ABD Başkanı Donald Trump'ın Süleymani suikastiyle birlikte "suikastleri bir ön alma" biçimi şeklinde uyguladığını belirten Prof. Dr. Esat Arslan, konuyu Aydınlık için kaleme aldı.
İşte yazının ilgili bölümü:
Yeni yılın başlamasıyla birlikte Trump bu tarihe hem de fena şekilde kilitlenerek yepyeni yeni öğretisini eyleme sokmuştur: Bu yeni öğretinin adı: “Suikastle Ön Alma” doktrinidir.
"HEDEFLENMİŞ ÖLDÜRME"NİN TRUMP VERSİYONU
Aslında bu öğreti NATO çevrelerinde sıkça kullanılan hükümetler tarafından algılanan düşmanlarına karşı yürütülen bir suikast biçimi olarak tanımlanan “Hedeflenmiş Öldürme” (Targetted Killing)'nin Trump versiyonudur.
HİBRİT SAVAŞIN BİR KATMANI
Askeri analistler bu eylem şeklinin “Hibrit Savaş”ın katmanlarından birisi olduğuna inanmaktadırlar. Trump tekrar seçilebilmek için adıyla anılmaya başlayan bu öğretisiyle, bir başka ifadeyle tam bir Makyevelist yaklaşımla her şeyi yapabileceğini, ABD yasalarını bile çiğneyebileceğini de ortaya koymuştur.
Hatta Trump, bir “Doğu-Batı” veya “Müslüman-Hıristiyan” savaşı gibi birçok olası senaryoyu hayata geçirmek için radikal adımlar atmaktan kaçınmamakta ve kaçınmayacak gibi de görünmektedir.
İLK ADIM KUDÜS KONUSUNDAYDI
Anımsayın Trump, özellikle Ortadoğu coğrafyasında kontrollü bir savaş başlatmak ve galibi olabilmek için ilk adımı Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasıyla ve “Suriye'ye ait olan Golan Tepeleri İsrail'e aittir” söylemiyle başlatmıştır. ABD'nin bu girişiminden sonra açık bir biçimde bir “Evanjelizm-Siyonizm İttifakı”nın oluşturulduğu sonucu çok rahat çıkartılabilir.
MÜSLÜMANLARI ve HRİSİTYANLARI KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTEDİ
Ayrıca ABD, bu ittifak ve Kudüs kararı ile Kudüs'ün sadece İslam dünyası için değil, ondan daha da üstün olarak Hıristiyan âlemi açısından çok daha önemli olduğunu mesajını vererek, Müslüman ve Hristiyan medeniyetini karşı karşıya getirmek istemiştir. Eğer, bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti'ni de NATO'dan çıkarabilmeye muvaffak olursa, Ortadoğu'yu kontrol edebilmek amacıyla AB üyelerine 'NATO-ME' öğretisini de tartışmaya açmıştır.
TEKRAR ADAY OLABİLİR Mİ?
Şimdi bu genel çerçeveden sonra akla bir soru geliyor. Bütün bunlardan sonra, Trump, güce adeta tapan Cumhuriyetçilerin tekrardan adayı olabilir mi? Bana sorarsanız böyle düşünmenize bile gerek yok. Kuşkusuz, bunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü Trump tam bir Makyevelisttir, ikinci defa seçilebilmek için her şeyi mubah gören bir anlayışa sahip olduğunu artık bilmeyenimiz de yoktur, sanırım.
SUİKAST ZİNCİRİ
İşte bu nedenle seçim kampanyasında vurucu olabilmek için Usame Bin Ladin'le başlayıp, Bağdadi'yle devam eden suikast zincirine son derece çarpıcı bir figürün eklenmesini kuvveden fiile çevirmiştir.
...
