Amerika'da seçimler oldu ama Amerika beklenmedik bir şekilde altüst oldu!
Neredeyse her bir köşesinde isyanlar aldı başını gitti... Cayır cayır yanıyor Amerika!
Şaşırtıcı olan nokta şu burada: Kimse Amerika'da ne oluyor, sorusunu, zihnimizi ve ufkumuzu açacak şekilde sormuyor ve bu soru üzerinde derinlemesine kafa yormuyor.
Amerika'da ne oluyor, sorusunun cevabı başka bir soruda gizli:
Amerika nedir, nasıl bir tecrübedir, dünyanın en büyük gücü olarak, daha önemlisi de, Batı uygarlığının bütün kavramlarını ve kurumlarını geliştiren bir “yer” olarak Amerika insanlık için, insanlığın geleceği için ne anlam ifade ediyor acaba?
AVRUPA'YI VAREDEN DİNAMİKLER, AVRUPA'YI YOK EDEN DİNAMİTLERE NASIL DÖNÜŞTÜ?
Amerika, yaklaşık bir asırdır ama münhasıran da İkinci Paylaşım Savaşı'ndan itibaren Batı uygarlığını temsil ediyor.
Avrupa diye bir yer yok artık: Avrupa, iki büyük paylaşım savaşından sonra tam da gücünün zirvesine ulaştığı bir ânda paldır küldür çöktü!
Burası önemli: Avrupa, dışardan bir saldırı sonrasında değil içerden çöktü: Avrupa'yı vareden dinamikler, Avrupa'yı yok eden dinamit'lere dönüştü ve adeta bir bumerang etkisi yaparak Avrupa'yı vurdu ve durdurdu! Hem de Avrupalı emperyalist güçlerin birbirlerini -deyim yerindeyse- boğazlayarak...
Avrupa'nın çökmesine yol açan, Avrupa'yı vadeden dinamikler nelerdi peki?
Modernlikle birlikte Avrupa'nın Tanrı fikrini ve hakikat fikrini yitirmesi, önce insanı, sonra da güç üreten araçları tanrılaştırmasıydı bu.
İnsanın tanrılaştırılması, insanın kendine olan güvenini yitirmesine yol açtı. Bunu, ontolojik güvensizlik sorunu olarak tarif ediyorum.
Tanrı fikrini yitiren bir insanın kendine olan güveni yitirmesi ve her şeyi tanrılaştırmaya başlaması kaçınılmazdır.
Bu yakıcı gerçeği, ateist bir düşünür olan Jacques Lacan çarpıcı bir şekilde şöyle ifade edecekti: “Tanrı inancını yitiren bir insan, Tanrı inancını yitirdiği andan itibaren artık her şeyi tanrılaştırmaya başlar; bu kaçınılmazdır.”
Tanrı inancını yitiren, o yüzden de ontolojik güvensizlik duygusu yaşayan modern insan bu sorunu nasıl aşmaya çalışacaktı, peki? Epistemolojik güvenlik alanlarını genişleterek...
GÜCÜ ELE GEÇİRME GÜDÜSÜ TARAFINDAN GÜDÜLÜNCE, GÜCE YENİK DÜŞMEK MUKADDERDİR
Epistemolojik güvenlik alanlarını genişletmek ne demek, peki?
Bilgi'nin güç olarak konumlandırılması, dolayısıyla güç üreten araçların kutsanması.
Bilgi'yi, özellikle de güç üreten bir araç olarak bilgiyi, bütün bilim, teknoloji gibi araçları ele geçirme güdüsüyle hareket edilmesi ve insanın bu güç üreten araçlara sahip olarak yitirdiği kendine güven duygusunu tesis etmesi.
Oysa bu, ontolojik olarak çok tehlikeli bir sürecin yapıtaşlarını döşeyecek bir yönelimdi:
Modern insanın, bilgiyi güç olarak konumlandırması ve güç üreten araçları putlaştırması, araçları amaçların önüne geçirmesiyle, dolayısıyla insanın amacını yitirmesi ve araçların kölesi hâline gelmesiyle sonuçlanacaktı.
İşte Avrupa'nın paldır küldür çökmesine neden olan felsefî temel buydu: Gücü ele geçirme güdüsü tarafından güdülmek ve sonunda güce yenik düşmek!
