'Türkiye’de yakın tarih halâ canlı bir savaş alanı'
İslamcılık konusunda araştırmalar yapan tarihçi Prof. Dr. İsmail Kara, 'Türkiye’de yakın tarih hâlâ canlı bir savaş alanı, bir ideolojik çatışma bölgesi' dedi.

Oluşturma Tarihi: 2017-07-31 11:05:46

Güncelleme Tarihi: 2017-07-31 11:05:46

TIMETURK | HABER MERKEZİ

‘Biraz Yakın Tarih Biraz Uzak Hurafe' kitabının genişletilmiş baskısı okuyucuyla buluşan Prof. Dr. İsmail Kara, Karar'dan Aykut Tezerdi'ye konuştu. 

"TÜRKİYE'DE YAKIN TARİH HÂLÂ CANLI BİR SAVAŞ ALANI"

Siz tarih alanını önemseyen bir yazarsınız. Bu kitabınızın başlığı da ona işaret ediyor. Bir düşünce tarihçisi için “tarih” ne anlama geliyor?

Tarih var tarih var. Muhafazakâr, mütedeyyin bir çevrede yetiştiğimiz için özellikle yakın tarihle canlı ve ideolojik denebilecek bir alakamız vardı. Türkiye'de yakın tarih hâlâ canlı bir savaş alanı, bir ideolojik çatışma bölgesi olduğu için biz de çocukluğumuzda bir şekilde gayriihtiyari olarak oradaki yerimizi almıştık. İmam Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü tahsilim sırasında İslâm tarihiyle biraz daha yakından ilgilendim. Ayrıca bile isteye İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde okudum. Sonra gayriihtiyari olarak yer aldığımız tarih savaş alanını, tarafları, onların bilgi düzeylerini, hissiyatlarını, aradaki boşlukları ve problemleri biraz daha yakından tanımaya ve sebeplerini anlamaya başladım. Devam ettim, düşünce tarihiyle, felsefeyle ilgilenen biri olarak tarih yazımlarına, tarih felsefelerine doğru hareket ettim.

***

Kitabınızın ‘Yalan Tarihe Karşı Yalan Tarih mi?' bölümünde; “Türkiye'nin yakın tarihi kesinlikle akların ve karaların, kahramanların ve hainlerin, iyilerin ve kötülerin tarihi olarak ele alınmaya elverişli değildir” diyorsunuz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

Konuştuğumuz konunun bir parçası da bu. Nasıl oluyor da İttihat ve Terakki içinde, Sultan Abdülhamit muhalefetinde, Birinci Dünya Savaşı'nda, Milli Mücadele'de hem fikren hem fiilen yan yana, iç içe olan insanların bazıları bir adım sonra keskin hatlarla ayrılıyor ve biri hain, biri kahraman oluyor? Mustafa Kemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa gibi meselâ. Burada bir problem yok mu? Daha ince ayırımlara, tetkiklere girmemiz gerekmez mi? Acaba yalan kabul ettiğimiz tarihe karşı biz de bir yalan tarih mi uyduruyoruz? Bunun gerçek muhasebesini yapamıyoruz çünkü ideolojik savaş ve siyasi-kültürel kutuplaşma devam ediyor. Bunun bizi getirdiği yer tarihimizden bütün kuvvet ve zaaflarıyla istifade edememek, onu bir tecrübeler hazinesi olarak kullanamamak… Hâlbuki tarih bize bugün ve yarın için lazım.

***

"BİLMEDİĞİNİZ YER SİZİN İÇİN KAYIPTIR"

Kitapta bahsettiğiniz “Kayıp İslam Coğrafyası”nın tanımını nasıl yaparsınız, niçin kayıp?

Tanımadığınız, bilmediğiniz, kuşatamadığınız yer sizin için kayıptır. Bu yeni bir hadise değil ama bugün de devam ediyor. Biraz ümit kırıcı gözükebilecek örnekler de veriyorum ama maksadım moral bozmak değil, ümit kırmak hiç değil, meselenin ciddiyetini anlatmak, ümidin nerede olduğunu göstermektir. Meselâ ülkemizde büyük bir Filistin yahut İsrail mütehassısı yoktur, Vehhabîlik mütehassısı yoktur, Türki Cumhuriyetlerdeki tarikatlar mütehassısı yoktur, Yemen yoktur, Suriye yoktur, İran yoktur… Fransa'da, İngiltere'de, ABD'de, Almanya'da var ama. Biz de “gönül coğrafyamız” edebiyatıyla idare ediyoruz. Ben diyorum ki “gönül coğrafyamız” hissiyat düzeyinde mühim bir şey ve tahkim edilmesi lazım. Peki ya sonrası? Bunun bilgi, ilim, felsefe düzeyleri nerede? Dışişleri Bakanlığı, üniversite, fikir çevreleri sadece edebiyatla idare edebilir mi ve bu idare olur mu?

Bu kayıp olanı nasıl bulacağız? Biraz Yakın Tarih okuyarak mı?

Hep söylüyoruz, Türkiye kendini çabuk sağaltabilecek bir ülkedir aynı zamanda. İnsan unsuru, tarihi, bugünkü potansiyeli buna imkân verir. Ama neyi nasıl öne çıkaracağımız, nerelere yoğunlaşacağımız çok önemli. Kafa patlatacak, ter dökecek, dirsek çürütecek insanlara ihtiyacımız var. Edebiyatı yapan her zaman bol miktarda bulunur.