Cumhuriyet gazetesi yazarı Alev Coşkun, 100 yıl önce yapılan İzmit Basın Toplantısında Atatürk'e yöneltilen sorulara verdiği cevapları dönemin basınından aktardı.
Coşkun, “Devletin dini olacak mı”, “Başkent neresi olacak”, “Kürtlere özerklik verilecek mi” gibi sorulara Atatürk'ün nasıl cevap verdiğini dönemin gazetecilerinin kaleminden köşesine taşıdı. 5 BUÇUK SAAT SÜREN TOPLANTI
Coşkun'un Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bugünkü yazısından önemli bölümler;
16 Ocak 1923'te saat 21.30'da başlayıp sabaha karşı 03.00'e kadar süren bu toplantıda Atatürk'e çok yakıcı sorular soruldu ve Atatürk'ün yanıtları da çok kapsamlı ve önemliydi. Toplantıya İstanbul'da yayımlanan önemli gazetelerin başyazarları katıldı.
Atatürk, Batı Anadolu'daki askeri birlikleri denetlemek ve halkla görüşmek amacıyla 14 Ocak 1923'te yurt gezisine çıkmış ve 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit'te gazetecilerle buluşmuştu.
Bu toplantıda ayrıca “Devletin dini olacak mı”, “Başkent neresi olacak”, “Kürtlere özerklik verilecek mi” gibi hassas sorular da sorulmuş, Atatürk de bunlara açık yanıtlar vermiştir. KÜRTLERE ÖZERKLİK
Kürt azınlığa özerklik verilmesi konusu daha sonraları tartışma konusu yapılmış, Atatürk'ün İzmit Basın Toplantısı'nda Kürtlere özerklik verilmesini kabul ettiği belirtilmiştir. Oysa işin esası şöyledir: Vakit gazetesi başyazarı Ahmet Emin (Yalman), “Kürt meselesine temas buyurmuştunuz. Kürtlük meselesi nedir? Bir iç sorun olarak temas buyurursanız çok iyi olur” diye bir soru sordu.
Atatürk'ün yanıtı şöyledir: “Kürt meselesi; bizim yani Türklerin menfaatına olarak da katiyen söz konusu olamaz. Çünkü bildiğiniz gibi bizim milli sınırımız dahilinde mevcut Kürt unsurlar o surette yerleşmiştir ki pek sınırlı yerlerde yoğunluğa sahiptir. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurlarının içine gire gire öyle bir sınır ortaya çıkmıştır ki Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye'yi yok etmek lazımdır.
Örneğin, Erzurum'a kadar giden, Erzincan'a, Sivas'a kadar giden, Harput'a kadar giden bir sınır aramak lazımdır. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de göz önüne almak lazım gelir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, Teşkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın (sancak) topluluğu (yerel halkı) Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek lazımdır. İfade olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun çıkarmaları daima söz konusudur.
‘AYRI BİR SINIR ÇİZMEYE KALKIŞMAK DOĞRU OLMAZ'Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün menfaatlarını ve geleceklerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu müşterek (ortak) bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz.” ‘DEVLETİN DİNİ OLACAK MI' SORUSUNA ATATÜRK'TEN YANIT
İzmit Basın Toplantısı'nda İleri gazetesi yazarı Kılıçzade Hakkı Bey, “Yeni hükümet bir din ile bağlı olacak mı” diye bir soru yöneltmiş, Mustafa Kemal de buna karşılık “Edecek mi, etmeyecek mi bilmem. Bugün mevcut olan kanunlarda aksine bir şey yoktur. Millet dinsiz değildir, dine bağlıdır. Dini de İslamdır. Dini reddedecek ortada bir sebep yoktur” karşılığını vermişti. ‘DİN VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNE SAYGI GÖSTERMEK...'
İzmit Basın Toplantısı'nda Mustafa Kemal'in karargâh subaylarından “refakat subayı” olarak hazır bulunmuş olan Mahmut Soydan, bu konuşma ile ilgili olarak altı yıl sonra, 17 Aralık 1929 tarihli Milliyet gazetesinde bir değerlendirme yaptı.
