Dolar

35,3445

Euro

36,7946

Altın

3.000,57

Bist

10.085,50

Şuuraltı labirentinden kaçışın imkansızlığı

Yazar Ahmet Can Timeturk için 'Şuuraltı labirentinden kaçışın imkansızlığı' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

2 Gün Önce Güncellendi

2025-01-05 16:00:24

Şuuraltı labirentinden kaçışın imkansızlığı

İşte Ahmet Can'ın kalame aldığı o yazı;

Hayal kırıklığına uğrayan insan, eşyalarını toplar gibi hayatını toplar; anılarından, tanıdığı diğer yüzlerden, mekanlardan uzaklaşır. Kaçış gerçekleşir, bavullar hafifler ama ruhundaki yük ağırlaşır. Çünkü yolcu, nereye giderse gitsin, kendisinden kaçamaz; nereye giderse beynini de gittiği yere taşır. Trenler uzak köylere, gemiler sessiz limanlara ulaşabilir ama insan zihni, her gittiği yerde onu yeniden karşılar. Şuuraltı dediğimiz o dipsiz kuyuda yankılanan sesler, dış dünyadan kaçışın beyhude olduğunu hatırlatır.

Dostoyevski'nin Raskolnikov'u gibi, suçtan kaçabilirsiniz belki, ama vicdanın soğuk nefesi her adımda ensenizde olacak. Tolstoy'un İvan İlyiç'i gibi, bir ömrü unutarak yaşayabilirsiniz; ta ki o kaçınılmaz gerçekle baş başa kaldığınız ana dek. İşte şuuraltı, insanın sırtını dönüp görmezden geldiği her şeyi bir mahkeme gibi önüne serer.

Şuuraltı insanın aynasıdır; ne zaman başımızı çevirmeye çalışsak, görüntümüzü karşımıza yeniden yerleştirir. Hatırlamadığımız çocukluk travmaları, bastırılmış arzular, yarım kalmış öfkeler ve sorular… Hepsi, gece lambası söndüğünde karanlık odada üzerimize gelir.

Kaçmak, insana bir süreliğine özgürlük duygusu verebilir; yeni şehirler, yeni yüzler… Ama şuuraltı, bir gölge gibi peşimizden gelir. O, ne zamana ne de mekâna bağlıdır. Unutulmuş bir taşra kasabasındaki sessizlikte de, kalabalık şehirlerin kaosunda da aynı sesle fısıldar: “Buradayım.”

Tolstoy'un o derin gözlemlerini hatırlayalım: İnsanın huzur arayışı, çoğu zaman kendi içindeki fırtınaları susturmak için dış dünyayı düzenleme çabasına dönüşür. Ama bu çaba, bir çocuk gibi denizin kumlarına kale yapmaya benzer; dalgalar her seferinde kaleyi yerle bir eder. Şuuraltında da öyle; bastırılan her şey ansızın geri gelir, hem de daha güçlü bir tazyikle.

Dostoyevski'nin karanlık derinliklerine inelim şimdi: İnsan, en çok kendinden korkar. Başkalarına karşı maskeler takabilir, yalanlar söyleyebilir, ama kendi zihnine karşı savunmasızdır. Bu yüzden şuuraltıyla yüzleşmek, mahkeme salonunda kendi kendine hâkimlik yapmaya benzer. Suçlayacak kimse yoktur, çünkü sanık da sizsiniz, yargıç da.

Peki, kurtuluş mümkün mü? Belki de değil. Çünkü insan, geçmişiyle ve korkularıyla bir bütündür. Ama Tolstoy'un “Diriliş”inde bulduğumuz o ince umut ışığı gibi, yüzleşmek sahici bir başlangıç olabilir. Kaçmak yerine durup bakmak, o karanlık aynaya gözlerimizi dikip kendi gerçeğimizi görmek… İşte bu, özgürlüğün en saf hâlidir.

Sonuçta insan, kaçabileceği bir dünya inşa edebilir ama kendi zihninin duvarlarından hiçbir zaman sıyrılamaz. Çünkü kendinden kaçamayacağını bilen, nihayet kendiyle barışmaya başlayabilir.

Dolayısıyla şuuraltı, hem bir korku mahzeni hem de insanın kimliğini anlaması için bir yol göstericidir. Her insan kendi iç yolculuğunun içinde kaybolur, çünkü "İçindeki sen, dışındaki senin göremediği bir sen." Şuuraltı, bir nevi kişinin derinliklerindeki gerçekliğin, bastırılmış arzuların, kaybolmuş hayallerin, öfkenin ve korkuların gizlendiği yerdir.

Fakat, bu yerin derinliklerine inilmeden gerçek benlik anlayışına ulaşmak imkansızdır. Kaçmak, sadece basit rahatlama olanağı sağlar, ama insanın en derinindeki gerçeğe ulaşmadıkça, huzura ermesi de mümkün olmayacak. Şuuraltı ile yüzleşmenin insana en nihai özgürlüğü getireceğine inanmak aslında en mantıklısı.

SON VİDEO HABER

Küçük Yazar Ömer Halis'ten Filistin'e Büyük Destek

Haber Ara