Terörün ve teröristin ne olduğu hususunda -kağıt üzerinde yakın tarifler yapılsa da fiiliyatta- dünyada genel bir mutabakat yok, herkes kendi konumuna ve menfaatine göre bir tarif yapıyor ve bu tarife göre de terör ve terörist belirliyor.
Terör, “Milli Eğitim Bakanlığı Örnekleriyle Türkçe Sözlük” te ise şöyle tarif ediliyor: Toplum ve kurumları hedef alıp, kanunlara karşı gelerek vahşice, yıkıcı, kırıcı, korkutucu, yıldırma hareketlerinde bulunma, tedhiş.
Tedhiş ise şöyle tarif ediliyor; dehşet verme, dehşete düşürme, şaşırtma, korkutma, yıldırma.
Tedhişçi; siyasi emellerini gerçekleştirmek veya kabul ettirmek amacıyla karşı tarafa korku verecek davranışlarda bulunma.
Modern dünyada çok mahirane bir tarzda, yağdan kıl çeker gibi meşru olmayan bir olay veya hareket terör ve terörist çoğu kimse tarafından fark edilemez şekilde meşrulaştırılır. Bunu sağlamanın değişik yolları vardır;
Önce dille başlanılır, dil bağlamından koparılarak, bir muğlaklık alanı oluşturulur sonra o kavrama, olaya, eyleme yeni ve başka anlamlar yükletilir, bunu topluma kabul ettirmek için kanallar icad edilir, propagandalar düzenlenir, şiirler yazılır, romanlar yayınlanır, iğrenç tarafları meziyet diye lanse edilmeye çalışılır. İnsanlar önce buna “güler geçerler” ama o kadar ısrarla ve inatla aynı şeyler tekrarlanır ki yavaş yavaş “acaba doğru mudur” diye şüpheler başlar, sonra “doğru olabilir”, denilir bir sonraki hamlede “tabii doğrudur”, denilir. Bu konuda en çok medya işe yarar, çağımızda medya Hz. Musa dönemindeki sihirbazların fonksiyonunu icra eder mevkiindedir.
Bu ortam oluşturduktan sonra, gerçeği gizleyen, örten, saptıran, kişi ve kuruluşların toplum tarafından kabul görmesi için “tanıtım kampanyaları” düzenlenir. Bunun için sermaye ve erk sahipleriyle irtibata geçilir, ilk önce yurt içinde bu temin edilmeye çalışılır, azıcık da olsa bu sağlandıktan sonra yurt dışına açılım yapılır, yurt dışında ciddi ve geleceğe yönelik plan ve programlar yapılır, mutabakata varıldıktan sonra teröre/teröristlere bir yol çizilir ve nasıl faaliyet göstereceği hususunda sözler alınır, taahhütlerde bulunulur, dış mihraklar bununla iktifa etmez, işlerin yolunda(!) gitmesi için ipleri daima kendi ellerinde tutmak gayesiyle tüm tedbirleri alır ve içlerine kendi adamlarını sokarlar ve kontrol de daima onlarda olur, zaman zaman çağırılırlar ve işlerin nasıl yürütülmesi lazım gelir -eski terörist yeni özgürlükçülerden- brifing alırlar, hesap sorarlar.
Bu hale gelen/getirilen hareket artık terör olmaktan çıkar özgürlük(!) hareketi olur, yurt içi ve dışında birimler kurar, temsilcilikler ihdas eder, devletler nezdinde itibar görür.
Bir sonraki hamle, sivil toplum örgütleri kurdurulur, onlar üzerinden “terör ve terörist” insan hakları çerçevesine alınır, insan hakları zırhıyla onları korur, bu merhalede siyasi erkden, hükümetten, devletten rahatsız olanların tümü adı farklı da olsa belli çatılar altında toplanırlar, bir cephe oluşturur, her kesim kendi hesabına çalışsa da neticede bu terör örgütüne yarar.
