Talha Hakan Alp'e halisane açık mektup…
Sevgili dostum,
Herkes soruyor, bir tefekkür krizi mi, derin bir sorgulama mı hayatımızın farklı dönemlerinde yaşadığımız travmaların dışa vurumu mu… ya da bir “1 nisan şakası” mı, bir gonga vurma mevzusu mu?...
Yaklaşık 10 yaşından itibaren birlikteliğimizi ve derin irtibatımızı bilen ortak dostlarımızın bu minvaldeki sorularına muhatap olduğumu tahmin ediyorsundur. Son attığın twitler ve youtube'da yayınladığın video akabinde artık onları geçiştirmek doğru olmazdı.
Kaldı ki kendim de inan çok şaşırdım, anlam veremedim ve sana bu açık mektubu yazmaya karar verdim.
Yeni konuşlandığın mevzide eleştirilere daha açık olman beklenir. “Özgür” olmanın, bir bedeli olsa gerektir.
Seni yakından tanımayanların bir kısmı, niyetleri nedir bilmem ama meseleye Freudyen bir yerden bakmışlar.
Freud bazı saptamalarında elbette haksız değil. Ama bu, konumuzu tek başına anlatmaya yetmez kuşkusuz.
Nevrozun kaynağı olan bilinçaltı çatışmaları, cinsel dürtülerin yani libidonun insanın entelektüel üretimine etkisini, bu dürtünün travmalarını, bunların insanın başına ne işler açtığını vs uzun uzun anlatmış Sigmund Freud… Elbette parantez içine hapsedilemeyecek kadar ciddi meseleler bunlar.
Son attığın twitlerden anladığım kadarıyla, sen görmezden gelmeyi tercih etsen de, İslam da bu cinsellik konusunu zaten parantez içine hapsetmemiş; Kuran ve Hadis metinlerine kadar konuya temas etmiştir.
Freud'a göre zavallı insan; nefis (ego), id ve süperego arasında sıkışıp kaldığında bir süre sonra patlıyor. Yani Freud'un “yüceltme” ya da “sublimasyon” dediği şeyi dikkate almak lazım...
İnsanın içinde biriken cinsel enerjinin, popülarite ve şöhret uğruna cinsel olmayan meşruiyet alanlarına kaymasından sözediyor adam. Libidonun sadece cinsellik için sarfedilmesi durumunda entelektüel üretkenliği kısırlaştırabileceği tehlikesi üzerinde duruyor. Tam da bu yüzden cinselliğin sınırlandırılmasını ve doğru yönlendirilmesini öneriyor.
Kuşkusuz senin de pekâlâ bildiğin bu konuya şunun için girdim: Yaşadığın bu krize bu perspektiften bakan insanlar itibar suikastı gibi bir amaçları yoksa onları yadırgamaman lazım. Hele bunu sağlıklı cinsel hayatı temin için Kur'an ve Hadis metinlerine kadar konu etmiş İslam'ı da içine katarak tenkit konusu yapmış olmanı şık bulmadım. Üstelik ben bu arkadaşların -ama dediğim gibi haysiyet cellatlığı yapma gibi bir ahlaki zaaftan hareket emiyorlarsa- bu bu Freudyen değerlendirmelerine katılmakla birlikte durumu tam olarak izah etmediğini düşünüyorum.
Hepimizde az çok varolan psikolojik problemlerimiz, ezikliklerimiz, komplekslerimiz, dışlanmışlıklarımız, arızalı sosyal ve dini çevrelerimiz, bu çevrelere olan ilişkilerimiz, ulaşamadığımız aşklarımız, bir türlü aşamadığımız konfor tutkumuz, aktivizme/popüler olana paçamızı kaptırmış olmamız ... ve başka birçok dinamik burada belirleyici. Kendimi içine katarak konuştuğumu tekrar vurgulamak isterim.
Senin kadar birikimli bir insanın aktivistliğe ve popülizme teslim olmasını nasıl anlamakta güçlük çekiyordum ama şimdi bunu tuhaf bulmamaya başladım.
“Yargı kesin acı çekmek ruhun fiyakasıdır” der İsmet Özel… Daru'l-Hikme'de birlikteyken muhtemelen benden birçok defa duymuş olduğun bu mısrayı bana hatırlatmakta acele etme lütfen... Kesin ve isabetsiz bir yargı değil bu defa bahsettiğim. Ortak yaşanmışlıklarımız var. Birbirimizin hayat seyrini çok iyi biliyoruz… Zaaflarımızı ve meziyetlerimizi…
Hatırlar mısın, Kovid -19 salgınından bir süre önce Başakşehir'de bir kafede oturmuştuk. Turan da (Kışlakçı) oradaydı. Mustafa Alp de vardı sanıyorum. Çok yoğun okuduğunu ve okuduklarının seni götürdüğü yere kadar gideceğini ve bu konuda cemaat, çevre, dost hatırı vs hiçbir yönlendirmeyi dikkate almayacağını söylediğinde ben de sana bir dostun olarak demiştim ki:
“Eyvallah, sen âlim adamsın, birikimli adamsın. Okuduklarının seni götürdüğü yere kadar gitmende elbet bir sakınca yok. Hatta bunu her ilim talebesi yapmalıdır. Ama sorun şu ki bunu sosyal medyanın ayartıcı ortamında yapmak doğru değil. Bu konular için orası sağlıklı bir zemin değil. Henüz senin dünyanda bile takarrür etmemiş bir konuyu orada paylaştığında, senin ağzına bakan ve söylediklerini takarrür etmiş hakikatler olduğunu varsayan körpe zihinler var… Ya da derin okumalar yapmaya üşenen ama aleme ayar veren ergenler, Z kuşağı var. Amigoluk yapan şaklabanlar var, fitneciler var. Yani nereden baksan ayartıcı bir fitne ortamı orası…” Yaklaşık olarak bu minvalde konuşmuştuk. Sağolsun Turan Kışlakçı da bu konuda bana katıldığını söylemişti.
