Kudüs'te Osmanlı hâkimiyeti 1516 yılının Aralık ayında başladı ve 501 yıl sonra Aralık 1917'de son buldu. Beş asır boyunca Kudüs'ün himaye edildiği devir, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferiyle başladı. Dünya medeniyet tarihi ve dinler tarihi açısından fevkalade önemli olan Kudüs şehri semavi dinler için tartışmasız kutsal bir statüye sahiptir. Bu yönüyle daha çok savaş ve çekişmelere konu olsa da, Kudüs İslam egemenliği döneminde huzur ve barışla yönetilebilmiştir. İslam egemenliği boyunca sadece Müslümanlar değil gayrimüslim topluluklar da huzur içinde Kudüs'te yaşamaya devam etmiştir. Gayrimüslimlerin barış içinde yaşamalarını sağlayan İslam egemenliği, aynı zamanda onların kutsal alanlarının da korunarak günümüze kadar gelmesini sağlayabilmiştir.
Osmanlı devletinin 1516 yılında Kudüs'te başlayan hâkimiyeti süresince tüm farklı din ve mezhepler huzur içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı devletinin adalet ve barışla yönettiği Kudüs'te, Müslüman olmayanlar arasında çıkan ihtilaflar da sonlandırılmıştır. Oluşan ihtilaflarda adaletli ve egemen arabulucu pozisyonunda bulunan Osmanlı devlet yöneticileri, ortaya çıkan ihtilafları çözüme kavuşturabilmişlerdir. Bunun en güzel örneklerinden biri, yeryüzünde Hıristiyan dünyası için en kutsal mekân olarak kabul edilen Kıyamet Kilisesi'nde çıkan ihtilafın Sultan Abdülmecid döneminde bir fermanla çözümlenmiş olmasıdır. Bu ferman gereği ortaya konulan kriterler ve statüko günümüzde de olduğu gibi devam ettiriliyor.
Günümüzde teamülleri devam ettirilen gayrimüslim kutsal alanlarındaki kurallar, Osmanlı devletinin ne derece adaletli olduğunu ve ne denli tesirli çözümler bulabildiğinin göstergesi. Gayrimüslimlere dair Osmanlı devletinin adaletli, müsamahakâr, himaye edici ve arabulucu pozisyonunun, Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'e girişiyle, Ermeni ve Rum patriklerine daha önce Müslüman yöneticiler tarafından verilen emân ve imtiyazların devam ettirilmesi kararıyla başladığı hususu ise ayrıca önemlidir. Bölgede Osmanlı egemenliğinin sonlanmasıyla birlikte huzurun da sona ermesi, ister istemez dikkatlerimizi yitirdiğimiz değerlere çevirmemizi ve tarihsel kodlarımıza sahip çıkmamızı salık veriyor.
Yavuz Selim Han'ın doğumu ve çocukluğu
Yavuz Sultan Selim II. Bayezid'in oğlu ve Kanuni Sultan Süleyman'ın babasıdır. Annesi Dulkadiroğulları beylerinden Alauddevle Bozkurt Bey'in kızı Ayşe Hatun'dur. Babası Bayezid'in Amasya Sancakbeyi olduğu sırada 1470 yılında Amasya'da doğmuştur. 11 yaşında İstanbul'a kardeşleriyle birlikte geldiği sırada, dedesi Fatih'i ilk ve son defa görmüştür.
Gençliği ve idareciliğe ilk adımı
Yavuz Sultan Selim 1481 yılında tahta oturan babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. 1487 yılında Trabzon sancakbeyliği görevine getirildi. 1487-1510 yılları arasında sancakbeyliği görevini yürüttü. Tam bir idareci ve devlet adamı sorumluluğuna sahip olan Yavuz, doğudan gelen tehditleri merkeze rapor etmişti. Sancakbeyi olduğu sırada Gürcü Krallığına karşı 1508 yılında zaferle sonuçlanan seferi üzerine babasından takdir görmüştü. Sınırdaki kale ve mevzileri tahkim eden Yavuz, Safevilerin gönderdiği 10 bin kişilik kuvveti Erzincan'da dağıtmayı başarmıştı.
Osmanlı Sultanı Yavuz: 24 Nisan 1512-21 Eylül 1520
Yaklaşık sekiz yıl süren saltanatı sırasında Yavuz, Safevilere ve Memlûklere karşı zaferle sonuçlanan üç büyük sefer düzenlemişti. 20 Mart 1514'te Safevilere karşı hareket etmiş, 16 ay süren ve zaferle sonuçlanan seferden 11 Temmuz 1515'te geri dönmüştü. Bunun akabinde 24 Nisan 1516'da Mısır'a doğru hareket etmiş ve Halep'in kuzeyinde Kilis'e yakın bir noktadaki Mercidabık'ta büyük bir zafer kazanmıştı. Ocak 1517'de kazanılan Ridaniye zaferinden sonra bir süre Mısır'da kalmış, İstanbul'dan hareketinden 25 ay sonra, 25 Temmuz 1518'de İstanbul'a dönmüştü. 25 Temmuz'da herhangi bir tören yapılmadan saraya dönen Yavuz, Papalığın haçlı seferi hazırlığı üzerine, İstanbul'a gelişinin dokuzuncu gününde Edirne'ye hareket etmiş, Malkara, İpsala ve Dimetoka'yı gezerek denetlemişti.