Amerika'yı vareden şey de, yok olmanın eşiğine sürükleyen şey de bu!
Avrupa, politik gücü tanrılaştırmıştı. Sanayi devrimleri, ekonomik gücün tanrılaştırılmasıyla sonuçlandı. Avrupa, ekonomik gücü, Amerika kadar üretken bir şekilde kullanmayı başaramadığı için çöktü.
Amerika, İkinci Sanayi Devrimi'ni, (özellikle de bilişim / internet devrimi ya da sanal devrim olarak adlandıracağımız) Üçüncü Sanayi Devrimi'ni gerçekleştirince, ekonomi-politik gücü ele geçirdi ve Avrupa tarihten çekildi.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz artık: Avrupa'yı yerle bir eden felsefî temel, Amerika'yı da yerle bir edecek. Gücü kutsadıkça, güç, Amerika'yı ontolojik olarak ruhsuzlaştıracak, boğacak ve yok edecek...
AMERİKA, İNSANLIĞIN BAŞINA GELMİŞ EN BÜYÜK ONTOLOJİK FELÂKETTİR!
Avrupa gücü ile Amerikan gücü arasında önemli bir farklılık var: Avrupa, maddî gücü kontrol ve kolonize etmişti. Amerika ise buna ilâve olarak sanal teknoloji ile “manevî” gücü kontrol ve kolonize ederek varlığını sürdürüyor.
“Manevî güç”ten kastım, zihnin, duyguların kontrol ve kolonize edilmesi. Dolayısıyla düşünce'nin, sanat'ın, dolayısıyla insanın ve hayat'ın bitmesi.
Şu ân Amerika'nın bütün insanlığı eşiğine sürüklediği şey, post-düşünce, post-sanat, post-din, post-insan, post-hayat'tır... Bu post'ları alabildiğine çoğaltabiliriz artık.
O yüzden düşüncenin, sanatın bittiği; din'in yerini, müzik, film, spor, medya, politika, kısacası kültür endüstrisinin ürettiği ikonlar üzerinden pıtrak gibi biten din-dışı kutsallıkların, neo-pagan dünyanın aldığı; insanın egosuna, kariyere, arzularına, hıza, hazza ve ayartıya yenik düştüğü, algı kapılarını kapatan, düşünme melekelerini iptal eden pornografinin, dromokrasi'nin hükmünü ilan ettiği, ruhsuz ve hayatın çölleştiren bir dünya sunuyor Amerika.
Situationist cins adam Guy Debord'a gönderme yaparak konuşacak olursak, gösteri imparatorluğu Amerikan imparatorluğu.
Başta medyatik imgeler olmak üzere gösteri, gerçeği yutuyor, insanı uyutuyor... Kitleleri hız, haz ve ertelenemez arzularla ayartarak, gerçek dünyadan uzaklaştırarak, insanlığın sorunlarına duyarsızlaştırarak ayakta tutuyor. Baudrillard'ın deyişiyle, “kitle, enerjiye dönüşmüyor”; insanlar, ayartılmış, narkoz yemiş; sadece yiyen, içen ve çiftleşen ruhsuz ve çölleşmiş, kolaylıkla ayartılarak güdülebilecek kitlelere / nesnelere dönüşüyor.
Amerikan seçimlerinde, kitlelerin beşte dördünün medyada sunulanlara göre oy verdikleri gerçeği, söylediklerimizi doğruluyor; demokrasi'nin bitişini ve hız, haz ve ayartı rejimi dromokrasi'nin zaferini ilan ediyor.
O yüzden, Amerika, insanlığın başına gelmiş en büyük ontolojik felâkettir, diyorum.
ONTOLOJİK FELÂKETİ ANCAK İSLÂM ÖNLEYEBİLİR! O YÜZDEN İSLÂM'LA SAVAŞIYORLAR!
Şunu iyi bilelim: Bu ontolojik yok oluş felâketiyle, çoktan zokayı yutan Çinliler, Japonlar, Ruslar filan değil yalnızca İslâm başa çıkabilir.
O yüzden başta Amerikalılar olmak üzere bütün Batılılar, çeyrek asırdır ayartıcı, postmodern yöntemlerle terörle savaşıyormuş gibi yaparak İslâm'la savaşıyorlar.
YAZIYI KAYNAĞINDAN OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