Sabah gazetesi yazarı Göksan Göktaş, 777 rakamıyla birlikte son yılların akımı olarak yeniden gündem olan meditasyon, astroloji, terapi peşindeyken "ruhani sloganlar" atan sekülerlerin neyin peşinde olduğunu sorguladığı yazısında uzman görüşlerine yer verdi.
Haşmet Babaoğlu ise bugünkü yazısında söz konusu akıma kapılanları "İslamofobik piyasa" olarak nitelendirirken giderek yayıldıklarına dikkat çekti.
Şans getirdiğine inanıldığı için dağa taşa 777 yazanlar, çocuğunun burcunu belirlemek istediği için erken doğum yapanlar, çakma terapilerin peşinde koşarken ruh sağlığını kaybedenler, meditasyondan meditasyona koşup iç huzurunu daha çok kaybedenler, işlerini 'Merkür gerilemesi'nin bitişine erteleyenler, astrolojiyi 'en hakiki mürşit' kabul edenler...
"777 RAKAMI VE SEKÜLER RUHANİLER"
Karşılarına dini bir argümanla çıktığınızda, 'akıl, mantık ve bilim' üçlüsüyle karşı çıkan, bu üçlüyü her şeyin üstünde tutan seküler kesimden bir grup, son yıllarda, içinde dini bir renk olmaması koşuluyla ruhani arayışın dibine vuruyor! Peki kim bu seküler ruhaniler? Bu akımlar nasıl ortaya çıktı? Sosyal psikoloji uzmanlarıyla bütün bu sorulara cevaplar aradık..
"777 sayısı ise özellikle şans ve mucize anlamına gelir, doğru yolda olduğunuzu, hayallerinize çok yakın olduğunuzu gösterir. Kısaca 777 manifest kodu, hayatımıza mucizeleri çekmek için kullanılabileceğimiz bir ritüeldir..."
'Seküler ruhaniler' son trendi, şans getiren 777 rakamını araştırdığınızda karşınıza bu bilgi çıkıyor internette... O yüzden bu yakında dağa taşa, şansı kendilerine, yaşamlarına çekmek için bir grup insan 777 yazıyor!
Geçen günlerde SABAH gazetesi Hilal Kaplan'ın yazdığı gibi "Bir zamanlar dindarlara, "Ortaçağ zihniyeti, geri kafalılar, örümcek beyinliler" diye saldıran kesimi hatırladınız mı? O dogma karşıtı, aklın ve bilimin yolundan ilerleyen "üstün" insanlardan eser yok şimdi..."
Yine Hilal Kaplan şöyle devam ediyordu yazısında: "Her sabah güneşi selamlayanlar mı dersiniz, dağa taşa 777 yazanlar mı, evrene mesaj salanlar mı, manifest edenler mi, "Aldım, kabul ettim" diye sayıklayanlar mı, çocuğunu istediği burca denk gelsin diye erken doğuranlar mı, Merkür retrosundan korkup kova dolunayını bekleyenler mi?"
"YETER Kİ İSLAMİ MOTİF OLMASIN"
Cidden de, son yıllarda vaktiyle karşılarına dini argümanlarla çıktığınız bir seküler bir kesim, ruhani arayışın dibine vurmuş vaziyette! Yeter ki bu arayışın içinde İslami bir motif olmasın! Olsa da azıcık olsun!
Kişisel gelişim alanına, işinin ehli psikoloji uzmanlarının çalışmaları da girebiliyor bazen. Ama 'karanlık' tarafta; biraz psikolojiden, biraz mistik öğretilerden cımbızlayarak 'ortaya karışık' kitaplar yazan, uydurma terapiler yapanlar var. Ruh sağlığı uzmanları, ayakları yere sağlam basmayan bu kişisel gelişim kitaplarının ve terapilerinin, sonunda insanların psikolojisini nasıl bozduğunu örnekleriyle anlatıyor ve soluğu yine kendilerinin yanında aldıklarını söylüyorlar.
AMERİKAN ÜRÜNÜ "KİŞİSEL GELİŞİM"
Mevzu 80'lerde, itinayla üretilip dünyaya servis edilmek üzere nurtopu gibi son model bir 'Amerikan rüyası' olarak kovboylar diyarında doğdu... 'Hep daha fazlasını isteyen, âlemden âleme akan, fakat nedense hiçbir âlemde sebat edemeyen' ruhuyla bağını koparmış modern zaman insanı, merkezine 'başarı takıntısı'nı koymuş yeni bir öğretiyle tanışıyordu. Az biraz psikoloji ilminden, hafiften binlerce yıllık mistik akımlardan cımbızlanarak alınan 'öğüt'lerle bezenecek bu melez akım sonraları neredeyse bir modern zaman dinine dönüşecekti. Adı 'Kişisel Gelişim'di. Adını Amerikalı babaları koymuştu, yaşını Allah versindi! Ama yok yok, ona da gerek kalmayacaktı, çok geçmeden bu yeni New Age dininin ve müttesiplerinin her işini 'evren' halledecekti nasıl olsa. Olay bir mesaja bakıyordu!
