Bergman: İnsanların temelde değişebileceğine inanmam
Sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Ingmar Bergman'ın 1964 yılında verdiği bir röportajda kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplar, sanatçının kişiliğini ve sanat görüşünü ortaya koyması bakımından önemli bir röportaj sayılıyor.

Oluşturma Tarihi: 2023-12-25 19:28:49

Güncelleme Tarihi: 2023-12-25 19:43:22

Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Aslı Ekici, 2007 tarihli Bergman (1918-2007) incelemesinde usta yönetmenle ilgili şu bilgileri paylaşıyor:

"Woody Allen'dan Tarkovsky'ye dek pek çok sanatçı, Bergman'a duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getirir. Amerikan sinemasının büyük ustalarından Steven Spielberg, Bergman için şöyle der:

“Ona her zaman büyük bir hayranlık duydum ve onun kadar iyi bir yönetmen olabilmeyi denedim ama bu asla gerçekleşmeyecek. Onun sinemaya olan aşkının büyüklüğü, beni tuhaf bir suçluluk duygusuna itiyor...”

Bergman Sineması'nı anlamak; onun aile ilişkilerini, yaşantısını, düşüncelerini anlamaktır. Bergman'ın çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadıkları, daha sonra filmlerini tümüyle etkileyecektir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında İsveç'te dini geleneklere bağlılık sarsılmış ve intihar oranı yükselmiştir. Yaşadığı dönemi sorgulayan bir yönetmen olan Ingmar Bergman da ülkesinin içinde bulunduğu bu durumdan etkilenmiştir.

Bergman sinemasının kurucu unsurları olan intihar, iletişimsizlik, mutsuz evlilikler İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan toplumsal değişimler sonucu İsveç'e de hakim olan unsurlardır. Aynı zamanda Bergman filmlerinin temaları çocukluk ve gençlik yıllarından da etkilenmiştir. Bir Lutheryan papazının oğlu olan Bergman, ahlâki açıdan sıkı bir disiplin içinde yetişmiştir.

İnançlı bir ailede dünyaya gelmesine ve sosyalleşmesine rağmen Tanrı'ya hep kuşkuyla yaklaşmış, Tanrı'nın var olup olmadığını sürekli sorgulamış ve filmlerinde sık sık Hıristiyan ahlâkını eleştiren bir tavır sergilemiştir."

BERGMAN'IN 1964 YILI RÖPORTAJI

Yönetmen, oyun yazarı ve senarist Ernst Ingmar Bergman'ın 1964 yılında senaryosunu kendisinin yazıp yönettiği The Silence (Tystnaden) hakkında Playboy dergisine konuştu.

Filmleriniz genellikle anlaşılmaz, sembolik ve soyut oldukları yönünde eleştirilere maruz kalıyor. Bu suçlamalarda gerçeklik payı olduğunu düşünüyor musunuz?

Olabilir, ancak öyle olmadığını umuyorum çünkü kolay erişilebilir filmler yapmak bir sinemacının en önemli işi. Aynı zamanda en zor kısım da bu. Özel filmleri yapması daha kolaydır, fakat bence bir yönetmen kolayın peşinde koşmamalı; her filminde seyircisini daha ileriye taşıyabilmeli. İzleyicinin düşünmesini sağlamak iyidir, öte yandan bir yönetmen filmi kimin için yaptığını asla unutmamalı. Seyirciler filmlerimden birini izlediğinde, onu kafasından çok kalbinden hissetmesi daha önemli.

Dünya genelinde çok sayıda eleştirmen sizi en iyi sinemacılar arasında sayıyor. Bu değerlendirmeyle ilgili düşünceniz nedir?

Yurtdışında gelen başarı, İsveç sınırları içinde işimi daha da kolaylaştırıyor. Bu sayede işlerimle anılma şansını elde ediyorum. Fakat bu başarı geçici, Paris'e bakın mesela. Birkaç sene önceye kadar favori yönetmenleri bendim. Sonra Antonioni geldi. Sırada kim var? Kim bilir? Nouvelle vague‘daki gençler film yapmaya başlayınca onları kıskandım çünkü sinemateklerde (cinematheque) gereken tüm filmleri görmüşlerdi ve film yapım teknikleri hakkında bilgi sahibiydiler. Artık kıskanmıyorum. Yapım tekniği anlamında özgüvenimi yeniden kazandım diyebilirim. Artık başka yönetmenlerin filmlerini izleyince kıskançlık veya korku hissetmiyorum. Öyle hissetmek zorunda olmadığımı biliyorum.

"ESAS OLAN SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZÜN OLMASIDIR"

O filmler size kendi stilinizi geliştirmenizde yardımcı oldu mu?

