Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde iki gün önce çıkan bir haberde Almanya Haberalma Teşkilatı (BND)'nın Bosna Hersek'i yakın takibe aldığı yazıyor. Ülkedeki İslami şuurun artmasından kaygı duyuluyormuş.
İslam'ın orada ana unsur olduğunu, Boşnakların bölgenin yerlileri, barış elcileri ve güvencesi olduğunu bile bile BND'nin böyle bir yaklaşım içinde bulunması çok düşündürücü. 1992-1995 yılları arasındaki savaşta 250 bin kurban vermiş bir ülkeye halen şüpheli insan muamelesi yapmak akla ziyan bir tavır. Fakat bunun arka planında Avrupa Birliği'nin genişleme politikası ve dolayısıyla Balkanlara tamamıyla yayılma düşüncesi yatıyor. Boşnaklara karşı sergilenen bu tavrın perde arkasında Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bir ülke halkının dışlanışı var. Savaş yaraları henüz daha sarılmamışken huzuru bozmaktan başka bir yaklaşım değil.
Hırvatistan AB'ye alındı. Sırbistan'ın girmesi an meselesi. Bosna'yı birliğe alırız ama müslümanlar ne olacak? Esas korkuları bu. Her şeyiyle Avrupalı olan Bosna Müslümanları "Hrıstiyan Klübü" AB'yi ciddi şekilde düşündürüyor.
Peki bu durumda Türkiye ne yapsın?
Onun için AB hayal olmaktan çoktan çıkmış olmalı artık. Tasavvur edilmesi bile zaman kaybı.
Bosna Yalnız Bırakılmamalı
Boşnaklar son bağımsızlık savaşlarında büyük kurtuluş mücadelesi verdi.
Bölgeye insani yardım amaçlı sık giden biri olarak savaşın verdiği taribatı her haliyle gördüm. Yıkalan evleri, bombalanan camileri ve binaları, eşini kaybeben dul kadınları, oğlunu kaybeden anaları, gazileri, yetim ve öksüzleri bizzat tanıdım. Onları her dinlediğimde boğazım tıkandı. Yutkunamadım. Babasını Srebranitsa katliamında kaybeden bir yetim çocuğun elinde babasının mezarını gösteren resmiyle yanıma gelmesi beni yıkmıştı. Onu hiç tanımamıştı. Babası şehit olduğunda annesi ona hamileymiş. Gittiğimiz her evde farklı bir drama şahit olmuştuk.
Savaş bitmiş ve bölgede yaşayan halklara Dayton anlaşması neticesinde içi boş ortak yaşam safsatası dayatılmıştı. Ülkenin yüzde 49'u Republika Srpska bölgesine verilmişti. Savaş sonrası evleri burada kalan Müslümanlar güvenlik sağlanamadığı için geri dönemiyorlardı. Dayton Müslümanlar aleyhine yapılan bir anlaşmaydı. Bosna Entelektüelleri Formu'nun Başkanı Suad Kurtcehaic bize Dayton anlaşmasının geçersiz olduğunu anlattı. Bunu ancak Strazburg'da bulunan Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi engelleyebilir, verilen tüm kararları geçersiz ilan edebilir dedi. Bu anlaşmada Almanya'nın etkisinin büyük olduğunu belirtiyor. Suad Bey, Republika Srpska diye bir kantonun varlığını kabul etmiyor. Legal değil diyor. Düşünsenize Sırplar soykırım yaptıklarını bile kabul etmiyor ve sizler bunlarla masaya oturmak zorunda bırakılıyorsunuz.
O kadar cinayet, soykırım ve tecavüz olayından sonra Sırp komşuya nasıl güvenilecek? Bir gecenin sabahında canavarlaşan bir kişiyle yanyana nasıl yaşanılacak?
Boşnaklar her türlü olumsuzluklara rağmen sabır ve inançlarından hiç bir şey kaybetmemişler. Ülkelerini yeniden inşa etmek için azimle çalışıyorlar. Kin ve nefret duygusu onlar yabancı kavramlar. Liderleri Alija´nın tarihe kazınan o sözleri onlara çok şeyler öğretmişti. Belleklerinde yerini almıştı:
"Biz de zalimlerden olursak, zulme karşı savaşmamızın bir anlamı kalmaz. Kitaba uyacağız."
Bu kez Bosna'ya farklı bir şekilde gittik. Bölgenin siyasi ve dini liderleriyle görüşme imkanı bulduk. Almanya BIG Partisi Genel Başkanı Sayın Haluk Yıldız ve beraberindeki heyetle bir dizi görüşmeler yürüttük. Almanya'da yaşayan Müslüman azınlığın ferdleri olarak Balkanlardan neler öğrenebiliriz, onlara nasıl katkı sunabilir veya neler alabiliriz, bunları tartıştık. Sonuçta Almanya'da küçüksenmeyecek sayıda Balkan ülkelerinden gelen Müslüman bir kitle var. Çoğu Bosna ve Kosova savaşlarından sonra 90'lı yıllarda Almanya, Avusturya ve İsviçre ağırlıklı olmak üzere bu ülkelere göç ettiler. Bir bölümü de Türkiye'ye gitti.
Almanya'da resmi olarak 500 bin civarında Boşnak yaşıyor. Sayıları az da olsa savaştan sonra ülkelerine geri dönenler oldu. Bosna Hersek devlet yetkilileri geri dönmeleri için sürekli çağrıda bulunuyor.
Bosna herhalükarda Almanya başta olmak üzere Batı dünyasının denetimi ve gözetimi altında. Sürekli izleniyor. Oradaki her türlü değişim yakından takip ediliyor. Bizlere, özellikle Batı Avrupalı müslümanlara düşen görev kardeşlerimizi yanlız bırakmamak ve her alanda işbirliğini güçlendirmek. Allah muhafaza ikinci bir Balkan krizi Filistin'e benzer hatta daha da beter bir yapı oluşturur, bu da kimsenin işine gelmez.