Şair İsmet Özel, İstiklal Marşı Derneği'nin resmi sayfasında yayınlanan tarih, toplum, kültüre ilişkin eleştiri yazılarına devam ediyor.
Özel, son yazısında Doğu-Batı karşılaştırması yaparken "Avrupalıların aksamayan duygusu"na dikkat çekti.
"BİZANS'I ORTADAN KALDIRAN OSMANLI DEĞİL GAZA BEYLİKLERİYDİ"
Modernlik insan zihnine dair çok şey söylenmesine sebep olmuştur. Sebep olmağa devam edecektir. Çünkü Rönesans'tan ve Reformdan bu yana Batı âleminde modernlik insan zihninin ciddiye alınmasına değil, oyuncak edilmesine mütealliktir. Kur'an modernlik hususunda bizi bu hususta ikaza yarasın diye bize indirildi. Şimdiye kadar ikaza kulak verenimiz oldu mu? İslâm tarihine göz atarsanız bu suale müspet cevap veremezsiniz. Osmanlı Devleti II. Mahmut saltanatında Müslim veya gayri-Müslim bütün tebaayı fes giymeğe icbar etti. Bu mecburiyet her ne kadar fes için halk “başımızdaki püsküllü belâ” tabirini kullanmış olsa da benimsendi. Cumhuriyet idaresiyle birlikte fes yerini batılılaşmanın nihaî hedefi olan fötre bıraktı. Niçin böyle oldu ve niçin hâlâ Batı ile temas “üstün” kabul edilen; ama aslında köleliğin son şeklini geri kalmış ülkelere yutturan teknologi üzerinden yürütülüyor? Çünkü Osmanlı idaresi yeryüzünde rakip tanımayan bir cevvaliyetin temsilcisiydi. Konstantiniye'nin fethi Türk topraklarında idareci sayılanların nazarında Bizans'ı ortadan kaldırmaktan ziyade Doğu Roma İmparatorluğu'nun ihyası anlamını taşır. Osmanlı millet sistemi ihyanın gözle en kolay görülür işaretidir. Bizans'ın çaresiz kalmasına yol açan dönüşüm Osmanlı Devleti'nin değil Gaza Beyliklerinin eseriydi. Bizans'ı hem Türkçe, hem Müslüman kültür donanımı, hem de ahiret anlayışı bakımından ortadan kaldıranlar da yine Gaza Beylikleriydi ve Türk milleti olarak İslâmî kazanç bakımından işimize yarayan hâlâ odur.
"BİLİMSEL GELİŞMEYMİŞ GİBİ ALGILANAN FAALİYETLER"
Tarihçiler akademik çalışmalarını bugün yaşadığımız toprakların nasıl olup da dar-ül İslâm haline geldiği bahsine getirmiyor. Giderek günlerini Osmanlı Devleti'nin hangi kaynaktan güç alarak gayet uzun bir duraklama devri yaşadığına temas etmeksizin bir tarih yazılabileceği inancıyla geçiriyorlar. Bizim inancımız ise Endülüs'ün başına gelenlerin Türklerin de başına gelmeyeceği istikametindedir. İnancımı kuvveden fiile geçirmeğe tek başıma benim gücüm yeter mi? Bunu tecrübe etmeğe hazırım. Tarihin mensup olunan topluluk çıkarına ayarlandığı bütün kültürlerde bilinir. Türk hayatına modernlik bahanesiyle her gün biraz daha müdahale edildiği de gizli kapaklı bir şey değil. Çıkmazlar içinden bir çıkar bulunacak mı? Allah'tan ümit kesmeyenlerin sırrı burada saklıdır. Önce bilimin ve matematiğin sadeliği tercih ederek mesafe kat ettiğini fark edelim. Meselâ, söylendiğine göre quantum fiziğinde matematik hesaplar klasik fizikte olduğundan çok daha sade, çok daha basitmiş. Meselenin anlaşılır yanı aritmetik işlemlerinin kolay altından kalkılır hale girmesiyle sınırlı değil. Meselenin özünde estetik var. En başından itibaren bilimsel açıklamalar güzel görünme çabasındadır. Bilime dair her şey güzelliği el üstünde tutar. Bilimsel gelişmeymiş gibi algılanan faaliyetler insan zihnine bir üstünlük getirmedi. Tam tersine bir çaba kendini bilimsel gösterebildiği ölçüde hantaldır.
