Nihayet ABD'nin soykırım şantajı sona erdi. Artık bundan kelli her 24 Nisan'da Türkiye'ye şantaj yapamayacaklar.
Esasında elleri buna mahkûmdu.
Kurtuluş Tayiz arkadaşımızın dünkü yazısında belirttiği gibi ABD'nin "soykırım" şantajıyla elde edebileceği hiçbir şey de kalmamıştı.
O değil de, ABD soykırım kararı almasın diye Türkiye'nin elli yıldır Yahudi lobisine verdiği dolarlara yanarım. O paralar İmamoğlu'na verilseydi kim bilir ne hizmetler yapardı? En azından her sokağa bir heykel diker, "Hiçbir hizmet yapmadı" diyen AK Parti'nin İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe'yi acayip mahcup ederdi.
Şaka bir yana da, Biden'ın "soykırım" kararının hukuki hiçbir meşruiyeti olmadığı için herhangi bir yaptırım gücü de olamaz.
Zira...
Perinçek-İsviçre Davası sonucunda AİHM, 17 Aralık 2013'te net kararını vermiştir. Bu karara göre "Soykırım suçunun varlığına yetkili mahkeme karar verir ve 1915 olaylarında soykırım suçu işlendiğine dair yetkili mahkeme kararı yoktur"...
Mesele hukuken çoktan bitmiştir.
Evrensel hukuku dillerinden düşürmeyen liyakat bezirgânı muhaliflerin Biden'ın "soykırım" kararını Erdoğan ve AK Parti'nin politikalarına bağlaması, hukuk konusunda da gevşek olduklarının göstergesidir.
ABD hukuku da tarihi gerçekleri iplemez. Her değeri araçsallaştırmakta üstlerine yoktur.
Hiroşima'dan Bağdat'a kadar dün de böyleydi bugün de!
Demokrasi götürme martavalıyla işgal ettikleri Irak'ta ilaç ambargosu nedeniyle on binlerce çocuğun ölümüne neden oldular.
Tek ilkeleri vardır; menfaatleri.
Esasında ABD'nin gözünde Ermenilerin de değeri yoktur. Haliyle, Biden'ın Ermeni lobisine verdiği sözün de kıymeti yoktur.
Biden'ın hedefi, Erdoğan'ı devirmektir. Bunu da daha önce gayet net olarak açıklamıştır. Zaten "gölge CIA" tesmiye edilen RAND raporunda da "askerden askere ilişki" dahil her yöntemle Erdoğan'ın devrilmesi önerilmişti. Lafın düzünü edelim: Bu bir "dış müdahale" girişimidir.
Kimsecikler kusura bakmasın: Zevahiri kurtarmak belasına ABD'nin "soykırım" kararını kınıyoruz dedikten sonra sorumluluğu Başkan Erdoğan ve AK Parti'ye yüklemeye çalışmak, sonuç itibarıyla "dış müdahaleye" meşruiyet üretmekten başka bir şey değildir.
Abdullah Gül, "Siz içeriye çekidüzen vermezseniz darbe ve dış müdahale kaçınılmaz hale gelir..." demişti.
Muhalefet partilerinin Biden'ın "soykırım" kararına karşı verdikleri tepki, bu vizyon veya perspektifin hık demiş burnundan düşmüş halidir.
Mesela, Gül'ü "çatı adayı" yapmak isteyen Kılıçdaroğlu, Biden'ın mahut kararını "Türkiye'nin yanlış dış politikasının maliyeti" olarak değerlendirmiş.
Evet, "maliyet" ama yanlış politikanın değil, bağımsızlığın maliyeti.
15 Temmuz'da direnmenin, ABD'nin binlerce TIR silah yardımı yaptığı ve "kara ordumuz" dediği malum terör örgütüne operasyon yapmanın, Doğu Akdeniz'de hakkımızı savunmanın, S-400'lerle hava savunma irademizi ortaya koymanın maliyeti...
Şayet 15 Temmuz'u televizyondan seyretseydik, "PYD bize mi saldıracak?" veya "Onlar vatanlarını savunuyor" diyerek ABD'nin "kara ordusuna" selam çaksaydık veya "Ne işimiz var Libya'da?" diyerek Mavi Vatan diye bir meselemiz olmadığını ortaya koysaydık zaten "soykırım" kararına hiç gerek kalmazdı.
Çünkü...
(Davutoğlu'nun "CHP ile koalisyon yapmamıza izin verilseydi, 15 Temmuz yaşanmayacaktı" sözünden ilhamla söyleyecek olursak) ABD'nin "ihtiyacı" ziyadesiyle karşılanmış olurdu.
İYİ Parti mi?
"Ermeni soykırımı utancıyla yüzleşin" açıklamasını yapan HDP'nin eş başkanıyla sabah kahvaltısı kararlarını gözden geçirsinler kâfi.
Gül'ün Babacan'ının partisi de Biden'ın soykırım kararını "Türkiye'nin iç ve dış politikadaki kötü yönetimine" bağlamış.
Peki...
29 Haziran 2005'te ise, ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi'nde, "Ermeni soykırımı suçunu tanımaya Türkiye Cumhuriyeti'ni zorlamak..." şeklindeki özetleyeceğimiz karar alındığında hepiniz AK Parti'de değil miydiniz?