Bütün bunlar PKK'yı meşrulaştırmak için kullanıldı.
Terörü meşru göstermenin bir diğer ayağı da siyasettir, terörün emrinde bir siyasi parti kurulur, dış dünya ve içeride farklı emelleri olanlar derki; bu işi/ terörü siyaseten konuşarak anlaşarak bitirmek mümkün yoksa silahla, öldürmekle sindirmekle bu iş bitmez, kimse kimseyi öldürmekle bitiremez.
Bunun önünü açmak için değişik yollar denedi ve sonunda PKK'nın siyasi kanadı olan parti kuruldu, Türkiye'de sistem iyi işlemediği ve uzun vadeli düşünemediği için durmadan PKK yandaşı partiler kapatıldı, her parti kapatılışında terör örgütü güçlenerek çıktı. Tek başına baskıyla hiçbir problem çözülemeyeceği aşikardır, lakin güven sağlanmadan da başka tedbirler alınamaz, güven ve iyileştirme atbaşı gidecek, iyileştirme mecburiyet sonucu da olmayacak, bugüne kadar Kürt meselesiyle alakalı iyileştirmede takip edilen yöntem, PKK ve yandaşlarının propagandasıyla oluşan hava; PKK bastırıyor hükümet/devlet bazı adımları atmak zorunda kalıyor/kaldı, hükümet bu algıyı değiştiremedi. Kürt meselesinin temel dinamiklerine de inilemedi, üst bir siyasetle Kürtlük meselesi ele alınamadı çünkü sistem/rejim buna müsaade etmiyordu, AKP bunu anlatamadı, yapılan iyileştirmeleri de yeteri kadar izah etmekte aciz kaldı. Bu bir sistem meselesi, bir paradigma sorunudur, AKP bunu izah edemedi, belki de izah etmekten de çekindi, hem içeride Kemalist sistem buna çok sert tepki verecekti, bu kadarına bile tepkisini görmekteyiz, hem de beynelmilel güçler Türkiye'nin bu meseleyi İslâmî referanslarla çözmesine rıza göstermeyecekti, şimdi bile eksen kaymaları gibi tenkitlerin temelinde İslam'a yönelmenin sebep olduğu açıktır. Benzer sebeplerle AKP hükümeti çözüm sürecini kalıcı bir zemine oturtamadı, belki de temel zemin olabilecek İslamî referanslara en büyük tepki de PKK'dan gelecekti, şu an Kürtlük/Kürtçülük hareketini yürüten kurmay kadronun kalkış noktası din karşıtlığıdır. Dünyada ve Türkiye'de sol/Marksist çevrelerce taraftar bulmasında bunun da katkısı vardır.
Ayrıca PKK propagandayı çok iyi kullanıyor, hükümetten daha aktif ve yönlendirici bir propaganda ağı var, hem yandaşlarını ikna edebiliyor hem de ortalama halkı da yanına çekebiliyor, bunu tek başına yapmadığı açık ama hükümet hem bu ilişkileri açığa çıkarmada başarısız hem de yaptıklarını anlatmakta yetersiz.
Kobani olayları bariz bir örnektir: Aslında Kobani PKK/PYD ve yandaşları açısından öyle bir başarı falan değil, İŞID Kobani' ye girdi PYD/PKK'nın karizmasını çizdi, tüm prestijini yere serdi, o yenilmez, dünyanın en tecrübeli(!) ve eğitimli(!) örgütünü perişan etti, İŞID karşısında hiçbir varlık gösteremedi, PYD/PKK ve tüm yandaşları halkını koruyamadı, bütün dünyayı yardıma çağırdı, düşman gördüğü Türkiye, yardım etti, Peşmerge'yi oraya soktu, ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri havadan PYD hava kuvvetleri gibi bombaladı, Türkiye üzerinden karadan asker sevk edildi öylece yakayı kurtarabildi. Ama daha çok dış dünyanın desteğiyle ve cilalamasıyla bu yenilgi zafer olarak sayıldı, muhtemeldir ki tarihe de zafer diye geçirecekler. Bu olayda medyanın nasıl çalıştığı ve neleri nasıl çarpıtabileceğinin açık örneğidir.
