Şair İsmet Özel: Türkler kendi üstünlüklerini yerkürede göstererek yine yeni ve yine alışılmadık ölçüler mi getirecek?
Şair İsmet Özel, 'Biz olarak, bizler olarak, bizimkiler olarak' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Oluşturma Tarihi: 2024-10-05 09:58:08

Güncelleme Tarihi: 2024-10-05 10:02:27

İşte İsmet Özel'in 'Biz olarak, bizler olarak, bizimkiler olarak' başlıklı o yazısı;

Osmanlılık bir millet gücü, Türk milletinin iktidarı olarak değil, Doğu Roma'nın yani Bizans'ın yerini alan yeni ve alışılmadık bir devlet gücü olarak ortaya çıktı. Müslümanlık idareyi, Müslümanlaşmış halkın idaresini benimsediği bir inanç şeklinde inşa etti. Sonuca kestirmeden varacağınız hatasını işleyip de Osmanlı hükümranlığı sırasında idare tarzına halkın yön verici bir etkisi olduğu fikrine kapılmayın. Halkın İslâm'dan anladığı devleti yoğurmadı. Sadece devlet gücünü üstlendiği halkın anladığı dini tecavüz edemedi. Yani devlet İslâm'ı tatbikat sahasına sokan bir güç olarak tezahür etmediği gibi İslâm adına konulan sınırları da aşamadı. Osmanlı devlet düzenini yürürlüğe sokan halet-i ruhiye Türk yönetimini kaba saba, bildiğinden şaşmaz, aykırılıktan geri durmaz bir iktidar tarzı olarak kendini dünyaya gösterdi. Yüzyılların bu ağırlığı hâlâ Türk milletinin omuzları üstündedir. Ortaya Batılılaşma çıktığından beri ağırlığı her on yılda daha da artan bu yük Türk milletini önümüzdeki kısa zamanda çökertecek mi, yoksa Türkler kendi üstünlüklerini yerkürede göstererek yine yeni ve yine alışılmadık ölçüler mi getirecek?

Küfre düşme tehlikesi hayatın idamesi uğruna her şeyi mubah görmekle baş gösterir. Hayatın idamesi derken yalnızca beşer ömrünü kast etmiyorum. Düşüncemin içinde devlet hayatının idamesi de yer almaktadır. Osmanlı devlet adamlarının korkusu gelir kaynaklarının kurumasından ibaretti. Türkler olarak hassasiyet göstermemiz gereken bazı hususlar var. Hıristiyanlığın XXI. yüzyılında küfre düşmekten sakınmak için bir yandan tarihte Türklüğün hangi karakterde tecessüm ettiğinin farkına varacağız ve diğer yandan karakterimizin Türklüğün altında bir basamakta tebellür etmesine fırsat vermeyeceğiz. Önce Osmanlı geçmişimizin Batılaşma çabaları bahane edilerek bilinçle karartıldığı hususunu açıklığa kavuşturmamız gerekir. III. Selim saltanatı sırasında devletin mevcudiyetini koruması Osmanlı hükmü altında yaşayan insanların hayat kalitesinden daha önemli sayıldı. Bu önem her gün biraz daha titizlikle korunmaktadır.

Hayat kalitemizin üstünlüğünü işaret eden şey daha çok mala mülke tasarruf edebilmemiz değildir. Öyle olsaydı mali anlamda müflis Osmanlı devletinin çöküş günlerinde Fransızlar “Riche comme des pachas” (Paşalar kadar zengin) demezlerdi. Tarih içinde küfre karşı sert tutum sergilediğimiz her seferinde kazançlı çıktık. Batılılaşma süreci boyunca, yani kâfirlerin hayatına imrendiğimiz her seferde de felâkete uğradık. Bugün Hıristiyan XXI. yüzyılında bütün rezaletlere rağmen elimizdeki koz yapay zekâ değil, şehitlik mertebesidir. Cihad ederken değil de gündelik hayat içinde kendi rızkını, sorumluluğunu üstlendikleri kimselerin rızkını temin uğruna öldükleri halde hükmen şehitlik mertebesine erişenler biz geride kalanlara dünya nimetleri uğruna ölmenin manevi bir mertebeye kavuşmağa yaramadığını öğretmiş olur. Kalemimiz bu noktaya ulaştığında iman ile küfür arasındaki en kalın çizgiyi çekebiliriz. Ömrünün değerinin dünya nimetlerine ulaşmakla ölçülebileceğine inananlar küfür dairesi içinde kalır. Müslümanların içinde bulunmaktan hoşnutluk duyacakları bir iman dairesi olmalıdır. “Olmalıdır” diyoruz, zira I. Cihan Harbi elimizden toplum dayanışmasına yol açacak araçları aldı. II. Cihan Harbi ise dünya nimetleri hesabına bir gelecek inşa etmenin çocuksuluğunu gösterdi. Nakit gücüne direnilemeyen bir dünyada ne İtalyanlar Roma İmparatorluğu'na yeniden can verebilir, ne de yıldırım savaşlarına rağmen müstemlekelerini bile geri alamayan Almanlar bin yıllık hayat sahasını ele geçirebilirdi.