"MUTLU OLMANIN 20 SIRRI"
Kişisel gelişimin, "Hi! Bundan sonra içsel yolculuğunuz bana emanet, dünyadaki başarı rehberiniz benim, naystumityu' diyerek Türkiye'yle tanışması ise, birbiri ardına yayınlanan kitaplarla 80'lerin sonu, 90'ların başına denk geliyordu. Önceleri, motivasyon, zamanın doğru kullanılması gibi kimsenin faydalı olduğuna itiraz edemeyeceği ve psikoloji alanında uzman ellerden çıkan kitaplar geldi. Nüvit Osmay, Doğan Cüceloğlu gibi kişisel gelişimin bir nevi 'ak' cihetinde duran isimler bu alanda başı çekti. Sonra lisan, kültür ve ruh olarak her anlamda 'Amerikanca'dan Türkçeye çevrilen kitaplar fırtınalar estirecek, çok satanlar listelerinin baş sıralarına demir atacak, kitapçı reyonlarında en torpilli köşeleri kapacaktı. "Başarının 10 Formülü", "Mutlu Olmanın 20 Sırrı", "İçsel Huzurun 30 Basamağı" minvalinde rakamlarla kodlanarak, reçete kıvamında servis edilen kitaplarla, 'huzur kişisel gelişimdedir' dönemi başlıyordu.
ONLAR DA CEMAATLEŞİYOR
Sosyolog Mert Kayhan bu arayışı şu sözlerle özetliyor:
"Gelişimsel psikolojide de belirtildiği üzere, çocuklar (ve tartıştığımız bağlamda, yetişkin bireyler) aslında ilk olarak 'kim olduklarını', 'kim olmadıkları' üzerinden tanımlıyorlar. Dolayısıyla, bu bireyler her ne kadar kendilerini şu veya bu dine, ya da şu veya bu mezhebe mensup hissetmiyor olsalar da, bu 'kendi varlıklarının ötesinde bir dengeye veya güce inanma' ihtiyaçlarının olmadığı anlamına gelmiyor. Bir yönüyle de yapmaya çalıştıkları, 'verili bir düzen içinde kendilerini yeniden konumlandırarak, yaşamlarına anlam katmak veya yaşamları için bir anlam yaratmak'. İlaveten, bugün nörobilim çalışmaları ve klinik deneyler üzerinden baktığımızda da, aşkın bir güçle bağlantıya geçmenin dopamin salgılanmasına (zevk ve ödül mekanizması) yol açtığı kanıtlanmış durumda. Ve bu hadise, PAG bölgesi (periaqueductal gray) olarak adlandırılan, acının modüle edilmesi, korku koşullanması, altruistik davranışlar ve koşulsuz sevgi gibi kavramların beynimizde fiziksel olarak üretildiği bölgede gerçekleşiyor." Peki ne oldu da seküler kesim, artık neredeyse cemaatleşerek ruhani arayışlara girdi? Sosyal psikoloji alanının uzman isimlerine sorduk...
SOSYOLOG DR. MERT KAYHAN: Astrologlar kanaat önderi oldu
"1983'ten beri "çoklu zeka yaklaşımı" üzerine çalışmalar yapan Howard Gardner'in, onlarca yıl sonra bir alt-kategori olarak önerdiği "varoluşsal / varoluşçu zeka" kategorisi de, bu tür neo-spiritüel yaklaşımları içerecek şekilde tanımlanmış durumda. İyi-kötü, sevgi-aşk, yaşam-ölüm gibi konular üzerine düşünmek (dolayısıyla sadece dinsel/tinsel veya spiritüel zeka olarak adlandırmaların ötesinde), böyle bir yeni alt kategoriye olanak sağlıyor. Burada sanırım toplumsal olarak daha fazla önem arz eden nokta, bireysel huzur için yerleşik toplumsal değerleri ve inanç yaklaşımlarını aşmaya çalışan bu tür neospiritüel yaklaşımların, otoriter zihniyet / demokrat zihniyet aksında nerede yer aldıkları. Kendilerini kabul ettirmek için "tek doğru benimki ve sen de bunu kabul edeceksin" demeye başladıkları an, aslında kaçmaya / uzaklaşmaya çalıştıkları geleneksel din yaklaşımlarından pek de farklı olmadıklarını fark etmeleri çok da uzun sürmeyecek ve yeni bir "boşluk"la karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz olacaktır. Çok kaba bir betimleme olacak olsa da, burada şöyle bir benzerlik kurmak belki faydalı olabilir: Yoruldukları kent yaşamını terkedip, kırsal ama mümkünse deniz kenarında ve internet bağlantısı hızlı olan bir kasabaya yerleşip, güne Twitter'la başlayıp, ilk kahvelerini içerken siyaset ve ekonomi tartışan, bir-iki kanaat önderinin (veya astroloğun) yaptığı açıklamaları tek gerçek olarak kabul edip, tüm hayatlarını buna göre yönlendiren kent yorgunlarının uyku öncesi mutsuzluğu, çok yakın gelecekte neospritüalistleri de bekliyor olabilir."
KLİNİK PSİKOLOG MUSTAFA GÖDEŞ: Lüks semtler uydurma terapilerin üssü oldu
Klinik Psikolog Mustafa Gödeş bu konuya yıllar önce uyanıp, Kişisel Gelişim Zırvaları adlı bir kitap yazdı Bu akımın tuzaklarını, gelişimini ve insanlarda yarattığı tahribatı anlattı. Kendisiyle kişisel gelişim tuzaklarını konuştuk.
- Kim bu kişisel gelişimciler ve onların peşinden koşan seküler ruhaniler?
- Öncelikle şunu söylemek isterim. Kişisel gelişim alanında gerçekten kaliteli hizmet veren ve bu alanda önemli katkı sağlayan insanlar var. Şüphesiz kişisel gelişim önemli ve kıymetli bir alan. Ancak bu kadar önemli bir alanın istismara açık olması da tüm dünyada bilinen bir olgu. Bu konuda seminerler düzenleyen, kitaplar yazan, hatta seanslar yapan kimselerin birçoğu başta lisans eğitimi olmak üzere yetkinliği olmayan kimseler.
- Profesyonel destek almak yerine bu metotlarla, kitaplarla ruh sağlığı kötüye gidip size danışan vakalar oldu mu?
- 20 yıla yaklaşan meslek hayatımda buna dair o kadar çok vaka ile karşılaştım. Özellikle lüks semtlerdeki özel ofislerinde psikolojik problemler yaşayan bireylere; travma, regresyon vs. terapisi yaptığını iddia eden çok sayıda kişi var. İşin ilginç tarafı yüzbinlerce takipçisi olan bu kişiler sosyal medya hesaplarında hiç çekinmeden bu sözde terapi seanslarının videolarını paylaşıyorlar (Bunun bir suç olduğunu belirtmek gerekir). Bu sözde terapi seanslarına katılanlar bizim "katarsis" dediğimiz duygu boşalmaları yaşıyorlar. O yaşanan duygu boşalımı kişiye o anlık gerçekten iyi geldiği gibi bunu izleyen kişiler için de son derece etkileyici bir şov haline geliyor. Bu tür şovlar çok iyi bir reklam etkisi yarattığı gibi daha çok "müşteri" gelmesini sağlıyor. Meslek hayatım boyunca bu tarz sözde seanslardan geçmiş çok sayıda insanın bir süre sonra problemlerinin daha da ağırlaşarak bizlere başvurduklarına defalarca şahit oldum.
PSİKİYATRİSY DR. CEM KEÇE: İnsanları çıkmaza sokuyorlar
"Kişisel gelişim kitapları ve bu tür mistik arayışlar genellikle iyi-kötü, doğru yanlış gibi keskin ayrımlar ve karşılaştırmalar üzerine kuruludur, bireysel farklılıklara değil, en yüksek performansa odaklanırlar. Hatta bazıları yanlış tavsiyeler ve umutlar verir, kararsız kişilerin kendilerini daha kötü, yetersiz hissetmelerine neden olur ve genellikle insanları profesyonel destek aramaktan alıkoyar. Mükemmellik için bir çaba döngüsü yaratır ve öz değerine zarar verebilir. Hayal kırıklığı, başarısızlık duygusu, özgüven kaybına yol açıyor."
PROF. DR. VEHBİ BAYHAN: Polyanna'yı dağa kaldırmışlar, 'Oh ne güzel hava' demiş!
"Her türlü spiritüel akımlar salt Türkiye'de değil ABD başta olmak üzere bütün Batı ülkelerinde de var. Marx, "Din halkın afyonudur" diyordu. Dinin yerine mutlaka ikame edilecek bir kaynak bulunuyor. Sosyolojik olarak din önemli bir kurum. İnsanların ve toplumların inanma ihtiyacına cevap veriyor, psikolojik ve sosyolojik işlevi var. Bireyin ruhsal açıdan inanma ve izah edemediği olaylarda bir ilahi kaynak, toplumların da düzeni ve kuralların işleyişi açısından önemli bir referans kaynağı. Modernleşme ve kentleşme ile sekülerlik artmaktadır. Bu sosyal evrimin gercekligidir. ABD ve Avrupa bizden önce sanayi devrimini yaşayıp, sanayileşme, modernleşme ve kentleşmenin bireysellestirici etkisine maruz kaldıkları için sekülerligi daha önce yaşadılar.
