Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM)'da Levant Çalışmaları uzmanı olan Haydar Oruç, Anadolu Ajansı için Türkiye-İsrail ilişkilerini analiz etti. Oruç yazısında, 'Türkiye'nin sürdürdüğü aktif ve çok katmanlı dış politika ve sahadaki sert gücü sayesinde, artık başka çaresi kalmadığını fark eden İsrail yönetimi, tekrar Türkiye ile masaya oturmaya karar vermiş görünüyor.' ifadelerine yer verdi.
Oruç'un AA'da yer alan analizi şöyle:
Son günlerde Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin merkezinde olduğu baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Aslına bakılırsa Türkiye'nin gecikmiş hamleleri olarak da isimlendirilebilecek bu olaylar, başta kıyıdaş ülkeler olmak üzere tüm dünya tarafından dikkatle takip ediliyor. Bunlardan biri de Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarından çıkarılacak doğalgazın Avrupa'ya ulaştırılması için uzun süredir alternatifler arayan İsrail.
Hatırlanacağı üzere Türkiye ve İsrail, uzun bir ilişkisizlik döneminden sonra, başta Doğu Akdeniz'deki gazın Türkiye'ye ve buradan da Avrupa'ya ulaştırılması için bir boru hattı projesi ortaklığı olmak üzere, dönemin siyasi konjonktürünün gereklilikleri nedeniyle Haziran 2016'da normalleşme anlaşması imzalamışlardı. Fakat anlaşmanın hemen ardından yaşanan 15 Temmuz hain darbe girişimi, ilişkilerin hemen düzelmesini engellemişti. Birkaç aylık bir nekahet döneminden sonra heyetler arası görüşmeler başlamış ve doğalgazın Kıbrıs'ta bir anlaşma olması halinde Kıbrıs üzerinden, anlaşma olmaması durumunda ise doğrudan denizden Türkiye'ye taşınmasını sağlayacak boru hattının inşa edilmesi hususunda prensipte anlaşılmıştı. İsrail tarafının gazın üçüncü ülkelere satışına dair getirmeye çalıştığı bazı kısıtlamalar ve projenin finansmanına yönelik endişeler bu süreci biraz uzatmış olsa da, nihayetinde siyasi irade bu gibi zorlukları aşacak kararlılıktaydı.
Fakat ilerleyen aylarda, Kıbrıs'taki çözüm çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) Türkiye ile işbirliğine soğuk bakmaları nedeniyle İsrail yönetiminde yaşanan kafa karışıklığı, ABD'nin Kudüs kararı ve buna Türkiye'nin göstermiş olduğu tepkiler ve belki de en önemlisi Filistinlilerin başlatmış olduğu “Büyük Dönüş Yürüyüşüne” İsrail'in göstermiş olduğu orantısız tepki, taraflar arasındaki muhtemel iş birliğini imkânsız hale getirmişti. Akabinde karşılıklı olarak elçilerin çekilmesi/gönderilmesi ve liderler seviyesinde yaşanan söz düelloları, ilişkilerin onarımını zorlaştırmıştı.
Fakat bu dönemde, başını İsrail'in çektiği ve içinde Mısır, Yunanistan ve GKRY'nin de olduğu ülkelerin Doğu Akdeniz'de kendi çıkarlarını önceleyen bir dizayn peşinde oldukları gözlemlenmişti. Muhtemelen bu ülkeler, (Suriye'de devam eden iç savaş nedeniyle yüzleşmek durumunda kaldığı tehditlerin) Türkiye'nin enerjisini tüketeceğini ve bu sebeple Doğu Akdeniz'deki menfaatlerini yeterince savunamayacağını düşünmüşlerdi. Ayrıca 2018'in yaz aylarında Türkiye'ye yönelik başlatılan ekonomik operasyonlar nedeniyle ülkenin ekonomisinin de zor günler geçirmeye başlamasıyla bu ülkelerin iştahlarının kabardığı ve Türkiye'nin hassas durumundan istifade etmek istedikleri görülmüştü. Arkalarına AB'nin ve ABD'nin de desteğini alarak yayınladıkları tek taraflı haritalarla Türkiye'nin münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını daraltıp neredeyse kıyılarına hapsetmeye çalışanlar, kendileri içinse paylarına düşenin çok ötesinde hayali sınırlar belirlemişlerdi.