Filmler hakkında bildiğim her şeyi kendi başıma öğrendim. Tiyatro için Göteborg'da bir yaşlı adamla çalıştım, orada dört yılım geçti. Sert ve geçimi zor bir adamdı, fakat tiyatrodan iyi anlardı ve bana çok şey öğretti. Öte yandan, sinemayı öğretebilecek kimsem yoktu. 1. Dünya Savaşı öncesinde okuyordum, savaş esnasında yabancı filmleri izleyemiyorduk. Savaş bittiğinde eşimi ve üç çocuğumu geçindirmek için çalışmak zorundaydım. Neyse ki çoğu şeyi kendi kendime öğrenebiliyorum, bazen zorlansam da. Kendi başına öğrenebilen insanlar bazen teknik anlamda mükemmeliyetçiliği abartırlar, halbuki işin garanti kısmı budur. Bence esas önemli kısım söyleyecek sözünüzün olmasıdır.

AMERİKAN YENİ DALGA FİLMLERİ

Sizce Amerika'daki Yeni Dalga yönetmenlerinin söyleyecek sözleri var mı?

Evet var. Filmlerinin azını görebildim- The Connection, Shadows ve Pull My Daisy‘i; dahasını da izlemek isterim. Fakat gördüğüm kadarıyla, Amerika'daki Yeni Dalga'yı Fransa'dakinden daha çok seviyorum. Daha coşkulu, daha idealist, teknik anlamda daha kusurlu, daha ham, fakat söyleyecek sözleri var ve önemli olan da bu. Onları seviyorum.

RUS SİNEMASI

Rus filmlerini seviyor musunuz?

Çok. Bence oranın sinemasında yakın zamanda çok iyi şeyler olacak. Nedenini bilmiyorum, ancak hissedebiliyorum. Ivan'ın Çocukluğu‘nu izlediniz mi? Olağanüstü şeyler var içinde. Tabii ki kötü yerleri de var, ancak gerçek yeteneği ve gücü görebiliyorsunuz.

En sevdiğiniz filmler arasında bunlara yer verir miydiniz?

Hayır, şu an üç favori filmim var: The Lady with the Dog, Rashomon ve Umberto D.Ah, bir de dördüncü: Mr. Hulot's Holiday. Onu da çok severim.

"7. Mühür" filmi

"FİLMLERİM KAR TOPU GİBİ BÜYÜR"

Size dönelim. Son filminiz The Silence, aynı zamanda en tartışma yaratan işiniz. Fikri aklınıza nereden geldi?

Yaşlı ve şişman bir adamdan. Dört yıl önce, hastanede yatan bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Odanın penceresinden dışarı baktığımda şişman, yaşlı ve felçli bir adam gördüm, parkta bir ağacın altında oturuyordu. Dört güler yüzlü hemşire yanına gidip onu havaya kaldırdılar, üstünde oturduğu sandalyesiyle beraber hastaneye geri taşıdılar. O adamın bir kukla gibi taşındığı anlar aklımdan çıkmadı, neden bilmiyorum. Çoğu filmimde olduğu gibi, o küçük tohumdan bu hikaye filizlendi. Bu tohum bazen küçük bir olay olur, bazen bana anlatılan küçük bir anekdot, bazen bir aktörün yüzündeki küçük bir ifade. Bu fikirleri kimi zaman not alırım, kimi zaman aklımın bir köşesinde dururlar. Böylece kafamda çok sayıda kısa ve kullanışlı notum olur. Bu fikirleri bütünlük arz eden bir senaryoya dönüştürebilmem için yıllar geçmesi gerekiyor tabii. Bir proje şekillenmeye başladığında karakterler için ayrı, sahneler için ayrı notları kullanırım. Kimi zaman bir karakter diğer karakterlerin yanında iyi durmaz, öyle olunca onu zihnime geri yollarım. Filmlerim genelde kartopu gibi büyür, küçük bir kar tanesiyle başlar. Sonunda baştaki kar tanesini ben bile göremez olurum.

Bergman, Charlie Chaplin ile...

The Silence‘ın ‘kar tanesi', felçli adam, filmdeki mastürbasyon ve cinsel ilişki içerikli sahnelere nasıl zemin hazırladı? Sekse perdede bu kadar açık şekilde yer vermeye nasıl karar verdiniz?

Yıllarca filmlerimde sekse yer verme konusunda muhafazakar davrandım. Fakat seksin seyirciye tezahürü çok önemli ve ben tümüyle entelektüel filmler yapmakla ilgilenmiyorum. Seyircilerin filmlerimi hissedebilmesini istiyorum. Bu benim için filmlerimi anlamalarından daha önemli. Güzel bir yaz akşamı ile seks arasında çok sayıda ortak nokta var; ancak ilkini filmlerimde anlatabilsem de ikinciyi anlatabilmenin yolunu bulabilmiş değilim henüz. Aşkın anatomisi ilgimi çekiyor. Bu bakış açısı bana seksi görsel anlamda ifade etmekten daha manalı geliyor.

"SANATIMA YARDIMCI OLACAKSA ARKADAŞLARIMIZ ÖLDÜREBİLİRİM"

Beş-altı yıl önce yapmış olduğunuz şöyle bir açıklama var: “Amacıma ulaşmak için yeteneğimi sömürebilirim, başka yol bulamazsam çalabilirim, sanatıma yardımcı olacaksa arkadaşlarımı öldürebilirim.”