Sistem kendini yenileyemedi, terör örgütünün ataklarına karşı refleks geliştiremedi, örgüt daima önde gitti, anlaşmaları imkansız diyebileceğimiz çevrelerle irtibata geçti, iş birliği yaptı, yerelde solu yedeğine aldı, Marksistleri ve liberalleri ikna etti veya onlar başka mihraklarla ikna edildiler, yurt dışında diaspora oluşturuldu, uluslararası bir güç haline getirildi/geldi. Türkiye buna seyirci kaldı, kendi müttefiklerine güvendi onlar da örgütü büyütüp, güçlendirip baş edilemez hale getirdiler, Türkiye /AKP hükümeti umumi iyileştirme ve demokratikleşme ile meseleyi rahat çözeceğini sandı ama gel gör ki öyle olmadı sonunda inisiyatif örgütün eline geçti.
PKK'nın uzantısı veya yandaşı, müttefiki olan partiyi halk normal bir parti imiş gibi görmeye başladı, ama parti kurucuları ve sonra o partiyle ittifak eden partilerin elemanları militanlıktan gelme siyasetleri de PKK'ya teröre yarayacak şekilde olacaktı, bu tabii bir haldir. Halk bunu fark etmeyebilir ama devlet/hükümet bunu görmesi lazımdı, buna göre tedbir alması lazımdı bunu da yapamadı. Hükümet Türkiye'nin kadim iki meselesi olan İslamlık ve Kürtlük problemini çözmeye niyetlendiğinde içeride ve dışarıda nasıl bir tepki göstereceğini de tam kestiremedi. Bu iki hamleden rahatsız olan iç ve dış çevreler, devletler PKK'yı meşru gördüler ve meşrulaştırmak için de olağan üstü gayretler harcadılar.
***
Terörün ve teröristin önünü açmak ve meşruluğunu kanıtlamak için zaaf içinde olan hükümet olması işi kolaylaştırır, eğer ülkede güçlü bir hükümet varsa o yıpratılır, hükümeti yıpratmak Türkiye için eskiden iktisadi olarak kriz çıkartılırdı ve hükümet tepe takla giderdi, ama AKP iktidarından sonra bu yöntemin işe yaramadığını deneyerek gördüklerinde, bu sefer; istikrarı despotluk olarak yansıtma gayretine girildi ve bunun için yerli ve yabancı tüm imkânlar seferber edildi.
Son işlenen imaj baskıcılık ve tek adamcılık imajı, bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerinden AKP'nin diktatörlüğe dönüştüğünü, başkasına tahammül etmediğini, ülkeyi kendi keyfince yönettiğini öne çıkarıyorlar, AKP tek başına iktidar olamadığı için tekrar seçim kararını cumhurbaşkanının aldığını hatta başbakan ve diğer bazı AKP'lilerin buna karşı olduğunu ama güçlerinin yetmediğini koru halinde haykırıyorlar.
7 Haziran seçimlerinde ana konu “Seni Başkan Yaptırmayacağız” idi, anlaşılan bu söylem ve propaganda uluslararası bir proje olarak kabul görmüş durumda, AKP de var gücüyle HDP'ye yüklendi çünkü bu sloganın başını o çekiyordu, birden ana muhalefet partisi mevkiine geçti ve seçimde zaferle çıktı, hâlbuki AKP, HDP'yi asla kaale almayacaktı, o zaman bu kadar gündeme gelmeyebilirdi. Anlaşılan 1 Kasım seçimlerinde de bu işleneceğe benziyor, AKP aynı hatayı tekrarlamaya teşne gibi, gene ciddiyetle HDP'ye cevap veriyor, sanki ana muhalefet partisi imiş gibi muamele ediyor bu siyaset yanlış. AKP akıldâneleri ne işe yarıyor, bunun için para alan danışmanlar toplum psikolojisini tahlil etmiyorlar mı yoksa herkes HDP'ye var gücüyle saldırarak bir yer mi kapmak istiyor. Bir akıl tutulması yaşanıyor diyebiliriz.
