MUHAMMED İLHAMİ | TIMETURK
- Aracılar olmaksızın ticari malları üretici ülkeden doğrudan aldılar.
- Gemiler, zayıf ülkeler bulduklarında oraları işgal ediyor, mallarını karşılıksız olarak gasp ediyorlardı. Chris Brown'ın anlatımıyla: “Gemiler güçlü bulduğunda ticaret için dolaşıyorlardı, zayıf bulduklarında ise korsanlık için”
- Amerika'da olduğu gibi, çoğu ülke önemli kaynaklara sahip olduklarını ya da kendilerinde başkaları için önemli kaynaklar bulunduğunu bilmiyordu.
Tarihi milliyetçi yorumlayanlar ekolüne tabi olanlara göre Avrupa'nın tüm barışçıl tarihi,
Eğer Avrupa başka kavimleri keşfetmemiş ve kendi aralarındaki çatışmayı o ülkelere taşımayı kararlaştırmamış olsaydı gerçekleşemezdi. Bu diğer kavimler de Avrupa'nın onları keşfetmesiyle kendilerinin yeni bir kimlik ve kişilikle “kavim” olabileceklerini keşfettiler.
Uygarlıklara düşmanlık – Avrupalı mantığında- imha, köleleştirme ve yok etmeyi gerektirmekte ise de araya ekonomik gerekçeler girdiğinde Avrupa aklının, diğer halkları köle, hizmetçi ve tarımsal ve sanayi gelişimin devamı için mutlaka olması gerekli tabaka olarak düşünmesine yol açtı. Bu noktadan hareketle onlar için en iyisi ülkelerimizi işgal etmek, bizleri onlar için kaynakları çıkaran, bu malları onlar için satan, fabrika ve tarlalarında çalışan kulları ve hizmetçileri haline dönüştürmekti.
En sonunda ticari gelişimlerini sürdürmeleri için onlardan ürünlerini satın alırız böylece onların ülkelerindeki sistemlerinin devamlılığını korumak için onlar için Pazar konusunda oluruz. Eğer onlar sizi köleleştirse ya da yok etse (Ki askeri güç dengesi olarak bunu yapabilirler) o zaman kendilerine kulluk yapacak kimseyi bulamazlar. Pazar bulamazlar, bir adım ötesinde de kendi aralarında savaşlar çıkıverir. Bu yüzden bizim ve başka milletlerin var olması onlar için daha iyidir.. Kul olarak, hizmetçi olarak, gelişim merhalelerini sürdürecek Pazar olarak kalman.
Muhammed Ali Paşa'nın gelip Mısır'da “Modern devlet” inşa etmek istemesi ya da daha açık bir ifadeyle: Tek eken, Tek üreten, Tek satan (Bu Muhammed Abduh'un anlatımıdır ki, yanıltıcı, hayali, engelleyici ve gizemli Modern devlet tanımından milyon kez daha açıklayıcı ve doğru bir tanımdır).. Ülkenin pamuk ekmesini kararlaştırdı. Niçin? Çünkü bu dünya pazarına satılarak büyük kazançlar sağlayacaktı.
Bu anda Mısır ekonomisi küresel ekonomi ile ilişkili hale geldi. Ülkenin ihtiyacı olduğu için değil, küresel ekonomi istiyor ve ihtiyaç duyuyor diye pamuk ekildi. Bu geniş alanlarda ekimi yapılan bakliyatlar, sebze ve yağ gibi diğer ürünlerin üretimini olumsuz etkiledi. Ama küresel pazar bu tür durumları, bakliyat, sebzeler ve yağın diğer ülkelerden ithal edilmesi mümkündür diye karşılıyordu.
Bu noktada dönüşüm yaşandı, kendine yeten ve artanı da ihraç eden bir ümmetten küresel ticaretin üyesi devlete.. Denizler ötesindeki bir yerde oluşan her hangi bir krizin onu da etkilemesi artık mümkündü ve bu da çok şiddetli krizlere sebep oldu.
Bu duruma Avrupa'nın zorbalığını ve canavarlığını eklediğin zaman ortaya çıkan durum Mısırlı çiftçinin gerçekte küresel gücün kulları ve hizmetçileri olması neticesini doğurdu. Artık sadece yerel despotların değil (Krallar gibi) küresel tiranların da (Küresel sistemin iş ve para baronları) hırs ve açgözlülüklerini doyurmak zorundaydılar.
Oysa küresel faiz sisteminde paranın kendisi maldır. Kendi kendine büyüyebilir., ticareti yapılabilir. Sonradan 15 dirhem almak için 10 dirhem kredi veren burada bizzat parayla sanki büyüyen ve çoğalan bir şeymiş gibi ticaret yapmaktadır. . Oysa o zaman diliminde üretim o ülkede artmamaktadır.
