OYTUN ORHAN* | AA
ABD-YPG ittifakının Rakka'yı ele geçirmesi Suriye'de yeni bir döneme işaret ediyor. Bu gelişmeden sonra DEAŞ'ın Suriye topraklarında bazı sınır yerleşimleri ve Ebu Kemal sınır kapısı dışında önemli bir varlığı kalmadı. DEAŞ'ın Suriye'de alan kontrolünün sona ermesi ise sadece zaman meselesi.
2014 yılından bu yana ABD'nin Suriye politikası büyük ölçüde DEAŞ ile mücadeleye indirgenmişti. ABD Savunma Bakanlığı da Suriye politikasının karar alıcısı ve uygulayıcısı haline geldi. ABD, DEAŞ sonrası dönemde sadece askeri kaygılar dikkate alınarak uygulanan politikaların Suriye sahasında ve ABD'nin dış ittifaklarında yarattığı tahribat ile uğraşmak ve YPG ile ittifakı gerekli kılan DEAŞ tehdidinin ortadan kalktığı bir ortamda söz konusu ittifakı sürdürüp sürdürmeyeceği konusunda karar vermek durumunda kalacak.
ABD, DEAŞ sonrası dönemde dikkatini bölgedeki İran etkisini sınırlamaya doğru yönelteceğinin işaretlerini veriyor. İran gerçekten hem Irak hem de Suriye'de etki sahibi olmanın ötesinde kimi zaman karar alıcı olma gücüne ulaşmış durumda. İran bu etkisini Irak'ta Haşdi Şabi, Suriye'de ise başta Lübnan ve Irak olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinden Suriye topraklarına taşıdığı milis güçler üzerinden sağlıyor. Yeni dönemde ABD'nin bu unsurlara dönük baskı uygulama ve güç kullanımına tanık olabiliriz.
Tarih, coğrafya, ekonomik güç ve askeri kapasite gibi unsurlar bölgede İran'ı dengeleyebilecek tek aktörün Türkiye olduğunu söylüyor. Ancak Türkiye-ABD ilişkileri YPG'ye destek başta olmak üzere diğer bazı nedenlerle tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor.
Rakka sonrası ABD'nin Suriye politikası
ABD'nin Rakka sonrasında YPG ile ilişkisini nasıl sürdüreceğine ilişkin ilk işareti Trump verdi. ABD Başkanı, Rakka ile ilgili açıklamasında, Suriye'de yerel güçlere destek verilmesini, çatışmaların azaltılmasını ve kalıcı barış koşullarının sağlanmasını öngören yeni bir aşamaya geçileceğini ifade etti. Bu açıklamalar ABD'nin yeni dönemde YPG'nin kontrol ettiği alanlarda kurulan Yerel Meclisleri muhatap almak, desteklemek ve buralarda yeni bir yerel siyasi, askeri, sivil yapılanma kurmak yönünde bir politika takip edeceğini düşündürüyor.
Ancak Türkiye nezdinde YPG/PKK yapımı olan Yerel Meclislerin de hiçbir meşruiyeti bulunmuyor. Ayrıca bu tarz yerel yapıların öne çıkarılması Suriye'nin toprak bütünlüğü ve birliğini esas alan Astana sürecinin temel mantığına aykırı ve Suriye'de federalizme zemin hazırlayacak adımlar olarak görülüyor. Dolayısıyla yeni dönemde ABD ile Türkiye arasındaki YPG sorununun halledilmesinin zor olduğu anlaşılıyor. Bu şartlar altında ABD'nin İran'ı dengeleme siyaseti için bölgede nasıl bir ittifak üzerinden hareket edeceği sorusu önem kazanıyor.
Suudi Bakanın Rakka ziyareti
Rakka'nın DEAŞ'tan kurtarılması sürecinde ABD'nin hava saldırıları sonucu şehrin neredeyse yüzde 80'i yıkıldı. Rusya Savunma Bakanlığı da Rakka'ya yönelik bombardımanı “barbarca” olarak nitelendirdi ve hava saldırılarının İkinci Dünya Savaşı'nda müttefiklerin Dresden'de yol açtıkları yıkıma benzetti. Dolayısıyla ABD Rakka'nın yeniden yapılandırılmasına odaklanmak durumunda kalacak. ABD'nin bu süreçte Suudi Arabistan'ı öne çıkarmak istediği anlaşılıyor.
Rakka'nın ele geçirilmesinden kısa süre sonra ABD'nin DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk Suudi Arabistan'ın Körfez İşleri Bakanı Samir es-Sebhan ile birlikte şehri ziyaret etti. ABD Rakka'nın yeniden inşasında Suudi Arabistan'ın finansal gücünden faydalanmak istiyor. ABD aynı zamanda Arap kimliği ağır basan, aşiretçiliğin çok güçlü olduğu Rakka ve Deyr ez-Zor gibi yerlerde Suudi Arabistan'ı sürece dahil ederek YPG'nin yaşayacağı meşruiyet zaafını kapatmak istiyor. Büyük resme bakıldığında ise ABD İran'ı dengeleme siyaseti çerçevesinde Suudi Arabistan ile bu bölgelerdeki ittifakını artırmak istiyor. Başarı şansı neredeyse olmayan bu siyasi tercih çerçevesinde YPG'nin ABD tarafından İran destekli Şii milislere karşı kullanılmak istenmesi de söz konusu olabilir.
