TİMETURK | HABER MERKEZİ
Terör örgütü IŞİD'in eylemleri, yaydığı dehşet ve buna bağlı olarak Suriye ile Irak'ta yaşananlar, günümüzde uluslararası ilişkiler gündeminin başlıca maddesi. Küresel büyük aktörler ve kuşkusuz bölgesel güçler bu sorun kümesinin tarafı ve belirleyeni. İçinden çıkılmaz bir hal alan IŞİD'e yönelik mücadele konusunda her kafadan farklı bir ses çıkıyor ancak ne yazık ki yıllardır ciddi bir başarı elde edilemiyor.
Musul'a yönelik başlatılan operasyon bu anlamda kayda değer bir girişim olarak değerlendiriliyor. Ancak bu operasyon ne kadar sürecek? Nihai bir başarı sağlanabilecek mi? IŞİD, Musul dışına mı çıkarılacak yoksa tamamen ortadan kaldırılabilecek mi? Musul kurtarıldıktan sonra nasıl bir düzen kurulacak? Bağdat yönetimi ile kuzey bölgesinin farklı unsurları arasında nasıl bir eşgüdüm sağlanacak? Küresel ve bölgesel aktörler nasıl yaklaşımlar sergileyecek? Cevabı ne yazık ki belirsiz bu soruları arttırmak mümkün.
"HALKLARI BÖLMEK İÇİN ZEMİN ÇOK UYGUN"
Osmanlı döneminde bugünkü Irak'ın üç eyalet Bağdat, Musul ve Basra gibi düşünüldüğü hatırlanırsa, kuzeyi temsil eden Musul'dur. Bölgenin merkez ve çevresi dikkate alındığında özellikle de güney bölgesiyle karşılaştırıldığında etnik ve dinsel açıdan oldukça karışık olduğu görülebilir. Arap, Kürt, Türkmen ve Yezidilerin bulunduğu bölgede dini bakımdan Sünniler çoğunluk olmakla birlikte Şii nüfus da var. Bu tablodan da anlaşılabileceği üzere halkları bölmek ve çatıştırmak için son derece uygun bir zemin mevcut.
Bölgede karmaşanın ve istikrarsızlığın müsebbibi IŞİD, kuruluşundan beri elini, Saddam sonrası dönemdeki dışlanmışlıklar, etnik ve dinsel problemlere dayandırarak güçlendirme çabasında. Musul operasyonu kapsamında farklı bölgelerden gelecek özellikle Şii unsurlar IŞİD'in varlığını ve etkisini korumasına hizmet edecek. Sünni-Şii ayrımı yapılırken bunun sadece bölge içi ve dışı bir ayrım olmayıp örneğin Türkmenler arasında da Sünni ve Şii grupların yaşadığı göz ardı edilmemeli.
IŞİD'E KATILANLAR ve DİĞERLERİ
Mezhep temelli sorunların yanında kuşkusuz etnik gruplar arasındaki dengeler de son derece hassas bir zemin üzerinde. Bölgedeki Türkmenler, uzun yıllardır son derece kötü şartlar altında yaşıyor. Kürtler, her ne kadar bölgede en iyi örgütlenmiş ve yönetimini kurmuş gözükse de, aralarında ciddi sorunlar yaşanıyor ve bir iktidar mücadelesi mevcut. Arap nüfusun durumu da paralel şekilde IŞİD'e katılanlar ve diğerleri şeklinde ikilik gösteriyor.
İşte böylesi sorunlu ve girift ilişkilerin yaşandığı Musul'da, operasyon başladı derken bile tereddütler yaşanıyor ya da bunun easında bir 'ön operasyon' olduğu bile iddia ediliyor. Açık söylemek gerekirse bu harekat, Bağdat Hükümeti'nin sonuç almakta yetersiz kalıp uluslararası koalisyon kuvvetlerinin desteğiyle başlattığı bir girişim. Başlatılan operasyonu, ordu, polis gücü, peşmergeler, Şii milis güçleri, Musul'un yerel Sünni askeri örgütleri ve farklı yapıların yer aldığı bir ortaklık gerçekleştiriyor. Bir anlamda, Musul operasyonu iç içe girmiş farklı büyüklükte ve güçte yapıların kendi öncelik ve çıkarları doğrultusundaki eylemi.
ABD'nin başını çektiği koalisyonun önderliğinde uzun zamandır yapılması beklenen Musul'a müdahale 17 Ekim gecesi başladı. Bu operasyonun ne boyutta olacağı ne kadar süreceği hatta kimlerin katılacağı uzun süre tartışıldı. Operasyon hassas bir denge ve politik zemin üzerinde sürdürülüyor. Rusya ve İran'ın konumu yakından ve hassasiyetle izleniyor. Satranç tahtası şeklini alan Musul üzerinde tüm taraflar hamlelerini çok düşünerek ve dikkatle gerçekleştiriyor.
OPERASYONDA "TÜRKİYE'NİN VARLIĞI"
Kuşkusuz bu operasyonda IŞİD'in bulunduğu iki ülkeye de komşu olan Türkiye'nin konumu ve rolü son derece önemli. Önemli; ama kim ya da kimler için? Açık bir şekilde sormak gerekirse bu operasyonda Türkiye'nin yer alması bölgede çözüm ve barış için bir destek mi ya da köstek midir? Türkiyesiz bir barış ve çözüm kalıcı olabilir mi?
Türkiye, Osmanlı'nın uzun yüzyıllar yönettiği ve dengelerini biraz da kendi oluşturduğu alanın kuzey sınırını teşkil ediyor. Irak'ın kuzeyi İran-Irak savaşından bu yana Türkiye için ciddi bir risk ve sorun oluşturuyor. İstikrarsızlığın ve belirsizliğin hüküm sürdüğü bölgede, Türkiye aleyhine faaliyet gösteren örgütler yuvalandı ve eylemlerini buradan gerçekleştirdi. Geçmiş yıllarda Irak Kürtleri tarafından izlenen politikalar, Türkiye açısından yeni problemlerin kaynağını oluşturdu. Tarihi olarak bölgede bulunan Türkmenler sürekli olarak birçok farklı grubun hedefi oldu ve yıllardır zor şartlarda ve kimi zaman da yerlerinden edilerek yaşamaya mahkum edildiler. Türkiye, dönem dönem buradan gelen göç dalgalarıyla karşılaştı ve halkların mağduriyetine izin vermeyerek elinden gelen desteği verdi.
Türkiye, bu bölgeden sürekli mağdur olan, buna rağmen de insani konular söz konusu olduğunda tüm halklar için elinden geleni yapan bir devlet olduğunu net bir şekilde ispatladı. Ankara'nın herhangi bir yayılma hedefi olmadığı gibi Irak'ın demografik yapısına en kötü zamanlarda bile müdahale etmediği herkesin malumu. Türkiye'nin Suriye ve Irak'tan en büyük beklentisi oradaki çatışma ve gerginliklerin son bulması.
TÜRKİYE'NİN AMACI
Musul operasyonu söz konusu olduğunda Irak yönetiminin Başika üssünden dolayı Türkiye karşıtı söylemi ve Türk askerinin yayılmacı bir emeli olduğunu iddia etmesi anlaşılır bir tutum değil. Türk askeri konusunda ilk rahatsızlık duyması beklenen kesim kuzeydeki halklar ve gruplardır. Ama başta Kürtler olmak üzere bu kesimlerden, Türk askerinin bir tehdit unsuru olduğu yönünde herhangi bir tepki gelmiyor. Türkiye'nin amacı, oradaki demografik yapının bozularak IŞİD sonrası yeni çatışma ve savaşlara sebebiyet verilmemesi ve tabii ki bu aşamada IŞİD'ten kaçanlarla yeni bir göç dalgasına yol açılmaması.
Türkiye, Musul operasyonuna katılması ve barışın sağlanmasına yönelik müzakerelerde masada olması için ısrar edilmesi gereken başat bir aktör. İlk olarak askeri operasyon perspektifinden bakılacak olursa, Türkiye gibi böylesi güçlü bir askeri gücün kuzeyden destek vermesi, Suriye'deki varlığı da hesaba katıldığında DEAŞ'ın kıstırılıp yok edilmesinde hayati bir değer taşıyor. Ayrıca Musul'un yerel güçlerini yetiştirerek onların savaş eğitimine ciddi katkı yaptığı unutulmamalı. Türkiye'nin peşmerge ve Türkmenlerle iyi ilişkileri de düşünüldüğünde sorunun hızla çözümünde eşi bulunmaz bir anahtar değerinde.
Türkiye, Musul'daki barış ve uzlaşma sürecinde yani diplomasi masasında da değerli katkılar sunabilir. Sünni-Şii ihtilafına yönelik Suudi Arabistan ve İran arasında köprü olabilir ve gerginliği alt seviyeye çekebilir. Türkmen-Arap ve Kürt ilişkilerinde yapıcı rol oynayabilir. Öte yandan, bölgede mağdur olan nüfusa insani yardım götürülmesinde belki de en etkin devlet Türkiye. Özellikle AB ülkelerinin korktuğu yeni nüfus hareketini güvenli şekilde durdurabilecek neredeyse tek aktör. Bu süreçte, Türkiye'nin ABD ve Rusya ile ilişkilerinin de dengeli ve olumlu bir zeminde sürmesi kuşkusuz stratejik açıdan önemli.
Türkiye'nin anlatması ve göstermesi gereken şey; Suriye ve Irak'taki çözümün, barışın ve istikrarın anahtarı olduğudur. Geçmişten gelen çizgisine paralel olarak Türkiye'nin yayılmacı ve çatışmacı bir dış politikası yok ve olmayacak. Türkiye'nin, yıllardır izlediği politikalarının da açıkça ortaya koyduğu gibi kimsenin toprağında gözü yoktur, bununla birlikte vatandaşlarının ve sınırlarının güvenliğini sağlamak içinde gereken her önlemi de alma kararlılığındadır.