1939
Almanların atom bombasıyla ilgili gerçekler neden söylenmedi?
III. Reich'in elinde az kalsın bir atom bombası mı olacaktı? Soru bugün sıradan görünebilir ve aslında ilgili her enstitüde yanıt hazır olmalıydı. Oysa yanıt bunun unsurlarını barındıran kişiler tarafından gizlendi. Yıllar geçtikçe, olayları bilenler birbiri ardına ortadan kayboldu ve XX. yüzyılın bu hayati önemdeki bölümünün üzeri tozlarla örtülüydü.
Soruyu önemsiz bulanlar “İnat etmek neye yarar?” diyorlar, Hitler'in bombası yoktu çünkü buna imkânları yoktu. Zaten Amerikalıların elinde birinci Atom bombasını imal etmek için bazı üst düzey bilim adamları vardı, halbuki Nazilerin elinde ancak bir düzine teknisyen bulunuyordu. Görüleceği üzere bu yanlış bir iddiadır.
Anlaşılması güç bir inanç, bu sahte ilgisizlik ve bu çarpık açıklamalara hâkim durumda:
III. Reich'in elinde bu bomba yoktu çünkü Tanrı böyle istemişti. Ve herkes, Nazilerin hükmettiği bir dünya düşüncesinden dehşetle kaçıyordu. Daha iyi bir dünya umudunun Avrupa'nın yeniden kuruluşuna ışık tuttuğu sırada, Nazilere demokrasilerdeki bilimsel ve teknik hünerleri atfetmek yersiz olurdu.
Oysa, işte 50 yıllık araştırmanın sonunda toplanmış gerçekler; bize göre, genel tarihi yeniden oluşturmaya yarıyor. Ve bunların bazı anonim arşivlerde duran belgelerle bir gün tamamlanacağını umuyoruz.
Hitler'in “Yahudi bilimine” yani nükleer fizik ve elektroniğe uyguladığı aforoza rağmen, Alman fizikçiler atom üzerindeki araştırmalarını devam ettirdiler. Aslında, atom enerjisinin kullanım tarihi Almanya'da başladı: Ekim 1938'de, Berlin'deki Kaiser Wilhelm Enstitüsü'nde, Otto Hahn ve Fritz Strassmann uranyum atomlarını parçalamayı yani kırmayı, böylelikle dikkate değer bir enerji yaymayı ilk defa başardılar. Buna şaşırdılar ve tedbiri elden bırakmayarak bildirilerini şöyle bir cümleyle sonlandırdılar:
‘Yanılmış olmamız mümkündür...” Bir nötron demeti ile bombaladıkları uranyum 235 yerine, baryum ve krypton buldular, bunların toplam atomik kütleleri uranyumunkine eşitti.
Bu dönemde kimsenin atomik enerjiyi açığa çıkarma imkânına inanmadığının altını çizmek lazım, Albert Einstein bile inanmıyordu. 1932'de, “Nükleer enerjinin kullanılabileceğine dair hiçbir kanıt yoktur” diye açıklamıştı; “Bu atomun bilerek parçalanabileceği anlamına gelir”
Bu keşfin önemini anlayan, Hahn ve Strassmann'ın çalışma arkadaşı, ırkçı Nazi yasaları nedeniyle İsveç'e sürgün edilmiş Lise Meitner (1878-1968) oldu. Hahn, neler olduğunu anlamak için ona deneyin raporunu sunmuştu. Meitner aceleyle bir başka büyük fizikçiyi Kopenhag'da bulunan Niels Bohr'u uyardı. Bohr da İngiliz hükümetini uyardı ama hükümet nükleer enerjiye inanmıyordu ve raporu Amerikalılara gönderdi. ABD'ye sürgün edilmiş Avrupalı fizikçiler, Leo Szilard, Eugen Wigner, Enrica Fermi ve belli ki Einstein, Hahn ile Strassmann'ın deneyinin önemini anladılar ve ancak o zaman Manhattan Projesi zorlukla uygulamaya kondu. Bu arada hükümetin bu projeye ayırdığı bütçenin küçüklüğü -6.000 dolar- onun da buna fazla inanmadığını ispatlıyor.
Alman fizikçiler topluluğu, atomun parçalanmasının ne anlama geldiğini anladı.
1941 ilkbaharında, Alman fizikçi Cari von Weizsacker; Kopenhag'da meslektaşı Bohr'u ziyaret etti ve Danimarka'da nükleer fiziğin ilerleyişi konusunda ona bir çok soru sordu. Atomun parçalanmasıyla ilgileniyorlar mıydı? Bohr olumsuz cevap verdi; ABD'de Fermi'nin bu anlamda araştırmalar yaptığını biliyordu ama hepsi buydu. Danimarkalı, kontrespiyonaja konuşması hakkında bilgi verdi. 1941 Ekim ayında, Danimarkalı ajanlar İngiliz kontrespiyonaj servisi MI6'ya bir başka Alman fizikçi olan, fizik dalında Nobel ödüllü (1932) Werner Heisenberg'in Eylül ayında Bohr'u ziyaret ettiğini ve ona her şeyi açığa çıkaran bir soru sorduğunu bildirdiler:
“Savaş sırasında mutlak bir atom silahı üretmek ahlaki açıdan meşru mudur?” Bohr, bunun Almanların böyle bir silaha inandıkları anlamına gelip gelmediğini sormuştu. Heisenberg evet diye cevaplamıştı. Bu cevapla telaşlanan Bohr, Danimarka kontrespiyonajını uyarmıştı.
