Senin Baban Bir İslâmcıydı Yavrum
Haber10 yazarı Zeynep Karataş, bir dönemin İslami gençliğine atıfta bulunan çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Oluşturma Tarihi: 2016-06-14 15:20:08

Güncelleme Tarihi: 2016-06-14 15:20:08

TİMETURK I HABER MERKEZİ

Elimde babana ait, kalmış tek fotoğraf bu yavrucuğum, paramparça…

Bak bu baban, şurada, simsiyah sakalı, şalvarımsı pantolonu, kemik çevreli, büyükçe gözlüğü ile baban… Bu da babanın arkadaşı Ahmet, bu Cihat, şu arkadaki Muhammed…Gel hadi 85 - 95 yıllarında çekilmiş bu fotoğrafı birleştirelim, babanı tanımalısın, baban bir radikal İslâmcıydı yavrum.

-Yılanı deliğinden çıkaracaktılar lakin-

Çok gençtiler; en yaşlıları, hareketin önderleri otuzlu yaşlarda ya var ya yoktu. Bariz bir tecrübesizlik ve toyluk göze çarparken sıcacık bir samimiyet de insanı gözlerinden öpüyordu. Herhangi bir cemaat ya da hareket mantalitesini, öncü bir nesilden devralmamışlardı. Heyecan uyandıran ancak bu topraklara ilk defa atılan köksüz nadide çiçekler gibiydiler. Hem en zayıf hem en güçlü tarafları ilk oluşlarıydı. Dilleri delikanlılıkları gereği sivri, sesleriyse olabildiğince yüksekti, bir de aşırı siyasî. Dinin uhrevi tarafını, kalbe seslenen kısmını ıskaladıklarını onlara kimse söylememiş miydi? Devrimci ve sistem karşıtı siyasal dilleri sadece sisteme kaşı olmakla kalsaydı yine iyiydi. Ancak süreç içinde toplum karşıtı hatta yeri geliyor aile, konu komşu karşıtı da olabiliyordu o sert ve sivri dil. Onlara göre İslâmcı aileler geleneksel, diğer cemaatler Amerikancı İslâmcı oluveriyordu…

İslâm'ın evrenselliğini çok yanlış anlayıp İran İslâm Devrimi ve Arap İhvan Hareketlerini kendi ülke sosyolojilerine aldırmadan motamot çevirdiler ve bu çeviri furyasından çareler devşirdiler. Sadra şifa bir reçete de yazılamadı yazık ki.

-Gece zahit gündüz mücahit olacaktılar lakin-

O gençler, allame-i cihanlara taş çıkartacak bir mükemmellikte tebliğ yaptılar, kimse bunu inkâr edemez. Ancak zamanla radikalizm gereği tebliğe propaganda yönünü eklemlediler. Git gide tebliğ yerini propagandaya, az da olsa efdal olan devamlı amel yerini tesir gücü yüksek ama mevsimsel eylemlere bıraktı. Bu genç kitlelerinin enerjileri eylemlerle deşarj edildi. Neo-cihad, propaganda silahının doğru olup olmamasından ziyade etkili olup olmadığı ile ilgilendiği için, abartının mubah sayıldığı ve pireyi deve etmenin bir “savaş hilesi” olarak kullanıldığı bir döneme geçildi. Bu “tebliğci”lere bakınca tebliğ mi yapılıyor, gösteri mi yapılıyor ayırt etmek mümkün değildi. O yüzden orta ve yaşlı kesime hitap edemediler. Yerini bir türlü sevemeyen balkon çiçeği gibiydiler; anne, baba, komşu akraba herkese asi ve huzursuz, agresif bir gençlik…