O görüşmeden sonra ben yaptığın yoğun okumaların seni götüreceği yeri sabırsızlıkla beklemeye başladım. Zira benim tanıdığım Taha Hakan Alp'in yaptığı okumalar ve sorgulamalar, benim bütünüyle katılamayacağım neticeler intaç etse bile, müktesebatıyla mütenasip çok derin ve nitelikli bir yere, büyük düşünce ufuklarına kapı aralayacaktı.
Ben böyle bir umutla seni izlemeye devam ederken o twitleri attın.
Ama ben yine de ümitliydim… “Twitter üzerinden bir duyuru yaptı ve sorgulamasına devam edecek ve önemli bir yere varacak” diye beklemeye başladım.
Geçenlerde ise o videoyu yayınladın.
Çok samimi söylüyorum, şaşırdım. Türkiye'nin ilmi ve entelektüel hayatına çok şey kazandıracağı ümidiyle dua ettiğim, kendisine talebelik de yaptığım Ahmet Davutoğlu siyasi parti kurup sığ bir muhalefet tarzından medet ummaya başladığında ne kadar üzüldüysem o videoyu izlediğimde de o kadar üzüldüm. Öyle ya, Ahmet Davutoğlu, Talha Hakan Alp gibi adamlar kolay yetişmiyor. Bu birikim ve derinlik kolay oluşmuyor. Bu ülkenin Kissinger'i, Huntington'ı olarak gördüğümüz bir hoca kendisini gündelik siyasetin sığ sularına teslim etmişti. Önümüzde çok büyük perspektif ufukları açabilecek bir kelamcının geldiği nokta tam bir sukut-i hayal idi.
Neyse… Ben saf saf acaba Hakan'ın sorgulamalarından bir Gazali çıkar mı, Razi değilse bile en azından bir Cübbai, hatta Nazzam çıkar mı diye kurarken o videoyu yayınladın. İnan ki çok şaşırdım. Dağ fare doğurdu adeta.
Bırakın Gazali'yi bir Abdülkerim sürüş bile çıkmadı… Yusuf Sıddık bile çıkmadı.
Halbuki çok büyük vehimler, devasa kuşkular, tefekkür krizleri, varoluşsal bir gerilim falan beklerken... Levent Gültekin'in daha evrensel perspektifi olan ve islami ilimler okumuş versiyonu mu olacaktı beklentimizin karşılığı!!!
Sözün ve şöhretin şehvetinin esir aldığı Mustafa İslamoğlu'nun alkışladığı bir profil çıktı karşımıza…
İnsan bu kadar kendi kendisine haksızlık yapar mı? Bir insan neden kendi ayaklarına sıkar? Bunların bir izahı olmalı?
Muhammed Nakib Attas, Fuat Sezgin, İhsan Fazlıoğlu, Mahmut Erol Kılıç, Taha Abdurrahman gibi olabilecekken Dücane Cündioğlu gibi olmayı tercih ettin ama onu bile olamadın.
Çünkü popülizmin ayartıcı cazibesine esir oldun.
Devrim yapabilecekken egemen oryantalist söyleme teslim oldun. Devrim dediysem abartmıyorum, sistemin kenara ittiği, diplomalarını tanımadığı, üstelik meteliksiz 5-6 tane genç insanın hiçbir cemaate arkasını dayamadan, 5 kuruşsuz yıla çıkıp on yıl içinde koca işler yaptığı günleri düşün… Holding sahibi cemaatlerin bile yapamadığı işleri kotardığını bir düşün… Daru'l-Hikme'yi, Rıhle'yi hatırla. 3 dilde yayınlar yaptığımız günleri hatırla… İslam dünyasının doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine iddia sahibi, tez sahibi ne kadar ilim adamı, alim, entelektüel varsa hepsinin bir şekilde yolunun düştüğü, cumhuriyet tarihi boyunca misak-i milli hududu dışında kimseyle teması olmayan medrese hocalarını doğudan batıya tüm İslam dünyasından hocalarla, akademisyenlerle buluşturduğumuz günleri hatırla!..