1519 yılında Macar kralının ölümü üzerine haçlı seferi gerçekleşmeyince Nisan 1519'da İstanbul'a avdet etmiş ve 18 Temmuz 1520'de tekrar Edirne'ye hareket etmişti. Yolda rahatsızlanan Yavuz Sultan Selim 21 Eylül akşamı Çorlu'da vefat etmişti.
Yavuz Sultan Selim Kudüs'te
Mercidabık zaferinden sonra ordusuyla Mısır'a doğru hareket eden Yavuz Selim Aralık ayı sonlarında Remle'ye varmıştı. Remle'de bulunan Selim Han, gitmemesi yönündeki tavsiyelere rağmen, bin 500 askerle Kudüs'e hareket etmişti. 31 Aralık günü Kudüs'e varmış, Ermeni patriği III. Serkis ile Rum patriği Attalia'ya emân vermişti. Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi'nin daha önce verdikleri emânlar esas kabul edilmişti.
31 Aralık günü Mescid-i Aksa'ya gelerek Kubbetü's-Sahra'da ve Muallak Taşı'nın altında ikişer rekât namaz kıldıktan sonra Kıble Camii'ne gelmiş ve akşam namazını burada kılmıştı. Akşam namazından sonra iki rekât namaz kılmış ve burada uzun bir niyazda bulunmuştu. Yatsı namazını kıldıktan, bahşiş ve ikramlarda bulunduktan sonra otağına dönmüştü. Ertesi sabah tekrar Mescid-i Aksa'ya gelen Yavuz burada namaz kıldıktan sonra Remle'ye hareket etmişti. Yavuz Mısır'a hareket etmeden önce el-Halil Camii'ni de ziyaret etmişti.
Gündemden düşmeyen ve değeri değişmeyen Kudüs
ABD tarafından Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanımasının akabinde Büyükelçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınmasının Osmanlı Devleti'nin Kudüs'ü kaybetmesinin (Aralık 1917) 100. yıldönümü olan 6 Aralık 2017 tarihine “denk gelmesi”, tesadüfi olmaktan öte, milletimize yönelik tarihi bir hesaplaşma olarak görülmelidir. Köklü devlet geleneği aklı ve medeniyet sorumluluğumuzun refleksiyle, aynı hafta İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) İstanbul'da toplanmış ve Kudüs'ün Filistin devletinin başkenti olduğu yönündeki karar oybirliğiyle alınarak tarihi intikama bir nevi cevap verilerek Kudüs'ün ihmal edilemeyeceği mesajı verilmiştir. Kutsal Kudüs'ün sosyal veya siyasi manada sıradan bir mekân olarak değerlendirilemeyeceği gerçeği, 21. yüzyılda dünya egemen güçlerinin siyasetlerinin önemli bir alanı olmaya devam etmesinden anlaşılabilir.
Kudüs'te aranan ve özlenen Osmanlı adaleti
Yavuz Sultan Selim Han'la başlayan Kudüs'teki Osmanlı egemenliği, dünya tarihine Müslümanlar ve milletimiz adına parlak bir sayfayı tarihi miras olarak bırakmamızı sağlamıştır. Günümüzde Kudüs'te yaşanan adaletsizlik ve zulüm, Yavuz Sultan Selim'le başlayan Osmanlı dönemine olan hasreti gün geçtikçe artırmakta ve Osmanlı adaletinin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Milletimiz adına Kudüs'e takdim edilen hizmetlerin başlatıcısı olan Yavuz Sultan Selim, 31 Aralık günü Kudüs özelinde anılmayı hak ediyor.
Kudüs gibi bir değere Türklerin hizmetler silsilesinin ilk halkasını oluşturan Yavuz Sultan Selim, doğduğu şehir olan Amasya'da, sancakbeyliği yaptığı Trabzon'da, saltanat sürdüğü İstanbul'da ve kabrinin bulunduğu Fatih'teki Yavuz Selim Camii'nde devletimiz tarafından anılmalıdır. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, 31 Aralık gününde, Yavuz Selim Han'ın kabrinin bulunduğu camide kendisini anarak, bir etkinlik yapmak suretiyle, dualarla yâd edilmesini sağlaması, bunun yanında Yavuz Selim Han'ın milletimiz nezdinde anılması, tarihi miras ve medeniyet sorumluluğumuzun bir gereği, ecdadımıza karşı da bir vefa borcumuz olduğu unutulmamalıdır. Bu vesileyle, Kudüs konusunda uzmanlardan ve gönüllülerden teşekkül eden 43 sivil toplum kuruluşunu bünyesinde barındıran Kudüs Komisyonu'nun, Türkiye genelinde bir sosyal medya kampanyasıyla, Yavuz'un Kudüs'e girişini gündem yapması son derece sevindiricidir.