Rakka'nın DEAŞ'tan kurtarılması sonrasında uluslararası basına yansıyan fotoğraflar iki büyük bölgesel gücün hassasiyetlerini kaşır nitelikte. Rakka'nın merkezinde PKK/YPG'lilerin arkalarında Öcalan posteri ile verdikleri poz Türkiye'nin yeni dönem Rakka algısını şekillendirecek. McGurk'un Suudi Bakan ile birlikte şehirde yerel unsurlarla görüşürken verdiği poz da İran'ın Rakka'ya dönük tehdit algısını körükleyecek. Bu durumun Türkiye ile İran arasında gelecekte bir işbirliği veya en azından Irak'ta yaşandığı üzere koordinasyonu beraberinde getirmesi kaçınılmaz. Dolayısıyla ABD'nin İran'ı dengeleme siyasetinin çelişkisi bunu başarma kapasitesine sahip tek gücü daha fazla İran ile işbirliğine iten adımlar atmasında yatıyor. Tam da bu nedenle ABD'nin mevcut ittifak sistemi ile İran'ı Suriye ve Irak'ta dengeleme şansı zayıf gözüküyor.
PKK/YPG ise her şeyden önce Irak'ta bağımsızlık referandumu sonrası yaşanan gelişmelerde ABD'nin aldığı pozisyonu muhtemelen kaygı ile izliyor. DEAŞ ile mücadelenin sona erdiği bir ortamda işe yarar bir araç olmaktan çıkabileceğini veya en azından eski önemini kaybedeceğini biliyor.
YPG/PKK'nın mevcut coğrafyasına ulaşmak ve “ordusunu” kurabilmek için bugüne kadar ABD'ye ihtiyacı vardı. Ancak bundan sonra kazanımlarını korumak, gücünü konsolide etmek, fiili durumu anayasal zemine taşımak gibi hedefler peşinde olacaktır. Bunun için iki şansı bulunuyor. Birincisi ABD'nin desteğini sürdürmesi ve YPG alanlarına dokunulmazlık sağlaması. İkincisi ise Rusya/İran ve rejim ile anlaşmak. Terör örgütü açısından ilk seçenek tercih edilir olabilir zira bu şekilde fazla taviz vermeden konumunu koruyabilir. Ancak bu durumda İran destekli milislere karşı yerel ortak olarak kullanılmak istenebilir ve PKK bunun kendisi açısından ne kadar ağır maliyeti olacağını biliyor. Ayrıca ABD'nin bölgede geniş çaplı askeri angajmanlara girmesi de düşük ihtimal olarak görünüyor. Böyle bir ortamda YPG/PKK'nın Rakka sonrası dönemde Rusya eksenine kayması sürpriz olmayacaktır.
Rusya'nın stratejik hedefleri
Suriye'de rejimin ayakta kalması ve güçlenmesi açısından Rusya'nın katkısının hayati olduğu biliniyor. Taraflar arasındaki ittifak halen güçlü bir şekilde devam ediyor. Ancak iç savaşta güç dağılımının az çok şekillendiği bir ortamda Suriye'nin geleceğine dair iki aktör arasındaki görüş farklılıkları Rakka ve Deyr ez-Zor sonrası dönemde daha fazla ön plana çıkmaya başlayacak. Rusya açısından Irak sınırı da kontrol altına alındıktan sonra mevcut sınırlar üzerinden bir siyasi anlaşma yapılması en iyi seçenek. Rusya'nın görüşüne göre Suriye'nin en güçlü aktörü olarak rejim ülke topraklarının büyük bölümünü kontrol edecek, Suriye federal bir yapıda olacak, rejim ile YPG anlaşacak, ‘ılımlı' muhalifler ve rejim arasında da siyasi bir çözüme ulaşılacak.
Suriye rejimi ve muhtemelen onunla paralel düşünen İran ise muhalifler arasındaki radikal-ılımlı ayrımına çok fazla inanmıyor. Muhaliflerin kontrol ettiği küçük cepler üzerinden büyük siyasi tavizler alabilmesinin mümkün olmadığını biliyor. Ufak açılımlar yaparak küçük muhalif ceplerdeki askeri grupları silah bırakmaya zorlayabileceğini, olmazsa yok edebileceğini düşünüyor. Aynı şekilde federalizm de rejim açısından kırmızı çizgi. YPG ile sürdürülen taktiksel işbirliğinin zemini ortadan kalktı ve ABD üslerinin bulunduğu, Suriye doğal kaynaklarının üzerine oturan YPG bölgeleri rejim için baş ağrısı oluşturmaya başladı. Rakka'nın YPG kontrolüne geçmesi sonrasında Suriyeli yetkililerin “Rakka Suriye ordusunun kontrolüne geçmedikçe eskiden olduğu gibi işgal edilmiş kabul edildiği” sözleri bu çerçevede okunmalı. YPG mevcut durumda Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 25'i ve Suriye doğal kaynaklarının yüzde 60'ını kontrol ediyor.