"DİNİN YERİNE SPRİTÜEL AKIMLAR İKAME EDİLİYOR"
Biz sanayi devrimini 150 yıl geriden izliyoruz. Modernleşmenin bunalımlarını yaşıyoruz. Doğal bir süreç. Küreselleşme ile ABD ve Avrupa'daki gündelik hayat ritüellerini taklit ediyoruz. Spiritüel akımlar da bunlardan biri. İnsanın inanma ve izah edemediği durumlarda referans kaynağı dinin yerine spirituel akımlar ikame ediliyor. Trajikomik olan adın da loji, yani bilim olan Astroloji aslında bilim değil. Ama insanların ilk tarihinden beri yıldızlarla bağ kurma pratiği var. Fala inanma falsız kalma diye bir söylem var halk arasında. Astrolojinin tahmin ve hesap tarafı da var. Osmanlı padişahları da yıldızname diye astrolojik haritalara baktırırlarmış. Cumhuriyet döneminde de başbakanların astrolog danışmanları olduğunu bazı dönemlerde biliyoruz. Diğer gelişmiş veya gelişmemiş ülkelerde de bu uygulamalar var. Dolayısıyla her şeyin bilimsel olması gerekmiyor. İnsanlar eğer tatmin oluyorlar ise 'illüzyon da olsa' her şey mübah oluyor. Zaten postmodernizmin mottosu "anything goes" ( her şey mübah). İnsan bir muamma, sürekli değişen bir varlık. Spirituel gelenek metafizik olsa da inanıyor ve kullanıyor. Nerde mutluysa o ortamı yaşıyor. Marx'ın söylemini dönüştürdük "spiritüel akımlar ve fal halkın afyonudur." Aynı şekilde sosyal medyanın halkın afyonu olmadığı gibi. Spirituel akım ve fal sosyal medya vasıtasıyla daha popüler oldu. Artık post-modern insanın afyonu belli sosyal medya, spiritüel akımlar, falcılık. İllüzyon içinde herkes mutlu. Polyanna'yı dağa kaldırmışlar. Oh ne güzel hava demiş!"
HAŞMET BABAOĞLU: "ALLAH DEMEKTEN KAÇANLAR"
Sabah gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu ise seküleri kesimin içinde bulunduğu hali İslamofobik zihniyetlerini terk etmeden yeni bir din arayışı olarak yorumladı.
Babaoğlu'nun Göksan Göktaş'ın "Seküler ruhanilerin meditasyon açmazı" başlıklı haberine ilişkin bugünkü yazısından bazı bölümler:
Derhal "kazanmaya" böylesine odaklanmış, doğayı evinin bahçesi, gittiği tatilin manzarası sanan, hastalanmaktan ölesiye korktuğu için kafayı "şifa" ile bozmuş tiplerde var mıdır ruh?
Hele iki de bir "Ben mucizeyim" deyip duranlar...
Kendi sıradanlığından bu kadar rahatsız olup ne yapacağını şaşırmak üzücü... Lakin esas dikkat edilecek nokta, şu evren konusu...
Allah demekten korkup kaçarak daha nereye kadar gidilebilir ki?
Evren, nasıl verebilir sana?
"İSLAMOFOBİKLİĞİ TERK ETMEDEN YENİ BİR DİN"
Tanımı bile her bilimsel paradigmaya göre biraz daha muğlaklaşan evrende senin istediğin güç ne arar?
Dünyanın metafiziğini sıyırıp attılar, şimdi fiziğine tahammül edemiyorlar... Meditasyon vesaire onlara çare olabilir mi?
Duramıyorlar ki, kıpır kıpırlar. Zihinleri "başarı"ya odaklanmış bir kere, ne sükuneti, ne selameti?.. Bütün dertleri ne biliyor musunuz?
İslamofobik önkabullerini terk etmeden kendilerine yeni bir "din" arayıp bulmakta... Püf noktası burası işte!
MERAKLARININ ALTINDAKİ İKİ ŞEY
Halk mı?
Onlar gayet iyi tanıyor bu modern ve "okumuş" hurafecileri...
Çünkü bütün o laf kalabalığının, o dur durak bilmez bağlanma şehvetinin, o uyduruk ritüel merakının altında iki şey var.
Birincisi, statü kaybı korkusu.
İkincisi, bu topraklara derinden yabancılık.