İngiliz yetkililer İngiliz fizikçilere sordular, onlar da kontrol edilmiş atom enerjisinin kullanımının bir yavaşlatıcı gerektirdiği ve bu durumda bunun asıl üreticisi Norveç olan ağır su olduğu cevabını verdiler. O zaman Rjukan'da ağır su fabrikaları yıkılmaya başladı, bu da savaştan sonra Jean Dreville'in Ağır Su Savaşı(1947) filminde anlatıldı.
Aslında, Manhattan projesinin bir Alman eşdeğeri vardı, bu da Uranyum planıydı. Hatta 1941'de Amerikan projesinden önce yaratılmıştı. Ve 1942 Mart ayında, Almanların Rjukan'da ağır su üretimini artırmasına yetecek kadar ilerlemişti.
Savaştan sonra Weizsacker ve Heisenberg, Amerikalılara ve İngilizlere, III. Reich'in Atom bombasına sahip olmasını engellemek amacıyla Almanların çalışmalarını bilhassa yavaşlattıklarını açıkladılar. Bu doğru değildir. Weizsacker, Alman Askerî Komutanlığına verdiği ve KGB arşivlerinde bulunan raporunda görüldüğü üzere Bohr'un ağzından laf almaya gitmişti.
Ünlü belirsizlik ilkesinin yaratıcısı Heisenberg 1943'e kadar Uranyum planının başkanı oldu, o tarihte yerine Walther Gerlach getirildi. Onun bir atom silahı üretmeyi hedefleyen araştırmaları yavaşlatabileceği kesin değildi. Buna belki tam anlamıyla düşman olmadı, çünkü 1942 Haziran ayında silah ve cephane üretimi bakanı Albert Speer'in huzurunda, üst rütbe subayların önünde, bir atom silahı üretmek ve sonuçları üzerine bir konferans verdi. III. Reich'i bir atom silahıyla donatmakta fazla acele etmiyormuş gibi görünse bile meslektaşlarının, özellikle Weizsacker'in, çalışmalarını frenleme gücüne muhtemelen sahip değildi. Aslında Weizsacker plütonyumun nükleer patlayıcı olarak kullanılmasının mümkün olduğunu anlamıştı, nitekim 1941 tarihli iki belge bunu gösteriyor.
Halbuki Almanlar 1942'den itibaren deneysel nükleer reaktörler kurmaya başlamışlardı; ilk ikisi Gottow'da, Berlin yakınında bulunuyor ve askerî bir fizikçi olan Kurt Diebner tarafından yönetiliyordu. Diğeri Leipzig'de, Heisenberg'in yönetimi altındaydı. Ve bu reaktörler plütonyum üretebiliyordu. Belki de Rügen adasında bir üçüncüsü vardı.
Savaş sonrası bu merkezlerin kaderi üzerine koyu bir sessizlik hâkimdi. Amerikan güçlerinin, Fransız askerlerinin bunları ele geçirmelerini önlemek için büyük çabalar harcadıkları kesin görünüyor. O zamanlar Fransız nükleer araştırmaları komünistlerin kontrolü altında görünüyordu ve Amerikalılar, bu merkezlerin ele geçirilmelerinden ilk olarak Sovyetlerin faydalanacağından şüphe duyuyorlardı.
Yıllarca iddia edilenin aksine, Almanlar araştırmada dikkate değer biçimde ilerlemişlerdi; böylece Weizsacker zincirleme reaksiyon elde etmek için gereken uranyum ve plütonyum kritik kütlelerini aşağı yukarı doğru tahmin etmişti: 10 ile 100 kilo arası.
Atom silahı yarışında Almanlar için gerçek engel, santrifüj aletleri olmadığı için bölünebilir tek madde olan zenginleştirilmiş uranyum U 235'i üretmenin zorluğuydu. Bu nedenle santraller tarafından üretilen plütonyuma ilgi duyuyorlardı.
Karlsch tarafından KGB arşivlerinde bulunan bir belge kafa karıştırıyor: 1945 Mart ayında yani III. Reich'in teslim olmasından iki ay önce Thüringen'de denenen, parçalanma/erime karışımı bir atom bombasının işleyişini gösteren bir şema... Muhtemel atom denemeleri üzerine başka hiçbir bilgi mevcut değil. Denemelerin aslında Rügen adasında olması mümkündür, bu da yüzlerce savaş esiri ve toplama kampı mahkûmlarının ölümleri üzerine raporları açıklar.
Bundan atom silahı yarışında Alman fizikçilerin kıl payı mağlup oldukları sonucu çıkıyor.
Bu bilgilerin toplaması ve değerlendirilmesinde gösterilen yüksek hatta aşırı düzeyde gizlilik, tarihin gidişatına tarihçilerin getirdikleri genel yorumu doğruluyor: İlerleme ancak kazananların tarafında gerçekleşebilir. Yenilenler haksızdır, ister istemez haksızdır, çünkü hata yapmışlardır.
Kaynak: Gerald Messadıe, 4000 Yıllık Tarihi Aldatmacalar