Bu durumun rejim ve İran açısından kabul edilebilir ve sürdürülebilir olmadığı ortada. Dolayısıyla Rakka sonrası dönemin Suriye'de rejim ve YPG arasında yeni bir çatışma dinamiği yaratması yüksek ihtimal olarak görünüyor. Rusya ise bunu engellemek için çaba sarf edecek ve her iki tarafın kabul edebileceği bir zemin yaratmak isteyecektir. Bu zemin YPG'nin bazı bölgelerden çekilmeyi kabul etmesi ve doğal kaynakların paylaşımı olabilir. Ancak rejimin talep edeceği ve YPG'nin verebilecekleri arasında uçurum olduğu ve anlaşma zemininin zayıf olduğu söylenebilir.
Türkiye'nin öncelikleri
Yeni dönemde Rusya ve ABD'nin Suriye'de mevcut dengeler üzerinden siyasi çözüme odaklanması muhtemel görünüyor. ABD bu çerçevede Cenevre sürecini öne çıkarmak isteyebilir. Rusya ise Kasım 2017 ayının ortasında Soçi'de düzenleyeceğini açıkladığı “Suriye Halkları Kongresi” ile siyasi çözüm açısından yeni bir girişim başlatmak niyetindeydi. Buna karşın Türkiye, İran ve rejimin halen Suriye'deki mevcut haritadan tatmin olmadığını söyleyebiliriz. Rusya'nın siyasi çözüme odaklanması, her ne kadar ertelendiği açıklansa da Suriye Halkları Kongresi gibi girişimler üzerinden PYD'yi siyasi çözüme dahil etmeye çalışması Astana sürecini risk altına sokmakta. Rusya'nın Kongre girişimi muhtemelen Türkiye kadar İran ve rejimi de rahatsız etti ve bu nedenle ertelendi
Türkiye'nin beklentilerine karşın Rusya'nın Afrin konusunda halen YPG'ye koruma sağlayan bir pozisyonda oluşu yine sıkıntı yaratan bir diğer başlık. Buna karşın Türkiye ve Rusya liderleri son aylar içinde ikinci kez bir araya gelecek. Bu görüşmenin sonucuna göre İdlib ve Afrin konularında her iki tarafı rahatlatacak bazı gelişmeler olabilir ya da aksi halde Astana süreci sekteye uğrayabilir.
Türkiye'nin bu karmaşık denklemde baş etmesi gereken birçok zorluk olduğu görülüyor. Türkiye Suriye konusunda Rusya ile işbirliği yapsa da bu ülkenin YPG ve Suriye'de federalizm konusundaki niyetlerinden haberdar. Rusya ise Türkiye'nin İdlib'de Nusra Cephesi ile çatışmasını isterken Türkiye Afrin konusunda ilerleme sağlanmadan buna yanaşmıyor. Rusya diğer taraftan Suriye'de İran'ı dengelemek için İsrail'e de açık kapı bırakıyor. Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ekim ayı ortasında İsrail'e bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret sonrasında İsrailli yetkililer Suriye'de Hizbullah ve İran'ın güçlenmesine izin vermeyecekleri mesajları paylaştı. Dolayısıyla İran Rusya'nın Suriye'de kendisini dengelemek istediğinin ve Rusya'nın sonuna kadar güvenebileceği bir aktör olmadığının farkında. Bu tablo Türkiye ve İran'ın Suriye perspektiflerinin önümüzdeki dönemde daha fazla benzeşmesi sonucunu doğuruyor.
Tabii bu durum Türkiye'nin Suriye muhaliflerine olan desteğinin sona ereceği anlamına gelmiyor. Suriye'de bir sonraki adımın ne olacağının kestirilemediği bir ortamda her aktör kendi elindeki kartları olabildiğince güçlendirmeye çalışıyor. Türkiye buna bağlı olarak Fırat Kalkanı bölgesini ayağa kaldırma, başarılı bir sistem kurma ve silahlı muhalifleri birleştirme çabalarını sürdürüyor. Aynı şekilde İdlib ve buradaki ÖSO güçlerine desteğine devam ediyor. Türkiye'nin önümüzdeki dönemde en büyük zorluklarından biri kendi güvenlik kaygıları ile Suriyeli muhaliflerin beklentileri arasındaki çelişki ile baş etmek olacak.
(*) ORSAM Ortadoğu Uzmanı