Geçen hafta İsmail Saymaz'ın Halk TV'de Veyis Ateş'le yaptığı söyleşiden ne yeni bir şey öğrendik, ne de mevcut yargılarımızı yeniden gözden geçirdik. Tek bir akılda kalıcı cümle, bir tek ifşaat, küçük de olsa bir haber bile çıkmadı. Onun yerine büyük bir gazetecilik fırsatı gözümüzün önünde amatörce harcandı.
‘Sürekli tribüne oynadı'
Gerçi sosyal medyanın, Saymaz'ın kitlesinin, muhalif medyanın bu programdan beklentisi gerçeklerin aydınlatılması, bilgilendirilmek, ne olduğunu ve neden olduğunu öğrenmek değildi. Hepimizi ekrana çeken meslek hayatı bitmiş bir gazeteciye bir tekme daha vurulmasını görmekti. Ne soruların ne de yanıtların önemi vardı. Saymaz'dan istenen konuğuna haddini bildirmesiydi, o da sürekli tribüne oynadı. Karşısındaki isim bu kadar dayağı hak ediyor muydu, etse bile gazetecinin görevi bu mu? Mehmet Ali Birand'ın Ağca ve Öcalan gibi eli kanlı isimlerle yaptığı söyleşileri hatırlıyorum: Gazetecinin görevi sadece soru sormaktır. Oysa Saymaz soracağı soruları iyi hazırlamış, ama bu basit kuralı unutmuştu.
“Müşteri dövülmesini istedi o da dövdü”
Halk TV'deki yayında da “müşteri” konuğunu dövmesini istedi, “sanatçı” da tokatlarını esirgemedi. Taktik olarak bile söyleşi yapılan kişiye ilk anda saldırmak, haddini bildirmek, dövmek, ürkütmek büyük bir hata. Her gazeteci, hele hele televizyon gazetecileri “gotcha” anını kovalar: Konuğun ağzından bomba bir cümlenin çıktığı, neredeyse suçüstü yakalandığı o tarihi an. Bunun için ciddi bir altyapı inşaatı gerekir oysa; tatlı tatlı konuşmak, konuğu rahatlatmak, iyice güven sağlamak, neredeyse hafif hafif içkiyi dayayıp sarhoş eder gibi gevşetmek, o en zayıf anında da fırsatı kaçırmamak…
‘Göre göre haber atladı'
Mükemmel bir İstanbul şivesiyle konuştuğu söylenemeyecek Saymaz'ın telefondaki kişiye karşı – o kişi kim olursa olsun programa bağlandığı için artık konuktur – “Söyledikleriniz anlaşılmıyor, tane tane konuşun,” diye ısrarla küçümsemesiyse başkaları adına benim yerin dibine girdiğim andı—üstelik söyledikleri de anlaşılıyordu. Saymaz keşke biraz daha az konuşup dinleyebilseydi, ama göre göre haber atladı.
‘Altından kalkamadı'
Televizyon gazetecisi, üstelik bir de sorgulayıcıysa tek başına iktidardır. İzleyicinin de tek muhatabıdır, başkasını bilmez, geri planda ne olduğuyla ilgilenmez. Oysa Saymaz kulağındaki ses, sosyal medya, stüdyodaki konuk ve kendi imaj kaygısı arasında yolunu şaşırmış gibiydi daha çok. Programın başında sorduğu ve yanıtını aldığı soruları unuttu, birden fazla kez söyleşinin yönünü tayin edemediğini belli etti.
Saymaz'ın kulağına kim ne fısıldadı, neden stüdyoda bir kaos yaşandı, en çok merak edilen isim neden susturuldu, sonra neden bağlandı? Belli ki Halk TV bir şeyden korktu, Saymaz da hazırlıksız yakalandığı için durumu idare edemedi.
Meslek hayatları boyunca Birand, Dündar, Kırca, hatta Muhtar'ın böyle ortada kaldığı görülmüş müdür? Yayından alınması, hatta susturulması gereken bir kişiyi bile usturuplu bir biçimde, kendilerine zarar vermeden kesebilmek de televizyon gazeteciliğinde ustalık mertebesi. Elbette İsmail Saymaz bu isimlere kıyasla tecrübesiz, ama insanın zaman zaman kendi yetersizliğini bilip her işe kalkışmama gibi seçenekleri de var. Zira altından kalkamadı; daha da acısı gördüğüm kadarıyla tribünleri bile memnun edemedi.
Habertürk