Ülkeyi kan gölüne döndürdüler, Türkiye bu ateşi söndürmeli, birinci cihan harbinden sonra en büyük tehlike ile karşı karşıya, milli gelir yükselmiş, işler yolunda, Türkiye dış dünyada itibar kazanmış, bunların hepsi doğru ama bugün en doğru olan şey; terör belasıdır ve Türkiye parçalanma eşiğindedir, eğer bir parçalanma yaşansa Türkiye diye bir devlet kalmayacak, bundan en çok zarar da Müslüman Kürt halkı görecek.
***
Son Dağlıca olaylarında; PKK'nın, HDP'nin, MHP'nin, Paralelin, Hürriyet Gazetesinin açıklamaları birbirine yakın, topyekun bir AKP/Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerine bina edilmiş bir nefret söylemi. Ülke ateşe verilmiş, ülke içinde bağımsızlık ilan edilmiş, asker ve polisin dışında bir güç oluşturulmuş, devletin bağımsızlığı ve tekliği rafa kaldırışmış, yollar kesilmiş, haksız yere siviller öldürülmüş, tüm bunlar normal sayılmaya başlanmış. Bu algı oluşumu terörün nasıl şirinleştirildiğinin açık belgeleridir. Hâlâ terörü masum Erdoğan'ı cani gösteren yayınlar çokça ortada, Hürriyet Gazetesine küçücük bir saldırı, bunca asker ve polisin, cani ve vahşi PKK tarafından öldürülmesinden daha öne çıkarıldı, basın özgürlüğü adı altında tüm asker, polis ve devlet kurumlarına, AKP'ye oy veren vatandaşlara düşmanlık besleme aracı olarak kullanılıyor.
HDP sözcülerin söylediklerinden kerametler çıkaran, şirin gösteren, çatışmayı durdurmak istiyorlar ama Tayyip Erdoğan buna engel oluyor imajını yaymaya çalışıyorlar. Bu; ülkeyi seven, Türkiye devletinin bekasını isteyen her vicdan sahibini yaralıyor.
Tarafsızlık adına haklı ile haksızı bir gören anlayışın adı entelektüellik oluyor, ülkesini savunan ile ülkeyi ateş çemberine sokanı aynı görme bir züppeliktir. Zıpırlığın, züppeliğin, ülkesini dış dünyaya gammazlamanın, Türkiye zarar görsün, imajı yerlere serilsin, ülke insanı varsın ölsün yeter ki AKP/Tayyip Erdoğan kaybetsin kinini taşıyanların bu ülkede hayır adına yapacakları bir şey yok. Allah rızası için sussalar ülkeye büyük iyilik etmiş olurlar.
Şunu da herkes bilmelidir ki bu badireden de Kürt –Türk halkı ortak bir akl-ı selim ile çıkacak, gene iç içe ve yan yana yaşamaya devam edecekler, her şey bitti artık geri dönüşü olmayacak hayaline kimse kapılmasın, yarın yüzü kızaracak ve altından kalkamayacak laflar etmesin. Bu ülkenin aslî unsuru ehl-i İslam olarak biz buradayız, gelecek; aklını ve vicdanını yitirmemiş insanların istediği olacak, Fravunlara, Nemrutlara, Ebucehillere, Haçlılara, Moğullara…karşı direnen ve yenilgiyi asla kabul etmeyen ümmet bu belanın da üstesinden gelecektir. Herkesi sağduyuya, mesuliyetini icraya devam ediyorum.