Bu sistem doğal olarak enflasyon ve sürekli fiyat artışlarını doğurmaktadır. Rakamsal gelişim sürmekte ama üretim bunla paralel büyümeyebilmektedir. Bu sistem doğası gereği fakirlere karşı mal sahiplerinin çıkarlarını, risk almayı bilmeyen ve zeki olmayanlara karşı, risk alan ve zeki olanların çıkarlarını korumaktadır.
Bana İslam ekonomisini özetleme fırsatı verilse bence o iki tarafından eşit riske sahip olmadığı her işlemin karşısındadır. Yani işlem algısında bir tarafın zararına olacak şekilde diğer tarafın kazancının garanti edilmesine izin vermez. Oysa bu durum günümüz faize dayalı ekonomik sisteminin esasıdır.
Bazıları küresel sistemin her ülkede “Merkez Bankası Başkanı” isimli temsilcilerinin bulunmasına şaşırabilir... Merkez Bankası ki o ülkedeki tüm bankaların üstündeki bankadır. Merkez Bankası Başkanı bağımsız bir kişiliktir ve ülke başkanı onu azledemez görevinden alamaz... Daha da ötesi Merkez Bankası Başkanı, devlet başkanının ya da hükümetin ekonomi politikasının aksine de çalışabilir.
Genel olarak devletlerdeki ekonomi ve siyasetin insicamı sebebiyle dünyada bu durum pek açığa çıkmaz. Ama bu hegemonyadan kurtulmak isteyen ülkelerde bu durum kendini gösterir... Türkiye'nin durumunu takip edenler, hiç şüphe yok ki yıllardır Erdoğan ile Merkez Bankası Başkanı'nın arasındaki açık uyuşmazlıktan haberdardır.
Şirketlerin kurulması, büyümesi, gelişmesi, pazar şartlarına göre çalışması, kazançlarını büyütmek için çaba harcaması, kayıpları azaltmak, işçi çıkartıp makinaları arttırmak doğal bir durum… Kar zarar mantığı insanlıktan, merhametten ve insanın çıkarından ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, sanki normal gibi durmaktadır… İnsanlar arasında serveti diğerlerinin milyonlarca katı olanların bulunmasında sorun yoktur… Dünyadaki %10'luk bir kesim, dünya zenginliğinin %90'ına sahip olabilir…
Bu durum normal ve tartışılmaz görünüyor. Bu nedenle uydu kanalları kar zarar çarkının altında ezilen milyonlarca insanı görmezden geliyor… Eğer onlar zeki olsalardı kar zarar merdiveninde yükselirlerdi. Dünyanın kanununda aptal, salak, tembel ve pasiflere merhamet etmez. Tersine bu tembellik ve pasifliklerinin cezasıdır (Böyle diyorlar… Ki bu durum eşyanın tabiatından ve kainatın gerçeklerinden olsun)
Böylece Dolar siyaset gücü, silah ve sanayi iye aranan talep edilen dayanak olan bir şeye evrilmiştir. Üretimin çökmemesine ve gerilememesine rağmen bir para birimi basitçe çökebilir. Çünkü küresel sistem bu menkul kıymetleri devasa bir pazarda sadece bir üretim ifadesi olarak değil, kendince değeri varmışçasına değerlendirir.
Buradan hareketle, gelişmekte olan ülkelerde iktidarı almak isteyenlerin Amerikalılara, Amerikan kapitalizmini kabul edip uygulayacaklarına dair kesin garantiler vermesi zorunludur. Aralarında İslamcıların da bulunduğu herkes bu şekilde yaptı. Tabi Erdoğan da.
Bu ekonomik başarılar bizzat küresel ekonomik sistem kapsamında gerçekleşmiş başarılardır. Bu sistem devam ettiği sürece rakamlar üzerinde ekonomi başarılıdır. En önemli özelliği de: Parayı çeken güçlü bir yatırım ortamı sağlaması, Sanayiyi kalkındırması, dış ticareti artırması (doğal olarak iç istihdamı fırsatları oluşturan) , girdileri yükseltmesi, öz kaynaklara yatırım yapması, yeni fırsatlar araştırması gibi…
Ancak İslami kimlik sahibi bir milli lider (Ki kendisi aslen iktisatçı, İktisat Fakültesi mezunu) bilinir ki sonuçta başarıdan en çok faydalanacak olanın küresel sistem ve onun büyük balıkları(balina) olduğu bilinmektedir. Bu sistemin karşıtlarının ilk olarak faizleri düşürmekle başlaması zorunludur. Ta ki zenginlik ve para dağıtımında adalet sağlanabilsin.