Trump yönetiminin, Kasım Süleymani'ye yönelik düzenlediği operasyon kararını Kongre'nin onayı dışında almasının ardından ABD Temsilciler Meclisi'nin sesi birden yükselmiştir. ABD Temsilciler Meclisi, 10 Ocak 2020 tarihinde “Savaş Yetki Yasası” kapsamında, Trump'ın İran'a yönelik eylemlerini kısıtlayan karar tasarısını, 194 hayır oyuna karşılık 224 evet oyuyla kabul etmiş, oylamada 13 temsilci de çekimser kalmıştır. “Savaş Yetki Yasası” tasarısı, ABD Başkanı'nın büyük çaplı askeri adımlar atmadan en az 48 saat önce Kongre'ye bilgi vermesini şart koşmaktadır.
...
Etrafına gülücükler saçarak dolaşan Trump, kendi gücünün kontrolünü tatmakla meşgulken, kafasını yukarı kaldırdığında tüm keyfi kaçmaktadır. Yukarı baktığında tam kendi tepesinde aşağı bakan atkuyruğuna bağlı Demokles'in kılıcını her an iliklerine kadar hissetmektedir. Ha düştü, ha düşecek olan bu kılıç “azil” kılıcıdır. Malum, hep birlikte yaşadık, Trump vahşi kapitalist iş dünyasından geldiği için başkanlığında görkemli bir hükümranlık içinde “Ben yaptım olducu bir politik figür” olmuştur. Mega güç de olsa, hükümdarların kendi tepesinde azil kılıcının bulunması, hata yapan, görevini yerine getiremeyen yöneticilerin cezalandırıcılığını üstlenen bir silah olmuştur. Eğer bir ülkede demokrasi varsa ve seçilmiş başkan, başkanlık görevine layık değilse bu kılıcın kellesini götürmesine de razı olmalıdır. Yaşayıp göreceğiz.
SUİKAST ZİNCİRİ DEVAM EDİYOR
İran'ın cılız misillemesinin ardından 11 Ocak 2020 tarihinde Bağdat'ta Haşdi Şabi'nin Kerbala Tugayı komutanı Talib al-Saadi'nin öldürülmesi ABD'nin suikastler zincirine devam edeceğinin açık bir göstergesi olmuştur.
Şimdi gelelim, doktrin haline gelme eğilimi gösteren Trump'ın “Suikastle Ön Alma” öğretisinin uluslararası hukuk bakımından geçerliliğine. Trump'ın kamuoyuna yansıdığı kadarıyla bu olaydaki kendini savunması meşru müdafaa savı üzerine oturmuştur. Trump, İran anayasasına göre İslam devrimi ihraç etme görevi bulunan “Devrim Muhafızları”nın bölgedeki ülkeleri istikrarsızlaştırması, İran'ın etkisini artırmaya çalışması ve orada meşru şekilde bulunan Batılı ülkelerin sivil toplum örgütlerine ve şirketlerine saldırmasını maddi delil olarak göstermiştir.
Yine ABD'nin savına göre, Süleymani'nin görev tanımı sadece Irak'ta değil, bütün bölgede vekâlet savaşını icra eden Hizbullah, Haşdi Şaabi gibi yasadışı örgütleri, teşkilatlandırması emir komuta altına almasından kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, Trump, tweetlerinde ve neredeyse tüm konuşmalarında sadece bölgedeki İran etkisinde bulunan ülkelerin istikrarsızlaştırılması değil, aynı zamanda bölgede bulunan Batılı ülkelerin sivil inisiyatif ve ikili anlaşmalarla sağlanan çıkarlarını da doğrudan hedef aldığı için bu koşullarda meşru müdafaanın geçerli olduğunu ileri sürmüştür.
Bu mesnetsiz açıklamalardan sonra şunu sormak gerekmez mi? ABD'nin İranlı General Kasım Süleymani'yi öldürmesi, uluslararası hukuk bakımından ABD'nin benzer olaylardan sonra açıklamayı adet haline getirdiği nefsi müdafaa olarak nitelendirilebilir mi? Buna verilecek yanıt kesinlikle hayırdır. Öncelikle her şeyden önemlisi savaş ilan etmeksizin, yabancı ülke liderlerine, ülkenin önde gelen kişilerine suikast yapılması ABD yasaları tarafından yasaklanmış bir olgudur. Ve de ABD adı ne olursa olsun, her hangi bir ülkeye karşı kendi silahlı kuvvetlerinin kullanılmasını doğrudan doğruya saldırı üzerine değil, savunma üzerine oturtmuştur. Onun için bu konudaki sorumlu bakanlığının ismi bile “Savunma Bakanlığı”dır.