Bu gelişmelerin belki de en göze çarpanı, Ocak 2019'da Kahire'de kuruluşu açıklanan Doğu Akdeniz Gaz Forumu olmuştur. Doğu Akdeniz'e kıyıdaş ülkelerden Mısır, İsrail, Yunanistan, Filistin ve GKRY'nin yer aldığı forumda Ürdün ve İtalya'nın da yer almasına rağmen Türkiye, Suriye ve Lübnan gibi diğer ülkelerin bulunmaması dikkat çekmişti. Açılış konuşmasını yapan Mısır Petrol ve Madeni Kaynaklar Bakanı Tarık el Molla forumun diğer kıyıdaş ülkelere de açık olduğunu söylese de, İsrail merkezli çıkan haberlerde forumun Türkiye karşıtı bir girişim olduğu ve amacının Türkiye'nin bölgedeki etkisini sınırlandırmak olduğu ifade edilmişti.
Fakat aradan geçen süreçte, Türkiye'nin yaptığı sınır ötesi operasyonlar ve ABD ve Rusya gibi aktörlerle yaptığı anlaşmalarla Suriye sınırında görece rahatlama yaşanması, dikkatlerin tekrar Doğu Akdeniz'e çevrilmesine yol açtı. Aslında Türkiye, Suriye sınırında bir güvenli bölge oluşturmaya çalışırken aynı zamanda Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerinin korunması için donanma unsurlarıyla bölgede varlık göstererek, sismik araştırma ve sondaj gemilerinin bölgedeki faaliyetlerini sürdürüyordu. GKRY'nin tek taraflı ilan ettiği MEB sınırlarını tanımayan Türkiye, aynı zamanda KKTC'nin aynı bölgeler için verdiği ruhsatlarda çakışan bölgelerde yabancı enerji şirketlerinin çalışmasını da zorlaştırıyordu. Hatta bölgede faaliyet gösteren İtalyan enerji şirketi ENI'nin bölgedeki gerginliği gerekçe göstererek arama ve sondaj çalışmalarını durdurması, Türkiye'nin bu kapsamdaki tedbirlerinin bir sonucu olarak okunabilir.
Türkiye'nin tarafları ısrarla masaya çağırması ve ortak çıkarlar zemininde bir anlaşma yapılması için sık sık diplomasiyi adres göstermesine rağmen muhataplarından buna mukabil cevaplar alamaması, oyun kurallarının sertleşmesine yol açtı. Zira Suriye'de olduğu gibi “sahada olmadan masada olunamayacağını” idrak eden Türkiye, Doğu Akdeniz'deki varlığını arttırmaya ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını bedel gözetmeksizin savunmaya karar vermiştir. Bunun sonucu olarak, uzun süreden beri devam eden görüşmeler neticesinde, Libya'nın Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan meşru yönetimi olan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile 27 Kasım'da “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Türkiye ile Libya arasındaki deniz sınırları belirlenmiş olup, muhtemel bir Yunanistan-GKRY ve Yunanistan-Mısır MEB anlaşması anlamsız hale getirilmiştir.
Bu anlaşmanın diğer bir boyutu ise İsrail başta olmak üzere Mısır, Yunanistan ve GKRY'nin Doğu Akdeniz gazını Avrupa'ya ulaştıracak boru hattının güzergahının belirlenmesinde Türkiye'yi dışarıda bırakacak Doğu Akdeniz Boru Hattı (Eastern Mediterranean Pipeline) projesinin uygulama imkanını ortadan kaldırmasıdır. Zira bu hattın Türkiye'nin Libya ile yaptığı anlaşma sonrası ilan ettiği deniz yetki alanlarından geçmesi söz konusu olacaktır ki bunun Türkiye'nin müsaadesi olmadan yapılması hukuken ve fiilen söz konusu değildir. Doğal olarak, artık bu konsorsiyumun kendisine başka bir alternatif bulması veya hattın buradan geçmesi için Türkiye'nin iznini alması gerekecektir. Türkiye'nin ise (kendi üzerinden geçmesi muhtemel daha kısa ve daha ekonomik bir hat projesi varken) böyle bir talebi kabul etmesi mümkün görünmemektedir.
Her ne kadar Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nda birlikte olsalar da, başından beri Mısır'ın bu boru hattı projesine soğuk baktığı da biliniyordu. Çünkü sahip olduğu likit doğal gaz (LNG) tesisleri sebebiyle Mısır, gazın boru hattıyla değil, kendi tesislerinden tankerlerle taşınmasının daha uygun olacağını ileri sürüyordu. İsrail ise Mısır'daki istikrarsızlıkları gerekçe göstererek gazın taşınmasının tamamen Mısır'a endekslenmesini istemiyordu. Türkiye güzergahına bir diğer karşı çıkış Yunanistan ve GKRY cephesinden gelse de, aradan geçen süre zarfında somut bir adım atılamamış olması, İsrail'i daha rasyonel düşünmeye itmiş görünüyor.
