultusunda kuran kişidir.

Bu doğrultuda Müslüman kişinin peygamber inancı ve bir peygamber olarak Hz. Adem'e yönelik inanç ve kanaatinin kaynağı da Allah'ın kitabıdır.

Bu arada kutsal yalnızca geleneksel anlamda din olarak nitelenen yapılarla da sınırlı değildir. Kendisini bir dine bağlı görsün görmesin hemen her insanın ve toplumsal yapının kutsalları vardır. İnsan yaşamında ve sosyal yapıda gelenek, devlet, bayrak, ideolojik ya da siyasal aidiyet, lider, hatta sermaye, para, makam ve moda gibi şeyler,kutsal olarak nitelenmese de insan yaşamında oluşturduğu olağanüstü değer ve etkileyicilik açısından dinin kutsalıyla karşılaştırılabilir özelliktedir.

Tüm bunlar dikkate alındığında insan için kutsalsız bir yaşam ve kutsalsız bir dünya mümkün değildir. Farkında olunsun olunmasın birçok kutsal insanı çepeçevre kuşatmış durumdadır.

Böylesi bir gerçeklikte din, örneğin İslam insanın kutsalla ilişkisinin sınırlarını belirlemekte, kutsalı ve kutsalın referansını tanımlamakta ve insanı yanlışa ve helake yönelten kutsal algılarına karşı insanı uyarmaktadır.

İslam, insanın yanlış kutsal algılarını eleştirip reddedip bunlara yönelik insanı uyarsa da insanın şu ya da bu şekilde kutsal olarak kabullenip yaşamında yer verdiği şeylere yönelik hakaret, sövgü içeren kaba bir dil kullanmayı uygun görmez.

Gerek Batı toplumlarında gerekse içinde yaşadığımız toplumda gündem oluşturan dinin, İslam'ın kutsallarına karşı yakışıksız itham ve saygısızlıkta bulunmanın özgürlük, ifade özgülüğü gibi kavramlarla meşrulaştırılması da kutsal fenomeni açısından dikkat çekicidir. Özgürlük kavramı, modern dönemde çeşitli çevrelerce adeta kutsanan bir kavram olarak karşımıza çıkmakta ve dinin kutsallarına yönelik her saygısızlık, her hakaret bu kavram ile meşrulaştırılmaktadır.

Ancak inanan insanların kutsallarına yönelik saygısızlığın özgürlükle ifade özgürlüğüyle ilişkilendirilmesinin tutarlı bir tarafı yoktur. Zira özgürlük, başkalarının hak ve hukukuna saygıyla birlikte düşünülmesi gereken bir değerdir. Yani bir kişinin özgürlüğü bir başkasının kutsalına yapılan bir saygısızlığa ve hakarete kılıf olamaz, olmamalıdır.

Son günlerde Hz. Âdem üzerinden yürütülen tartışmalara bu açıdan bakmakta yarar vardır.