"BAŞKA DEVLET BAŞKANLARI ÖLDÜRÜLEBİLİR"
Peki, yabancı ülke liderlerine, ülkenin önde gelen kişilerine suikast yapılması ABD yasaları tarafından neden yasaklanmış bir olgudur? Bunun nedeni açıktır. Suikastler, hele ki İran'ın ikinci önemli kişisi hedef alındığında, bunun doğrudan bir savaşa davetiye çıkaracağını, barış ve huzur ortamının yerini derinden bir istikrarsızlaştırmaya bırakacağını dikte ettirmektedir. Bu işin ABD toplumu tarafından ön kabulü başka oldubitti suikastlerı de beraberinde getirebileceği açık seçik ortadır. Başka bir ifadeyle Başkan tarafından Süleymani'yi öldürmek için kullanılan aynı gerekçe, yarın, öbür gün Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un'a, Suriye'nin Beşar Esad'ına ya da Venezuela Cumhurbaşkanı Nicolás Maduro'ya karşı da kullanılabilir. Ya da onlar ABD yöneticilerine ve halkına suikast silahını doğrultabilir. Suikast yapılan her üç olayda da örgütlerin içerisine 7-10 yıl önce yerleştirilmiş örtülü (embedded) ajanlardan istifade edilmiştir.
Şimdi General Süleymani'nin suikast saldırısı olayını reel politik olarak irdeleyelim. Trump, Kongre tarafından kısıtlanmadan önce geçerli olan ABD yasasına göre, ABD'nin savaşta olmadığı yabancı bir devletin en üst düzey askeri liderlerinden birinin öldürülmesini başkan olarak emretmiştir, yâda ABD derin devleti Trump'a rağmen bu eylemi gerçekleştirmiştir. Her iki halde de Başkan Kongre'ye karşı sorumludur. Saldırıdan önce, ABD uluslararası bir hukuk düzleminde İran'la karşılıklı silahlı bir çatışma yaşamamıştır. Her iki tarafça münferit tek taraflı saldırılar az da olsa gerçekleşmiştir. 2002 Askeri Kuvvet Kullanım Yetki Yasası (AUMF) Saddam Hüseyin Irak'ına devam eden tehdidine karşı” savunmayı güçlendirmek üzere tasarlanmıştır. Bu yasanın yetki kısıtlaması yapılmadan Trump gibi bir başkan tarafından kullanılması için yürürlükte bırakılması gelecekteki ABD halkının karşı karşıya kalabileceği riskleri de beraberinde getirebileceği değerlendirilmektedir.
BİRİNCİ VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI HATIRLATMASI
Uluslararası teamüller gereği “Suikastle Ön Alma” hareketi üstü örtülü bile olsa doğrudan ABD'nin İran'a bir savaş ilanı olarak görülmektedir. Bu cümleden hareketle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliaht prensi Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Sophie'nin Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olurken, Japonya'nın “Pearl Harbor” baskını da ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'na aktif olarak katılmasına neden olmuştur.
BUSH'UN 'ÖN ALMA'SI
Her ne kadar ABD Başkanı, bunun adını “Suikastle Ön Alma” olarak açıklasa da bu konu, Bush'un “Saldırıda Ön Alma” (Preemptive Strike) doktrininden farklı bir boyutu dikte ettirmektedir. Bu nedenle söz konusu hareket bazı uluslararası mahfilerde oğul Bush'un “Saldırıda Ön Alma” öğretisinden mülhem, Trump'ın “Suikastle Ön Alma” (Preemptive Assassination) isimlendirilmeye başlanmıştır. Ancak açıkça ifade etmek gerekir ki, bu öğreti olmaktan ziyade bir ülkenin başka bir ülkeye doğrudan savaş sebebidir.
(Habere gitmek için fotoğrafa tıklayınız)