Açıkça sınır ihlalini yapan Rus uçağının düşürülmesi ve ardından gelişen olaylar zaten hassas olan bölgeyi daha da hassaslaştırdı ve gerginleştirdi.
Suriye, herkesçe malum olduğu üzere, örgütler savaşından devletlerin boy gösterdiği, gücünü gösterdiği, birbirleriyle hesaplaşmaya ve gözdağı vermeye başladığı bir ülke haline geldi, örgütler çatışmasından devletler çatışmasına evirildi, artık piyon kullanılmıyor aktörler sahneye indi.
Bazı devletler ve çevreler ısrarla Esed yönetiminde olan bir Suriye'den bahsetseler bile, orta yerde kurumlarıyla işleyen bir devlet ve merkezi bir güç yok. Buna mukabil yekpare bir muhalefet de yok. Hem içerideki muhalif güçler hem Esed'e destek veren devletler nezdinde; kendi varlıklarını pekiştirmek, kuvvetlendirmek ve Suriye üzerinden başkalarını hizaya getirmek veya bazı hususları birilerine kabul ettirmek alanına dönüştü.
Rusya büyük bir risk alarak bütün dünyanın önüne geçti ve kendince bir öncelik elde etti. Bu inisi-yatifini kaybetmemek ve pekiştirmek için de Suriye üzerinde en etkili ve hassas olan Türkiye ile kriz çıkardı, kim ne derse desin Rusya'nın tutumu hiçbir hukuk kaidesine beynelmilel antlaşmaya ve tea-müle sığmaz.
Geliştirdiği silahlara ve askeri gücüne güvenen ve gerektiğinde kullanmaktan çekinmeyen, kaybettiği eski (SSCB) dönemindeki etkisini geri almaya kararlı bir Rusya var. Yakın tarihlerde her istediğini yapmaya alışık, uluslararası hukuku da çok tanımayan, diplomatik nezaket kurallarına da uymayan bir Rusya. Akdeniz'e açılmayı, Ortadoğu'da söz sahibi olmayı siyaset edinen ve Suriye'deki kaosu fırsata çevirmek isteyen bir Rusya.
Paris'teki terör eyleminden sonra, batının Suriye'de faaliyet gösteren örgütlere yönelik her türlü saldırıyı hoşgörü ile karşılaması veya buna destek vermesi de Rusya'yı cesaretlendirmiştir.
Batının ve ABD'nin Suriye politikasındaki tereddütler ve Türkiye'yi yalnız bırakması da Rusya'yı şı-marttığı da ayrı bir vakıa.
ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin İran'la geliştirdikleri yeni antlaşma ve işbirliği, hem Rusya hem İran, Türkiye'nin önünü kesmek için bir fırsat olarak kullanıyor. İran öteden beri Suriye'de bunu kullanıyordu, AB, ABD ve diğer ülkeler; İran'ın Suriye'deki varlığını asla gündem etmediler. Fakat durmadan Türkiye'nin muhalefeti desteklediğini ve el altından silahlandırdığını iddia ettiler, Türkiye içindeki muhalifler de aynı tezleri savunuyorlar ama aynı çevreler ve kalemşorlar -buna bazı İslâmcı yazar ve yapılar da dahil- İran'ın, Rusya'nın, Lübnan Hizbullah'ının, Irak Şii milislerinin ve Irak Şii devletinin Suriye'deki fiili savaşmasını ne hikmetse görmek istemiyorlar. Halbuki etkin devletlerin hepsinin Suriye'de eli ve uzantıları var, bir şekilde dolaylı veya doğrudan müdahil oluyorlar. Oluşturulmaya çalışılan hava ise sanki sadece Türkiye Suriye'de istikrarı bozuyor, Türkiye olmazsa her şey ülkede sütliman olacak.
AB, ABD gibi batılı güçler sanki “Rusya ile Türkiye kapışsın sonra biz işin hal çaresine bakarız, hem Suriye'de dediğimiz olmuş olur, hem de Türkiye ve Rusya da isteklerimize boyun eğerler.” der gibi hareket ediyorlar. Rusya tarihte de Türkiye'yi batıya bağlamaya zorlamış bir ülke.
Tarihi Rus-Osmanlı (genel manada Rus-Türk) mücadelesi ve ilişkisini de hesaba katarak değerlen-dirmek icabeder. Hiçbir olay tekil ve tarihinden koparılarak değerlendirilemez, Türkiye bu tarihi bağı hesaba katmadığı her seferinde zarara uğramıştır. Cumhuriyet ricali ve batıcılar istedikleri kadar tarihi yok kabul etsinler, milletlerin hafızasını silemezler. Rusya ile Türkiye/Osmanlı tarihlerinde çokça karşı karşıya gelmişlerdi, birinci cihan harbinde de karşı karşıya gelmişlerdi, Bolşevik ihtilalinden sonra da kapitalist dünyayla savaştığını iddia eden Rusya daima Türkiye'yi ilk tehdit arasında kabul etmiş ve siyasetini ona göre belirlemiştir. Komşu olmamız hasebiyle Rusya ister sıcak denizlere inmeye çalışsın, ister İslâm dünyasıyla irtibata geçmeye yeltensin, isterse Türki cumhuriyetleri sömürmeye kalkışsın, ister Balkanlarda hakimiyetinin pekiştirmek istesin, ister Kafkasları tekelinde tutmaya kalkışsın daima Türkiye ile karşılaşır.