"BATI'YA BOYUN EĞİŞİMİZİN CEZASINI ÇEKİYORUZ"
İnsan zihni hiçbir çağda kendine mahsus bir canlılık arz etmemiştir. Sanayi devrimi sonrasında buhar gücüyle işlemeğe başlayan makinaların üstüne “eskiden bu işi beygirler yapardı” demek istercesine at başı kabartması ilâve edilirdi. Merak edenler araştırırlarsa günlük hayatımızda geçmişin hurafelerine hak veren birçok uygulama bulacaktır. Niçin böyledir? Niçin insan zihnini dün-bugün-yarın karmaşıklığı içinde yormak mecburiyeti altında kalmıştır? Bu insanlığın tümden duçar olduğu bir zaaf mıdır; yoksa Batı Medeniyetinin baskın karakteri mi buna sebep olmuştur? Bu sualin doğrudan ve kesin bir cevabı olduğunu sanmayın. Çekiyorsak hem insan oluşumuzun ve hem de Batı'ya bir şekilde boyun eğişimizin cezasını çekiyoruz. İnsan oluşumuz bizi bir varoluşsal güvenlik alanına sevk ediyor. Bir yerden geldiğimize, bir yerde durduğumuza ve bir yere varacağımıza inanmazsak bu toplum bize günlük hayatı haram eder. Yani eğri olsun veya doğru olsun bir geldiğimiz yer, durduğumuz yer ve varacağımız yer vardır. Çoğunluğun gözünde dün, bugün ve yarın tamamen anlamsız, tutarsız ve çelişkilidir. Çoğunluk anlamsızlığa, tutarsızlığa, çelişkiye dünden razıdır. Çünkü buluğ çağını geride bırakmış herkes hayatını tımarhanede sona erdirme korkusunu içinde taşır. Mütemadiyen doğru ile temas halinde kalmağa kimsenin gücü yetmez. Doğruyla temas çocukların, şairlerin, delilerin imtiyazıdır. Her zaman elde tutulamayan bir imtiyazdır bu. Bütün insanlar bir gün gelip çocukluk çağına veda etmek zorundadır. Şairlik herkese nasip olmaz ve deli sayılarak yaşamak insana kolay katlanılamayacak bir acı verir.
"AKSAMAYAN DUYGULAR"
Doğu ve batı birbirinden ayrılmıştır; ama doğudan batıya, batıdan doğuya geçmek mümkündür. Tıpkı Müslim'in gayri-Müslim'den ayrıldığı gibi. Bu yüzden Allah'ın canımızı Müslüman olduğumuz sırada alması için dua ederiz. Dikkat edilecek hususun tavırlarımızın bizde bir kemikleşme doğurduğu halde imanda böyle bir süreç yaşamayışımız olduğunu fark etmeliyiz. Bütün ömründe sofu olarak bilinen bir kimse son anda ona tebelleş olan şüpheden dolayı cehennem yolcusu durumuna düşer. Dikkatimizi Doğu ile Batı arasındaki kalın çizginin yaşama şartlarıyla çizildiğine çevirmek zorundayız. Ticaret bütün dünyada yürürlükte olduğu halde kapitalizm toprak bakımdan verimsiz, iklim bakımından elverişsiz Avrupa'da doğdu. Çünkü Avrupalılar yalnızca karınlarını doyurmak için değil, giyinmek ve barınmak için de bazı evrelerden geçmek mecburiyeti altındaydılar. Bu “evreler” Avrupalıların insan hissiyatını düşünce ve duygu ayrımına değer vermeğe, müteakiben ikisi arasında uyuşmazlık ve giderek zıtlık bulmağa itti. Avrupalılar alt etmek zorunda kaldıkları olumsuz şartların kendilerinde canlı tuttuğu duyguları “düşünce” diye adlandırdı. Yani Avrupalıların aksamayan duyguları onların düşünceleri oldu.
Kaynak: istiklalmarsidernegi.org