Dilimin ucuna geliyor ama nasıl söyleyeceğim bilmiyorum, siyasal İslâmcı bu gençler kendilerini karşısında konumlandıkları sol hareketlerden rol değilse bile “metod” çalmış gibiydiler. Çünkü radikal solun hareket mantığına öykünür gibi kökten değişimi savundular. Islahat yerini devrimciliğe bırakmıştı, teşkilatlanmaları, eylemleri hep İslâmî surette bir solvarilikteydi. .Zaten “tek yol İslâm”dı ve kendileri çok huzursuz olsa da “huzur İslâmda”ydı. Geleneğe reddiyeleri ve öfkeleri, halka yakın olmaları umulurken, halka rağmen, halkçı ve elitist bir bakışla halktan uzaklaşmaları da örnek verilebilir belki bu solvariliğe. Hatta camilere uzak kalışları, Cuma namazlarına sadece eylemlerde uğramaları (Bayezid Cami Cuma Eylemleri)… Oysa İslâm bir ideoloji değil dindi ve İslâmda medeniyet cami merkezliydi. Tağut diye diye camileri dedelere bırakıp gittiler.

İnsaflı olmalıyım, nihayetinde ben masa başında yazıyorum bunları, onlar ise günün koşullarıyla mücadele ede ede bir yol yöntem edindiler. Üstelik genç olmaları hasebiyle herhangi bir dünyevi meta ile imtihan olmamışlardı da. İnsan imtihan olunmadığı yerden konuşurken daha cesurdur ne de olsa. O yüzdendi iddialarının, sloganlarının boylarından büyük oluşu.

-Bu bir kuraldır; katı olan her şey buharlaşır-

İyiydiler, hoştular ama sonraları iş, eş ve aş ile tanışınca yaldızla süslenmiş sloganların simleri dökülmeye başladı, dünya ideallerden menfaatlere evrilmişti. Hareketin önderlerinin çektiği ayarları, üniversite gençliğine mezun oldukları şehirde kalma, hareketin sözünden çıkmama gibi yaptırımları hazan mevsimini getirdi. Günlük yaşam katı kuralara galip geldi. Omuz omuza hareket etme yerini faydacı, kelle hesabı yapan ağabeylere bıraktı. Bu da yıllar içerisinde küskünler dargınlar ordusu yarattı. Abiler vefasız çeri başı olarak kaldılar… Ne günlerdi ama…  Tavuğun yediği yemde “şüphe” varsa o tavuğun yumurtası da şüpheliydi. Dolayısıyla yumurta konusunda insanları “doğru yola” davet etmeliydiler, mesele çok ciddiydi… Ne çok şeyde şüpheye düşüldü de yaprak dökümü başlamadan bir türlü hareket metodundan şüpheye düşülmedi gitti.

Gidiş o gidiş…

Yıllar sonra görüntü konusunda oldukça sert çizgileri nasıl da yumuşadı değil mi? Kendileri gibi giyinmeyenleri profan yani din dışı ilan edenler, kendi kızlarıyla imtihan edildiler. Kadınları çarşaf giyiyorsa, pardesü giyenleri cehennemde görme, pardesü giyiyorsa tunik giyene bir dini ceza öngörme aymazlığı… Eleştirenler eleştirdikleri şeye dönüştüler. Kızları “Baba bu benim kararım. Tesettürün ağırlığını kaldırabileceğimi sanmıyorum!” deyip nasıl da resti çektiler. Kimlere? Hem de “kızlarımızı sistemin okullarına göndermeyelim” diyen radikal devrimci ağabeylere. Ütüsüz, şalvarımsı kumaş pantolunlu ağbiler Mercedeslere binip gittiler.

- Hayat iman ve cihat...-

Yiğidi öldürdük, şimdi hakkı teslim etmeli; Bu radikal gençliğin en heyecan verici tarafı “Hareket Ahlakı” na sahip olmalarıydı. Bu topraklarda pasif ve her şeyi kadere bağlayan miskinliği kökünden silkelediler. Canlılık ve dinamizm geldi İslâmî camiaya bu özgüveni yüksek, klas gençlerle. Hareketin, kalbin ritmiyle paralel olması gerektiğini söylediler mesela, samimiyeti öne çıkardılar ve de, sonradan en arka sıraya itmişseler de. İslâmî çevrelerin sistemle ilişkilerinde mesafeli olmaları gerektiğini gencecik yaşları ile söylediler. Hareketsiz mistizme karşı bir ahlakla donatılmış zeki, okuyan, düşünen bir aktivizm... Kulağa ne güzel geliyor öyle!

Bir de yüzümde kocaman bir tebessüm olacak bir güzellik kattılar bu mahalleye; kadınlara alan açtılar, kadınlar belki de planlanmış bir şekilde ilk kez bu gençlerle birlikte sokağa çıktı. Kadınlarla birlikte sürdürülmeyen mücadelenin yarım, eksik olacağını gösterdiler. Kuran'ı duvarda asılı, nakışlı kılıflardan çıkardılar, Kurana dokunmaya davet ettiler, anlamaya. Tefsir grupları oluşturdular; kadınlarıyla, erkekleriyle. Hoş sonra “mealcilik” dediğimiz bir şeyle herkes “darabe” fiilinin dokuz anlamını da biliyormuş gibi davrandı, evlerden ırak…

O dönemde çok ciddi üniversite hareketleri oldu bu gençlik sayesinde. Mesela 90 yıllarda yüzlerce üniversite öğrencileri ile yapılan piknikler... Gözü pek, korkusuz binlerce kişi ile yapılan başörtüsü eylemlerinin ön safhaları ve muhteşem bildirileri manifesto gibiydi. Bunları hep o radikal gençler yaptı. Ama… Bu hareket ahlakı aşırıya gidince, zahitliği ayıklanmış bir mücahitliğe evrilince bir şeyler ters gitmeye başladı. Hareketle üniversite arasında ikilemde kalanlar tercih yapmaya zorlandı. Hareket, günlük hayatta uygulanacak pratikler üretemeyince birçok kişi okullarını bırakmak zorunda kaldı... Ailelerle, ağabeylerle çatışmalara girdiler. Sapmalar, dökülmeler, kırgınlıklar…

-Onlar öndeler, onlar öncüler!-

Hareketin merkezi kadroları sisteme karşı kullanılması gereken siyasi dili, tutup önce topluma sonra kendi yol arkadaşlarına karşı kullandılar. Olacak şey miydi? O dil var ya, hareketlerin samimiyetine kastetti sonra durmadı katletti de. Her kelimenin, her konuşmanın bir arka planı, sümen altı bir defteri oldu... Hareketin toplumun geniş kitllelerine yayılamamasının asıl nedenini bu olduğu yıllar geçince anlaşıldı... O gizli ajandalar, o gençliğin ruhunu şırıngayla çekip aldı.

Ve işin kötü tarafı 28 Şubata hazırlıklı değillerdi. Rüyalarında üniversiteyi bitir bitirmez devrim yapmak geçerken 28 Şubat oluverdi. Hem dünyevi donanımları hem uhrevi yanları darbeye hazırlıklı değildi... Hareketin merkezci önder kadroları, fedakâr samimi bu ilk gençlere karşı 95 sonrası vefasızlık edip sahip çıkmadılar. Hareket ahlakını sert tutmaktan ve katı teşkilatçı bakış açısından sebep kaybedildi birçokları.

Ve… 28 Şubat ezdi geçti bu gençleri… Öndeki abilerden sıvışanlar oldu... Selamlar kesildi, sokaklarda görmemezlikten gelindi darbe sonrası… Samimiyet testinden geçenler de eziyetlere maruz kaldı.

Peki, bu gençler şimdilerde; Sistem karşıtı olup "oy vermek şirktir" dedikleri günlerden kalma tozlu bir albümü karıştırırken bir yanda da zamanın ruhunu giyinerek siyasete eklemlenip “öyle bir geçer zamanki” şarkısını söylemekteler. Ya da reddi miras yapmışlar çoktan, al mektuplarını ver mektuplarımı diyerek. Hatta kimi karşı mahalleye geçti, kendi mahallesini ateşe verip. Ya olan bitenlere karşı “sukut suretinde çok koyu” çığlık atıyorlar, o susmanın ne demek olduğunu bilenler duyuyor sadece. Ama her şeye rağmen günahları da sevapları da kendilerine ait yavrucuğum, bir gençlik geçti tarihin resm-i geçitinden…

Şair'in dediğini diyelim biz de: Cumamız pazar oldu, bize ne olduysa azar azar oldu.