İsrail'deki pozisyon değişikliğinin, henüz Türkiye ile Libya arasındaki anlaşma imzalanmadan kendini gösterdiği, basına yansıyan bazı haberlerden anlaşılıyor. İsrail basınında geçen hafta çıkan haberlerde, 19 Kasım tarihinde Bat Galim isimli İsrail araştırma gemisinin -tam olarak saha bilgisi paylaşılmasa da- muhtemelen GKRY'nin ruhsatlandırdığı fakat Türkiye'nin de kendi MEB'i olduğunu beyan ettiği, adanın güneyindeki 12 numaralı parselden, Türk savaş gemisinin ikazlarına istinaden ayrılmak durumunda kaldığı bildirilmişti. Asıl dikkat çekici olan ise haberin içeriğinden ziyade zamanlamasıdır. Zira bu zaman, tam da İsrailli firmaların ortağı olduğu konsorsiyumun, GKRY'nin parselliği Afrodit sahasındaki çalışmaları, Türkiye ve GKRY arasındaki anlaşmazlığı gerekçe göstererek sonlandırmaları ve akabinde Türkiye-Libya anlaşmasının açıklanmasıdır. Tüm bu sayılanlar bir araya getirildiğinde ise mevcut denklemde Türkiye'yi oyunun dışında tutmaya matuf bazı ön kabullerin değişmeye başladığı görülmektedir.
Daha ilginç olanı ise bu haberlerin ardından, daha ilgili taraflar ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, İsrail medyasında isim verilmeden üst düzey dışişleri yetkilerine dayandırılarak servis edilen “Türk ve İsrail yetkililerinin boru hattı konusunda işbirliğine hazır olduklarına” dair haberlerin ortaya çıkmasıdır. Sonrasında İsrail medyasında "ilk görüşme talebi Türkiye'den geldi" gibi düzeltmeler yapılsa da, haberi teyit etmek isteyen Türk basını İsrail dışişlerinden gelişmeleri doğrulatmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye'nin sürdürdüğü aktif ve çok katmanlı dış politika ve sahadaki sert gücü sayesinde artık başka çaresi kalmadığını fark eden İsrail yönetimi, tekrar Türkiye ile masaya oturmaya karar vermiş görünüyor.
Türkiye'nin Libya ile yaptığı anlaşma sonrası bir çağrıda bulunarak, GKRY hariç diğer kıyıdaş ülkelerle benzer anlaşmalar yapmaya hazır olduğu açıklamasının tetikleyici bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerden asla taviz verilmeyeceğinin tekrarlanması ve gerekirse bu konuda sert güce başvurulabileceğinin altının çizilmesi, diğer kıyıdaş ülkelerin fikirlerinin değişmesinde etkili olmuşa benziyor.
Merak edilen bir diğer husus ise Türkiye ile İsrail'in boru hattı inşasında muhtemel bir iş birliğine gitmesinin Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun geleceğine yönelik etkisinin nasıl olacağıdır. Zira kıyıdaş ülkeler arasında iş birliğini esas aldığı iddia edilen forumun, üç kıyıdaş ülkeyi dışarda bırakmasının mantıklı bir izahı yoktu. Yeni durumda, Türkiye karşıtlığı üzerine inşa edilmiş olduğu değerlendirilen bir organizasyonun Türkiye'yi içine alacak şekilde genişlemesi gerekecektir ki bunun İsrail dışındaki ülkelerde nasıl karşılanacağını kestirmek zor olmasa gerek. Bu durumda ise ya bu ülkelerin rezervlerini kaldırmaları ve forumun tüm kıyıdaş ülkelerin yer aldığı geniş bir zemine oturtulması ya da mevcut tüzel kişiliğin sonlandırılarak Türkiye ile iş birliğini istemeyen ülkelerin içerisinde yer almadığı yeni bir oluşumun hayata geçirilmesi gerekecektir.
Bu konudaki gelişmeler çok taze olduğundan, diğer ülkelerin tepkilerine dair tahminde bulunmak için henüz çok erken. Fakat Türkiye ile İsrail arasında tesis edilecek iletişim kanalı ve sonrasında ortaya çıkabilecek yeni ihtimaller, gelecek projeksiyonu için belirleyici olacaktır. Bu görüşmelerle başlayacak yeni sürecin, bazı itirazları havi olsa da tüm paydaşlar için daha rasyonel olduğu ise muhakkaktır.