Bu durum Türkiye'nin batıyla ilişkili tabası olan, hipnozcu ekonomik tabakasından büyük balıkları endişelendiren hassas bir nokta. Bu durumda kendileri zarar görecek olsa bile mutlaka ekonomik savaşlar başlar.
Aynen Mısır'daki işadamlarının Mursi'nin devrilmesi karşılığında ekonomik büyük zararlara hazır olmaları gibi.. Çünkü Mursi – kapitalist ekonomik sistem açısından temiz olsa ve onu tehdit etmeyi düşünmemiş olsa bile, onun sadece yolsuzluk menfezlerini kapatmış olması bile onlara ölümcül bir darbeydi- sistemin kendisini tehdit ediyordu. Aynen böyle de, çoğunluk sistemin kalması adına kendilerinin çok kayıplar vermesini önemsemez, çünkü sistemin devamı onlara kaybettikleri mallarının katlarca geri dönmesi anlamı taşır. Ezilenlerin kanları pahasına bile olsa… Doğal olarak onlar açısından insanların parasını yemek, adil bir sistemin inşasından daha iyidir.
Birincisi: Arz talep borsasına tabi nakit para
İkincisi: Batı düşüncesine sahip Türk yatırımcılar ve batılıların kendileri.
Birinci konuda paranın değer kaybetmesi için borsada spekülasyon yapılıyor. Bu ekonomik sistem içerisinde paranın bizatihi kendisinin ticari mal olduğunu lütfen unutmayın… Piyasası durgun ve talep düşük olduğunda, para değer kaybeder. Bu süreç üretimi artı ya da eksi etkilemez ancak para biriminin değerini zayıflatır. (Bazen devletin kendisi, mallarını daha ucuza pazarlamak ve turizm gelirlerinden yararlanmak için para biriminin değerinin düşürülmesinden yararlanabilir)
İkinci konuda, sermaye kaçırılır, servetler yabancı para birimine çevrilir. Böylece yabancı para birimine talep artar ve yerli para birimine talep azalır. Lütfen talebin arttığı bu yabancı para biriminin aslında tüm dünyanın da bildiği gibi sadece basılı bir kâğıttan ibaret olan ve hiçbir değeri olmayan dolar olduğunu hatırlayın… Fakat onun esas gücü silah ve onu bir servet ve değer deposu olarak kullanan ve onunla başkalarının kaynaklarını ve emeklerini satın alan siyasetin gücünden kaynaklanıyor.
Yani Liranın değer kaybı Türk üretim gücünün zayıfladığı anlamı taşımıyor. Doların yükselmesinin Amerikan üretiminin arttığı anlamına gelmediği gibi. Aslında bu güç savaşı ve ekonomi de bunun bir parçası.
Bir süre önceki bir yazımda “medeniyet üçgeni” diye isimlendirdiğim bir olgudan bahsetmiştim: Para, Bilim, Silah… Milletlerin güçlü kalması, her bir unsurun diğerlerine hizmet etmesine bağlıdır. Eğer bir tanesi bozulursa, ulus dağılmaya ve işgal altına girmeye başlamıştır.
Burada kastedilen, Türkiye'deki mevcut ekonomik krizin çözümünün ekonomik bir çözüme dayanamayacağıdır. Gerçekte, Türkiye, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülkenin bağımsızlığını koruması ölçüsünde bu krizden ve arkasındakilerden kurtulabilecektir. Yine Türkiye, Türk bilim adamlarının savunma ve saldırı silahları icat edebildiği, öz kaynaklara yatırımı iyileştirdiği ve geliştirdiği ölçüde bu krizden kurtulabilecektir.
Küresel ekonomik sistemi zayıflatma çabası sonuçta çatışma doğuracaktır. Zayıf olan taraf (Türkiye) bunu ertelemek isterken, güçlü olan taraf (Amerika) acele edip bu çatışma ile bu çabayı bastırmayı deneyecektir.
Bu durum birçoklarına olumsuz yansıyacaktır. Bu çoğunluk bir şekilde Batı ürünleriyle bağlantılıdırlar. Onlar anlık çıkarlarını bağımsızlıklarına, dini milli ve medeni duygularına feda etmedikçe bağımsızlık savaşının bir parçası olamazlar.
İnsanlar gelecek gerçek savaşa hazırlandıkları, kendilerini fedaya hazır oldukları, bilimsel ve kişisel çaba harcadıkları ölçüde zafere ulaşacaklardır.
En önemlisi, ülkenin kendi kendine yeterliliği konusunda gerçekleştirdiği kazanımlar ve küresel ekonomik sistemden çıktığı ölçüde… Bu durum ciddi bir propaganda, ve insanları ikna, medeni duygularını harekete geçirme, ve onur ve gurur kavramlarının anlamını kavratma konusunda çaba harcanmadan gerçekleşmez.