Dikkat edileceği gibi Mustafa Kemal, “Devletin dini olmaz” demiyor, “Dini reddedecek bir sebep yoktur” diyor.
Atatürk daha sonra bu soru ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “Açıkça söyleyeyim ki bu soruyla karşılaşmayı hiç istemiyordum. Çünkü pek kısa olması gereken karşılığın o günkü koşullar içinde ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum. Vatandaşlar arasında çeşitli dinlerden topluluklar bulunan ve her dinden olanlar için adaletli ve eşit işlemler yapmak ve mahkemelerinde adaleti kendi uyruğuna ve yabancılara eşit olarak uygulamakla yükümlü olan bir hükümet, din ve düşünce özgürlüğüne saygı göstermek zorundadır. Hükümetin bu doğal niteliğini, şüpheli anlam çıkmasına yol açacak niteliklerle sınırlamak elbette doğru değildir.” ‘TÜRKİYE DEVLETİ'NİN DINI, İSLAMDIR' CÜMLESİ
“Türkiye Devleti'nin resmi dili Türkçedir” dediğimiz zaman bunu herkes anlar. Hükümetle yapılacak resmi işlerde Türk dilinin kullanılması gereğini herkes doğal bulur. Ama “Türkiye Devleti'nin dini, İslamdır” cümlesinin elbette açıklanması ve yorumlanması gerekir. MİLLİYET GAZETESİ BAŞYAZARI MAHMUT SOYDAN'IN GÖZLEMİ
İzmit Basın Toplantısı ile ilgili 17 Aralık 1929 tarihli Milliyet gazetesinde gözlemlerini şöyle anlatmaktadır: “Bu konuşmaları, salonun bir köşesine çekilmiş sessizce takip ediyordum. Gazi Hazretleri'nin Kılıçzade Hakkı Bey'e verdikleri cevaplarla yakından bildiğim asıl düşünceler arasında tam bir uygunluk yoktu. Görüşmeler bittikten, misafirler gittikten sonra bunu bizzat kendileri de belirttiler. Bu tarihten dört sene sonra Gazi Hazretleri, partide yaptıkları uzun ve tarihi nutuklarında İzmit'teki görüşmeyi hatırladılar ve olayı şu biçimde parti azasına anlattılar...”
ATATÜRK: ‘HÜKÜMETİN DİNİ OLAMAZ DİYEMEDİM'Atatürk yıllar sonra duruma açıklık getiriyor:
“Gazetecinin sorusuna karşı “Hükümet dini olamaz” diyemedim; tersini söyledim: “Vardır efendim, İslam dinidir” dedim. Ama hemen “İslam dininde düşünce özgürlüğü vardır” diye sözlerimi açıklamak ve yorumlamak gereğini duydum. Demek istedim ki hükümet, düşünce ve inançlara saygı göstermekle bağlı ve yükümlüdür.
Gazeteci, verdiğim karşılığı elbette akla yatkın bulmadı ki yeniden şöyle bir soru sordu: “Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?”
“Olacak mı, olmayacak mı bilmem” dedim. İşi kapatmak istedim. Ama kapatamadım. “Öyleyse” dediler ve yeni sorular sordular. O gün İzmit'te bu konuda gazetecilerle daha çok konuşmayı uygun bulmadım.Atatürk yıllar sonra duruma açıklık getiriyor:
“Gazetecinin sorusuna karşı “Hükümet dini olamaz” diyemedim; tersini söyledim: “Vardır efendim, İslam dinidir” dedim. Ama hemen “İslam dininde düşünce özgürlüğü vardır” diye sözlerimi açıklamak ve yorumlamak gereğini duydum. Demek istedim ki hükümet, düşünce ve inançlara saygı göstermekle bağlı ve yükümlüdür.
Gazeteci, verdiğim karşılığı elbette akla yatkın bulmadı ki yeniden şöyle bir soru sordu: “Yani hükümet bir dine bağlı olacak mı?”
“Olacak mı, olmayacak mı bilmem” dedim. İşi kapatmak istedim. Ama kapatamadım. “Öyleyse” dediler ve yeni sorular sordular. O gün İzmit'te bu konuda gazetecilerle daha çok konuşmayı uygun bulmadım.
Cumhuriyet