Çin Komünist Partisi 18-24 Ekim 2017 tarihlerinde 19. ulusal kongresini gerçekleştirdi. Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping, ismini ve birer amiral gemisi hükmündeki projelerinden ikisini parti anayasasına koydurarak iktidarını sağlamlaştırmış görünüyor. "Yeni bir dönem için Çinli karaktere sahip bir sosyalizm üzerine düşünceler" başlıklı görüşleri, yolsuzlukla mücadele kampanyasına dair siyasi ilkeleri ve “Bir Kuşak-Bir Yol” (OBOR) projesi, artık anayasaya dahil edilmiş bulunuyor. Analistler Cinping'in, Çin'in kurucusu Mao Zedong'la ve Çin'in uluslararası ekonomiye açılmasının mimarı olan Deng Şiaoping'le aynı konuma yükselmiş olduğunun altını çiziyor. Böylece Şi Cinping'in ismi, daha hayattayken Çin anayasasına girdi.
Cinping'in iktidarının daha da güç kazanmasıyla Çin, artık kendisine çok daha güvenen ve iddialı bir dış politika izleyecektir. O eski "uygun zamanı kollama ve bunu yaparken kabiliyetlerini gizleme" siyaseti de yerini çok daha cesur ve Çin'in küresel güç statüsünü büyütmeye odaklı bir dış siyaset çizgisine bırakacaktır. Şi Cinping 18 Ekim'de yaptığı uzun konuşmada, Çin'in “büyük güç” olarak kimliğine defalarca atıfta bulundu ve birinci önceliğinin, Çin'e dair sahip olduğu rüyanın gerçekleşmesine katkıda bulunmak olacağının altını çizdi. Ayrıca Çin'in aşağılanma günlerinin geride kaldığını ve Çin'in medeniyet sahibi küresel bir güç olarak yeniden diriliş zamanının geldiğini vurguladı.
Gerçekleşen son Çin Komünist Partisi kongresini Türkiye açısından ilgi çekici kılan şey ise Çin halkının artık Çin'in jeopolitik önceliklerini ve küresel vizyonunu giderek daha fazla aksettirecek yeni bir dünya düzeni oluşturma gayretleri içinde olan cumhurbaşkanları Cinping'in arkasında kenetlenmiş olması. Batılı müttefikleriyle ilişkilerinin kötüye gittiği bir dönemde Çin'le ekonomik, siyasi ve askeri ilişkileri güçlendirmek, Türkiye'nin yöneticileri için daha önce hiç bu kadar cazip olmamıştı.
Sıklaşan ziyaretler
Son yıllarda iki ülke arasında yoğun bir trafik yaşanıyor. Çinli ve Türk devlet adamları birbirlerini oldukça sık ziyaret ettiler. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Mayıs 2017'de Çin'de düzenlenen “Bir Kuşak-Bir Yol” zirvesine katıldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise Ağustos ayı başlarında Manila'da gerçekleşen ASEAN zirvesi toplantısından hemen önce Çin'i ziyaret etti.
Türkiye'nin Batılı güçlere karşı sağlam durma çabaları bağlamında, Türk liderler Çin'le ilişkilerini geliştirmeyi çok önemli gördüğü gibi, Çinli liderler de Türkiye'yi Ortadoğu bölgesinde bir güç merkezi ve OBOR projesi bağlamında kilit konuma sahip bir ülke olarak görüyor. Türk yetkililer Türkiye'nin 'Orta Koridor' girişiminin Çin'in OBOR projesiyle mükemmel derecede uyumlu olduğunu belirtiyor. Zira her iki ülke de kadim İpek Yolu'nu canlandırmayı amaçlıyor. Türkiye Çin'in Avrupa pazarlarına erişim yolunda bulunuyor ve Çin ile Avrupa pazarlarını birbirine bağlayan küresel tedarik zincirlerinin bir düğüm noktası/merkezi haline gelmesi, ona büyük faydalar sağlayacaktır.
İkili ticaret
Türkiye'nin Çin'le olan ticareti son on yılda büyük bir artış gösterdi. İki ülke arasında otuz milyar dolar civarında seyreden ticaret hacmi, Çin'i Almanya'nın ardından Türkiye'nin ikinci büyük ticaret ortağı yapıyor. Çin Türkiye'nin en çok ithalat yaptığı ülke. Türkiye'nin Doğu Asya ile olan ticareti son yıllarda genel olarak artış gösterdi. Şu anda Türkiye'nin uluslararası ticaretinin yaklaşık yüzde 20'si Doğu ve Güneydoğu Asya'da bulunan ülkelerle gerçekleşiyor. İkili ticarette ezici üstünlük Çin tarafında olmasına ve Türkiye'nin Çin ile ticaretindeki açığı yaklaşık 25 milyar dolar olmasına rağmen, Türk yetkililer bu boşluğun Türk ekonomisine, özellikle enerji, ulaştırma, telekomünikasyon, altyapı, lojistik gibi alanlarda yapılacak doğrudan Çin yatırımları sayesinde kapatılabileceğini düşünüyor.