Sadakatimiz Kur'an-ı Kerîm'in bize açtığı yoldan başka bir yola hasredilmiş ise hem felâketten felâkete sürükleneceğiz, hem de Türk milleti olarak, yok mesabesinde sayılacak, kendimize tarih sahnesinde bir yer seçemeyeceğiz. Yerküre üzerinde Türkler dışında milliyetiyle dinini birbirine perçinlemiş millet yok. Yahudiler de aynı şeyi yaptı, diyebilirsiniz. Hayır, Yahudiler dinleriyle milliyetlerini perçinlemiş değillerdir. Yahudiler dinlerine milliyetlerini yok sayarak sadakat gösteriyor. Bu yüzden “cebren ve hile ile modernleştirilmiş dünyada” karşımıza Yahudi bir Amerikan zabiti çıkabildiği gibi, Yahudi bir Türk zabiti de çıkabiliyor. Yani Yahudiler için fayda sağlanacak şartlardan daha önemlisi yok. “Fayda sağlanacak şartlar” dünya nimetlerinin en çoğuna el koymaktan ötede işe yaramaz. Buna sermayenin terakümü diyoruz. Birikmiş sermayenin sağladığı şartlar merkez-çevre farkından hâkimiyet üreten Dünya Sistemi'ne can verdi. Gelin görün ki, sermaye teraküm yolunda ilerlerken bazı ara duraklara ihtiyaç duyduğu için yerkürenin mutlak hâkimi konumuna geçemedi. Kapitalizm dolaylı veya dolaysız yoldan bir millî pazar alanı açtı. Modern anlamda milliyetçilik kapitalizmin çocuğudur. Tarih içinde Türkler ise farklı bir yolu yürüyerek bir millet olmanın usulünü keşfettiler.

Gaza Beylikleri döneminde ele geçirdiğimiz Diyar-ı Rum'da Bizans'a mahsus ve araba yollarını esas alan bir ticaret ağı vardı. Dar-ül İslâm bu ağı battal ederek Anadolu'ya yürürlükte arabasız hayvan taşımacılığının olduğu bir ticaret şeklini benimsetti. Yüzyıllar boyunca Anadolu köylüsünün öküzler tarafından çekilen iki tekerlekli kağnıları vardı. Dört tekerlekli taşıtları Balkanların kaybedilmiş Türk topraklarından gelen 93 muhacirlerinden gördüler ve Arapça dört anlamına gelen “erbaa'dan “araba” kelimesine ulaştılar. Anadolu'nun ziraat kültürü 1950'li yıllarda neolitik çağdan beri içinde bulunduğu halden yeni ve tertipsiz bir hale düştü. Bunlar halkın hâlâ ne olduğunu fark edemediğimiz ruh durumuna tesir etti. Bu ruh durumunu okuryazarların görebileceği şekle getirme çabaları ısrarlı müdahalelerle önlendi. Dolayısıyla Türkler bizlik duygusundan uzak tutuldu. Türk topraklarında devlet gücüyle millet gücünün kaynaşması demek olan “bizler” fikrine varma özlemi doğamadı. Elimizde Batılaşma çabaları yüzünden bir “bizimkiler” takıntısı var. Bu gerçek bir takıntı. Önü hiçbir şekilde açık değil.

İsmet Özel, 29 Rebiülevvel 1446 (2 Ekim 2024)