Derin bir hakikat arayışı, bir entelektüel kriz falan değil bu azizim. Tefekkür buhranı, metafizik devinim sonucu girilen derin bir çıkmaz vs gibi cümleler yazmak isterdim bugün senin için... Ama ne yazık ki yazamıyorum. Zira böyle bir şey, ayartıcı sosyal medya platformları üzerinde olmaz ama dedim ya; ben yine de umutluydum işte, safça. Ya da 10 yaşımızdan bu yana ortak yaşanmışlıklarımızın hatırına yüreğim objektif olamıyordu belki de.
Dağ fare doğurdu gerçekten…
Ne umutlar beslediğimiz sözde entelektüel krizin altından Turan Dursun'un hafif estetize bir versiyonu, biraz daha genç ve yakışıklısı çıktı. Biri hakikatini çok iyi bildiği “kulleteyn” konusundaki hokkabazlığıyla; öteki ise cariyelik gibi naif bir temcit pilavıyla çıktı karşımıza.
Okuduklarının senin getirdiği yer burası mı olacaktı. Ali Rıza Demircan'ın taa “İslamda Cinsel Hayat”ı yazdığı zamanlarda “farkettiği”, sonraları Abdülaziz Bayındır'la bir olup diline doladığı, İslamcı diye dudak büktüğün insanların 90'lı yıllarda Muhammed Kutub'un “İslam'ın Etrafındaki Şüpheler" adlı kitabından anladığı cariyelik mevzusu mu olacaktı yani.
Bari bir Hermann Hesse, Bakunin ya da Rosa Luxemburg şakirdi çıksaydı. En azından devrimci olurdu. Şık olurdu, estetik olurdu. Çok yazık. Çok büyük hayal kırıklığına uğradım.
Tipik bir modern ilahiyatçı sathiliğinin ezik sorgulamalarının ötesinde bir şey çıkmadı.
Salahattin Yusuf'tan okumuştum. Borges'in, “Tanrım ilahiyatçılara rağmen sana inanıyorum” dediğini naklediyordu. Yahu bu nasıl iştir. Vallahi ağlamak ve haykırmak istiyorum. Gözünde büyüttüğün ve öykündüğün o akademisyenleri, o popüler kültür ikonalarını ve kokonalarını ve şöhret delisi maskaraları onlarca defa cebinden çıkaracak ilmi birikime sahipken nasıl böyle bir irtifa kaybına müsaade edersin!!!
Yahu bahsettiğin sorgulamalarından inan bir Dücane Cündioğlu bile çıkmadı;
İlhami Güler'in bi gömlek üstü olabilir ama orada da söylemin/retoriğin gücüne ihtiyaç var.
Boşver bu işleri azizim. Geleceği yok bu seyrin. Aşka geri dön. Seni buralara fırlatan çevrelerle ve tepki duyduğun, sarıkların altına kafasını gömmüş ulu hoca görünümlü maskaralara, maskeli şarlatanlara karşı gel birlikte direnmeye devam edelim. Ama ne senin için, ne benim için.. Aşk ve sevdaya sadakat için direnelim, mücadele edelim.
Tıpkı o meteliksiz günlerimizde, üç kuruşumuz olmadan birlikte başlattığımız o muazzam Rıhle ve Daru'l-Hikme serüveni gibi, öyle bir dinamizmle akıp giden, çağıldayan yeni bir ırmağımız olsun. Yol yakınken geri dön.
“ama dön
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!”
(Of Not Being A Jew -İsmet Özel)
Benim olmam önemli değil, ben zaten orada yanınızda genelde konu mankeni gibi hep iğreti duruyordum o zaman, bazen belki yük de oluyordum. Daha ziyade, halkla ilişkiler, PR tarafıyla meşguldüm. İşin gazetecilik kısmındaydım yani. Yapılan faaliyetlerin ve muazzam işlerin layıkıyla duyulması ve makes bulması için gayret ediyordum. Sen bugünden baktığında nasıl görüyorsun bilmem ama bir avuç inanmış adam kısa süreli de olsa bir destan yazdık…. Bunu dışarıda olan insanlar da böyle değerlendirdiği için rahatlıkla söylüyorum.
Yahu twitter üzerinden varoluşsal krizler mi tartışılırmış. Yani birkaç kışkırtıcı cümle, aforizma yazıp insanların kavgalarını, amigoluklarını ya da hakaretlerini izlemek nasıl bir ruh durumudur? Bu gömlek sana çok küçük gelir.
Bırak bu işleri azizim. Kendine haksızlık etme. Bakıllani ve Gazalilerin yolundaki Talha Hakan olmaya geri dön. İbn Rüşd, Farabi, hatta Kadı Abdülcebbar, Zemahşeri, Cübbai'lerin izinde de olabilirsin. Yeter ki kendine dön.
Abdest al, yüzünü yıka, inşirah suresini oku!
Sokağa çık ve esenlik mottosuyla, yepyeni bir aşk perspektifiyle insan olarak kâinatı, insanları, börtü böceği, aşkı ve sevdayı selamla.
Rabbim hiç birimizden hidayetini esirgemesin!
(“Hidayetini esirgeyen tanrı olur mu” deme sakın)
Rabbim ümitlerimizi kayırsın.