Batılı ülkelerin Türkiye ekonomisindeki doğrudan yatırım tutarlarıyla karşılaştırıldığında, Çin'in gidecek bir hayli yolu var. Bugün itibariyle Çin'in Türkiye ekonomisine yaptığı doğrudan yabancı yatırım bir milyar dolara yaklaşıyor. Türkiye'yi ziyaret eden Çinli turistlerin sayısının artması da bu boşluğu kapatmaya yardımcı olabilir.
Turizm
Çin'in insan potansiyeli ve Çinli turistlerin diğer tüm ülkelerin turistlerinden daha fazla harcama yaptığı göz önüne alındığında, 300 bin olan Çinli ziyaretçilerinin sayısının yükselerek bir milyon eşiğini geçmesinden Türkiye çok büyük ekonomik fayda elde edecektir. Çinli turistler Türkiye'ye gelen birçok Batı Avrupalı ve Rus turistin aksine, tarihi ve kültürel alanlarda vakit geçirmeyi ve lüks tüketim malları satın almayı tercih ediyor. Türkiye kültür turizmi alanında da büyük bir potansiyele sahip.
Stratejik faktör
Türkiye ile Çin'i birbirine yakınlaştıran bir diğer faktör ise stratejik. Türkiye'nin Çin'den uzun menzilli hava savunma füzeleri alma ve Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılma çabaları biliniyor. Son zamanlarda Türk karar mercileri, bu tarz füzeleri (S-400'ler) Rusya'dan almaya karar vermiş olsa da, Çin hâlâ bu konuda cazip bir kaynak gibi görünüyor. Zira Çin askeri ihracatındaki fiyatları düşük tutuyor ve teknolojisini müşterileriyle paylaşmaya da istekli. Türkiye'nin Uygur Türklerinin durumuyla ilgili karşılıklı bir anlayışa varma arayışı ve terörle mücadele alanında Çin'le işbirliğini artırma kararının da geçmişte emsali bulunmuyor.
Ortak noktalar
Birtakım ortak noktalar, iki ülkenin arasında süregiden yakınlaşmaya zemin oluşturuyor gibi görünüyor. Birincisi, her iki toplum da ahlak konusuna ferdiyetçi değil, toplumsal bir yaklaşım sergiliyor ve devleti bir kurum olarak siyasi hayatın tam merkezine yerleştiriyor. İkincisi, her iki ülke de egemenlik konusunda son derece yüksek hassasiyete sahip ve 'evrensel insan hakları' namına yapılan uluslararası insani operasyonlara büyük oranda bir şüpheyle yaklaşıyor. Evrensel insan hakları ve ahlakla ilgili konulara Batı'nın sahip çıkış gayretleri, her iki toplumun büyük bir bölümü tarafından zerre itibar görmüyor. Üçüncüsü, her iki ülke de toprak bütünlüğünün korunması ve toplumsal bütünleşme konusunda son derece hassas ve uluslararası ilişkilerin, içişlerine müdahale edilmeme ilkesinin kutsallığına dayandırılmasının gereğine inanıyor. Dördüncüsü, her iki ülke de mevcut küresel düzenin adaletli olmadığına ve bu nedenle reforma ihtiyaç duyulduğu fikrini kuvvetle savunuyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan pek çok küresel platform ve uluslararası kurum meşruiyetini kaybetmiş durumda. Çünkü günümüz dünyasında ortaya çıkan güç dinamiklerini yansıtmıyorlar. Çin, Türkiye ve yükselmekte olan diğer güçlere, mevcut küresel kurumsal platformlarda daha fazla temsil hakkı verilmeli. Aksi takdirde bu ülkeler, yakaladıkları her bir fırsatı, kendi küresel stratejilerini koordine edebilmek için, Asya Altyapı ve Yatırım Bankası gibi veya Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya'yı bir araya getiren bölgesel bir platform olan MİKTA gibi alternatif kurumsal ortamların oluşturulmasında kullanacaktır. Beşincisi, her iki ülke de kalkınma ihtiyaçlarını liberal demokratik reformların üstünde bir yere konumlandırıyor gibi görünüyor. Yükselişte olan diğer pek çok ulus gibi son zamanlarda ‘Pekin konsensüsüne' yaklaşan Türkiye'nin, 'Washington konsensüsünü' artık ‘kasabadaki yegâne oyun' olarak tanımlamadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Çin'den daha çok Türkiye'nin dış politikasında yüksek dozda realizm göstermesi gerekiyor. Zira Türkiye orta güçte bir ülke ve jeopolitik sermayesi Çin'inkiyle mukayese dahi edilemez. Türkiye'nin Çin'le ilişkilerini güçlendirme gayretleri, şayet ortaya çıkmakta olan çok-kutuplu çağa bir 'uyum sağlama' adınaysa ve bu haliyle Ankara'nın küresel güçleri birbirine karşı kullanma arzusunu yansıtıyorsa mesele yok. Aksi takdirde Türkiye'nin, Batı ülkeleriyle on yıllardır devam eden güvenlik ittifakı pahasına Çin treninin peşine takılması, özellikle de Türkiye ve Batılı aktörler arasında var olan ve yüksek derecede birbirine bağımlılığa dayanan ilişkiler açısından oldukça riskli bir strateji olacaktır.
[Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, Antalya Bilim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu