Ahmet Rasim’den ‘Eski Ramazanlar’ ve ‘Bektaşi’ anısı
Ramazan ayında ‘Eski Ramazanlar’ı konuşmak vazgeçilmez sohbet konularındandır. Bu yazı da bir başka 'eski Ramazanlar' hatırası... Yazar, gazeteci, tarihçi ve milletvekili Ahmet Rasim (1864-1932) bu hususta ilginç bir hatırasını kaydetmiş. Ahmet Rasim’in dönemin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış ‘Atalarımız ve Yeşilay’ başlıklı yazısı…

Oluşturma Tarihi: 2021-04-07 13:57:11

Güncelleme Tarihi: 2021-04-07 13:57:11

Ramazanın yaklaştığından bahsediliyordu. Bir zat dedi ki:

-Eski Ramazanlar kalmadı!

Bu söze yaşlılarımız hemen eşit olduğundan mı nedir, ayrı ayrı ilgi duyduk.

Biraz sofuca olanımız dedi ki:

-Kalmadı ya! Otuz-kırk yıl önce küçük tövbe girdi mi (Rebiülevvel ayı) her şeyden el çekilir, namaz, niyaza başlanırdı, dahası rahmetli babam, mevlitten sonra ta bayrama kadar ağzına bir damla içki koymazdı…

Hepimizden yaşlı görünenimiz, karşıt bir davranışla:

-Bizim rahmetli bu kadar erkenci değildi. Üç aylar dedi mi rakıyı keser, tesbihi ele alırdı. Seccade meydan görürdü.

Halden anlar görünen üçüncü arkadaşımız gülümseyerek:

-Bizimki küçük tövbe, büyük tövbe, üç aylar demez çakar, yalnız kandil akşamları içmezdi. Ama teravihi hiç bırakmazdı.

Dördüncü atıldı:

-Amcam başka davranırdı. Regaib gecesinden başlayarak bırakır, ta bayram gecesine kadar kullanmazdı!

İlk olarak ‘Ramazan kalmadı' diyen, bu sözü yinelemekle beraber, ek olarak:

-Mahmut Bey adında bir komşumuz vardı, o geceden hem namaza başlar, hem de özenli bir biçimde içkiye… Ama kapanıp ibadete çekilmiş gibi dışarıya çıkmaz, evde otururdu.

Dedim ki:

-Ben bunları iyi bilmiyorum a, ‘Yevmi şekk' (Hilalin görüldüğünün kanıtlamadığı ilk gün)den önce içkiye başlanır, ta davul çıkıncaya kadar sürdürülür olduğunu bilirim. Dahası buna ‘Ramazan karşılamak' denirdi.

Rahmetli amcasından bahseden yine atıldı:

-Ramazan gecelerinde bile arada sırada çakanlar olurdu. İftara çağrı vesilesiyle sofra kurulur, sahura kadar içilirdi. Buna da ‘sulu iftar' denirdi.

-Bizim Hasan Baba adında bildiğimiz bir Bektaşi vardı. O tersine sahura başlar, ta sızıncaya kadar içer, kalktı mı sokağa fırlar, mahmur mahmur gezinirdi.

-Bunların kurnazları da vardı. Her akşam konyaklı, romlu, kayısı, vişne ile keyif yetiştirirlerdi.

-Evet, yeni moda morfincilik, kokaincilik gibi…

-Bizim Nuri Baba da rakıyı bırakır, afyona başlardı.

-Demek ki morfincilik!

-Vezneciler'de bir herif vardı. Harup, kayısı, hoşaf, şıra gibi şeyler satardı. Ama ‘karışık ver' dedin mi, içerideki şişeden doldurur, bir bardak içtin mi, vapur musun mübarek!.. Bilir misin, kimse de farkına varamazdı. Sen öyle çakır keyif, neşe dolu!.. Hele çalgılardan birine gidersen… Sarar mı sarar… Bir akşam teravihe yakın kalem arkadaşım Aziz Bey rahmetliyle beraber ikişer bardak içmiştik. İkimiz de öyle sarhoş olduk ki! Bizim eve güç hal ile gittik. Gider gitmez bizim aşağı odada birer tarafa yığıldık.  Ta davula kadar…

-Esrar içenler de çoğalırdı…

-Ben birini tanırdım. Topla beraber çakmağa başlar, arada dört-beşi esrarlı sigara çeker, nah şöyle fındık gibi afyon yutar, yatsıdan sonra sokağa çıkar… Ne yıkılır ne sızar, döner, dolaşır, senin şerbetçiye de uğrar, atıştırır, sabahleyin yine işine gücüne giderdi. Bektaşi tarikatindendi, dahası üç erkek evladı vardı. Sözde yarın ahirette Hazret-i Ali'nin kendisine arka çıkacağından umutlu olduğu için, büyüğünün adını ‘Maruz' ortancasınınkini ‘Çâker', en küçüğününkini de ‘'Kemîne' ve ‘Bunları bir dilekçe başlığı olarak Hazret-i Ali'ye sundum' derdi. Bir gün dedim ki:

-Ama bu dilekçede sizin adınız yok…

-Nasıl yok. ‘Maruz-ı çaker kemineleridir ki' değil mi?

-…

-‘leridir ki' de ben, bendesi.

Derdi ki:

-İçki sunan üç can yoldaşım var. Biri kadehimi doldurur, biri suyu koyar, üçüncüsü de sunar. Bundan tamam keyif nerede bulunur?

Kaynak: Ahmet Rasim, Anılar ve Söyleşiler, Çağdaş Yayınları, 1983, s. 252-254

(Cumhuriyet gazetesi, 19 Şubat 1928)