Kendimle ilgili oldukça korumacı bir anımda söylemiş olmalıyım. Biri kendinden emin değilse, pozisyonu hakkında, sanatı hakkında şüpheleri varsa, kendini daha güçlü ifade edebilme yetisinin peşinde koşar. Bu sayede eleştirilere daha iyi direnebileceğini düşünür. Fakat başarıya ulaştığınızda başarının getirdiği zorunluluklardan da kurtulmuş oluyorsunuz. Çabalama kısmı hakkında endişelenmenize gerek kalmıyor, bütünüyle işinize odaklanabiliyorsunuz. Hayatınız da bu ölçüde kolaylaşıyor, kendinizi daha çok sevmeye başlıyorsunuz. Birçok şeyden daha çok zevk alabiliyorum artık, görmediğim çok şey olduğunu anlayabiliyorum. Daha yaşlı hissediyorum, çok az daha yaşlı, ve bu hoşuma gidiyor.

"ASLOLAN HİSSETMEKTİR"

Benim için sanatta ve hayatta taviz yapılabilecek en kötü şeydir. Fakat tabii ki tavizler vermek zorunda kalıyorum. Hepimiz kalıyoruz, başka türlü yaşayamayız. Uzun süre bunu kendime itiraf edemedim. Zaman içinde, hayatta olmanın daha önemli olduğunu gördüm. Bence aslolan hissetmektir. En az anlaşılan filmim, Winter Light, bunu anlatır.

Kışın ortasında Stockholm'e geldiğinize göre o filmin anlatmaya çalıştığı şeyleri anlıyor olmalısınız. Ne düşünüyorsunuz?

Yaptığım en zor filmlerden biriydi. Through a Glass Darkly‘den başladı, sonrasında The Silence‘a evrildi- bunlar bir üçlemenin parçaları. Bu filmler eleştirmenlerin zannettiği gibi tanrının varlığı veya yokluğu üzerine değiller, aşkın gücünü anlatıyorlar. Üç filmdeki karakterlerin büyük kısmı ölü. Nasıl aşık olunur, nasıl hissedilir, bilmiyorlar. Winter Light'ın ana karakteri neredeyse ölü. Herkesle ilişiğini kesmiş. Esas ana karakter ise bir kadın, tanrıya inanmıyor, fakat oldukça güçlü biri. Sevebiliyor, bu sayede kendini koruyabiliyor. Onun sorunu da bu sevgiyi nasıl ifade edeceğini bilememesi. Yaşlı, kaba saba bir kadın; adamla da birbirlerini sevmiyorlar, fakat zamanla nasıl seveceğini öğreniyor. Hissetmeye yönelik ilk adımlarını atıyor. Biz de aslen tanrı tarafından değil, sevgi tarafından korunuyoruz. Umut edebileceğimizin en fazlası da bu. Hayattaki en önemli şey başka insanlarla iletişim kurabilmektir. Öbür türlü ölüsünüzdür, bugün yaşayan çoğu insanın aslen ölü olduğu gibi. Fakat iletişim kurmak, anlamak, sevmek için adım atarsanız geleceğin getireceği zorluklar fark etmez. Dünya cehenneme dönse de, yaşamak ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın, sevgi sayesinde korunursunuz.

"İNSANLARIN TEMELDE DEĞİŞEBİLECEĞİNE İNANMAM"

Çoğu eleştirmen, bu “sevgi sayesinde dirilme” temasının en bilinen filminiz olan Wild Strawberries‘te de yer aldığına dikkat çeker. Bir tanesi şöyle diyor hatta: “Duygusal önyargılarla dolu bir hayatın ardından merhamet etmeyi öğrenen, böylece değişerek hayata dönen bir adamın hikayesi”. Sizce bu doğru bir tanım mı?

Hayır, adam değişmiyor. İnsanların temelde değişebileceklerine inanmam. Aydınlanma yaşayabilirler, farkındalık kazanabilirler, kendilerini tanıyabilirler, ancak hepsi bu kadardır. Winter Light‘taki kadın farkındalık yaşar, ama hayatı değişmez. Berbat hayatlar yaşamaya devam ederler.

"KADIN VE ERKEK AYNI SORUNU YAŞIYOR"

Winter Light'ın kadın karakterinden bahsetmişken, filmlerinizde kadın karakterleri tasvir ediş şekliniz takdirle karşılanıyor. Bunu nasıl...

Kadınları nasıl bu kadar iyi anlayabiliyorsunuz diye soracaksınız sanırım. Kadınlara olan ilgimin nedeni, filmlerde oldukça gülünç şekillerde yer bulmaları. Ben onları oldukları gibi, en azından diğer filmlerdeki (30'lar ve 40'lardaki) aptalca temsillerinden daha gerçekçi gösteriyorum. O dönemin filmleriyle kıyaslarsanız, mantıklı ve gerçekçi kadın karakterlerin tümü gözünüze harika görünür. Son birkaç yıldır kadınların temelde erkeklerle aynı olduğuna kanaat getirdim, aynı sorunları yaşıyorlar. Kadınların hikayelerini anlatmak için özel bir çaba harcamıyorum. Hepsi insanlara dair hikayeler, insanların sorunları. Beni de artık tüm insanlar ilgilendiriyor.

Kaynak: gezegenbusbutun