Batılı güçler tarih boyunca Rusya'nın önünü kesmek istediklerinde daima Osmanlı/Türkiye'yi Rus-ya'ya karşı korumuşlardır, bunu bizi sevdikleri için değil, kendi siyasetlerin gereği gördükleri için yap-mışlardır.
Batılı güçler, Türkiye'yi ne kendi haline bırakıyorlar ne de yeteri kadar destek veriyorlar. Türkiye de bunun farkında, bu farkında oluş kısmen yarı bağımsız -kendi gücü nisbetinde- bir siyaset gütmeye çalışıyor. Tarihten ders almayı da ihmal etmiyor, ne Rusya ile karşı karşıya gelmek istiyor ne de bölgede devre dışı kalmak istiyor, bunu sağlamak için de azami gayret sarf ediyor.
Gel gör ki Rusya, İran, Şii Irak hükümeti Türkiye'yi çok tahrik ediyorlar. Uçağın düşürülmesi de bir bahane oldu, savaşın eşiğine gelmiş durumundayız. Tam bu sırada içeride de ülkeyi AKP'den kurtar-mayı kurtuluş sayan tüm hücreler harekete geçirildi, teyakkuz halindedirler var güçleriyle hükümete, AKP'ye, dolayısıyla Türkiye'ye yükleniyorlar. PKK ve türevleri, FETÖ terör örgütü, bütün yapılanmalarıyla sol gruplar ve bu sayılanların iktisadi, siyasi, sosyal yapıları da hareket halinde. Topyekun bir seferberlik hali.
Batılı Türkiye müttefikleri de Türkiye'nin diz çöküp aman dilemesini kendilerine kayıtsız şartsız teslim olmasını zevkle seyrediyorlar ve bekliyorlar.
Buna karşı Suriye'ye komşu olan, bölgenin aslî ve vazgeçilmez baş aktörü ve belirleyici bir Türkiye. Türkiye cumhuriyet tarihi boyunca olmadığı kadar güçlü ve haklı, dünya kamuoyu Türkiye'den yana.
Akdeniz, savaş gemilerin gövde gösterisini sergi alanına dönüştü. Etkin dünya, ülkeleri güçlerini göstermek ve denemek için Suriye'yi kullanıyorlar.
Ortalık karışır ve işler bazı ülkeler için açmaza girerse, ülkeler siyaseten ve askeri olarak sıkışırlarsa geri çekilebilecek bir bahane bulur ve zarara uğramadan çekilebilirler. Türkiye, Rusya, İran (arka bah-çesi olan Şii Irak) bu şansa sahip değiller. Türkiye 911 km'lik bir sınır ülkesi, ayrıca 3 milyona yaklaşan Suriyeli bir sığınmacı/mülteci var bundan kaçamaz. İran ve Rusya ise Türkiye kadar mecburiyetleri olmadığı halde Suriye içine girdiler, Suriye'yi onlar idare ediyor ve Suriye adına savaşıyorlar. Burada uygun düşmeyen Türkiye'nin tavrı ve siyaseti değil Rusya ve İran'ın tavrı ve siyasetidir.
Bundan sonra inşallah savaş olmaz, şayet olursa ilk etapta Rusya ve İran kârlı çıkabilir, Türkiye fazla bedel ödemek zorunda kalabilir ama savaş ve iç çatışma uzarsa neticede hem Rusya hem İran kaybeder, ikisi için de Afganistan örneği aynen geçerli olur.
Türkiye'nin içine sürüklendiği bu durum, geçicidir, bazı sakıncaları ve zararları, ülkeye getireceği sıkıntılar olacaktır, bunu fırsat bilip, Rusya'ya, İran'a veya herhangi bir dış güce güvenerek ülkeyi karıştırmaya kalkışan örgütler yarını da hesaplamalıdırlar. Sel gider kum kalır, ülke insanı olarak biz buradayız kimse gelecekte altından kalkamayacağı işlerin altına girmesin. Rusya-Türkiye savaşı olsa bile (inşaallah olmaz), Türkiye halkı olarak bunu da atlatırız.
Coğrafyamız yerindedir, Şam-ı şerif tahrip de edilse orada/belki burada, Bağdat yerinde, Hülagû da Bağdad'ı yıkmıştı, Halep yerinde, Carablus, Kamışlı, Kobani, Rakka, Hama, Humus, Kilis hep yerin-de, insanlık ve fıtrat bozguncuları yıkarlar biz yeniden inşa ederiz. Müslüman halk da burada/orada bir yerlere göçe zorlansak da gene yerlerimize döner kaldığımız yerden başlarız. Biz türedi değiliz, kökümüz var, İslâm coğrafyası, tarihiyle, imanıyla, toprağıyla bir bütündür, fırtına diner ve biz bize kalırız herkes hesabını iyi yapsın, küçük tökezlemeler, küçük ve geçici elde edişler biter sükûnet sağlanır yüz yüze bakarız.