Tam olarak anlaşılmadan tüketilmiş hadiseler hakkında bir takım tahminlerle bilgi iddiasının hüküm sürdüğü bir toplum hayatı yaşandığını vurgulayan Prof. Öğün, alkış toplayan bilgi ve kumar arasında benzerlik kurdu.
NEYİN NEDEN VEYA NİÇİN OLDUĞU ANLAŞILMAZSA...
Şu ara, İsrâl-Filistin savaşında da, hazır teopolitik cevapların masaya sürülmesi üzerinden aynı kolaycılık ve basitçilik dikkatimi çekiyor.
Hâdisenin nasıl yaşanmakta olduğuna dâir haberler ilk günlerdeki yoğunluğunu ve gündemdeki yerini hızla kaybediyor. Bu da son derecede normal. Neyin neden veya ne için olduğu anlaşılmazsa, bir arızîliğin eseri olduğuna hükmedilir. Ârızî olarak başlayan bir hâdise bir gün bir şekilde biter deniliyor herhâlde.
ANLAŞILMADAN TÜKETİLMİŞ HADİSELER
Geri planı muallakta kalan, ne olduğu anlaşılamadan nasıl seyrettiği en ince teferruatına kadar verilen bir hâdise tüketilmiş demektir.
Onu yeniden üretecek olan husus ne olacağı, nereye evrileceğine dâirdir. İşte bahisleri açan da budur.
Ekonomiden başlayarak her şeyin kumara benzediği; yapıların, kurum ve kuruluşların kumar masasına dönüştüğü bir dünya kültüründe at yarışı, futbol maçı tahmini yapmakla, siyâsal veyâ stratejik tahminde, mesela seçim tahmini yapmak arasında çok da büyük bir fark kalmış olduğunu düşünmüyorum.
Bilimsel öngörü ile astrolojik tahmin arasındaki farkı kestirmek gün geçtikçe zorlaşıyor. (Mâkuliyet dışında pek bir fark kalmadı gâliba). Bilgi tarihi itibarıyla büyük bir çarpıklaşmanın içindeyiz.
"KİM ŞU KADAR MİLYAR İSTER" BİLGİSİ
Bilgi (epistemolojik) târihi bilgi târihi olalı böyle bir çarpıklık görmedi desek yeridir. Bunu bir misali çağrıştırarak anlatmak daha iyi olacak “Kim şu kadar Milyar İster” tarzı yarışmaları hatırlayalım. Bu tarz yarışmalarda, doğru cevâbı baştan biliyor olmak hiç de parlak bir durum değildir. Parlak olan durum, bilmediği hâlde ihtimâlleri cin akıl yürütmelerle (!) elemek ve bilmeden doğruyu tahmin etmek ve tutturmak. Yâni bilmeyi hak etmenin şartı onu emekle öğrenerek bilmekten çok, tahmin ederek, öğrenmek zahmetine katlanmadan biliyor görünmek. Esas alkış alan bu. Yâni kimse farkında değil, ama alkışlatılan bilgi lümpenleşmesinin bizzat kendisi.. Nesnel düşünce târihinin en demokratize olduğu ve ulaştığı en ileri ve yoz aşama bu.
"TARAFSIZLIK, NESNELLİK DEMEK DEĞİLDİR"
Eskiden doğruyu nesnel bir sûrette araştırmak ve bulmak iddiası vardı. Araştırmayı, hissiyatlardan, peşin hükümlerden, inançlardan ayrıştırmak bunun ilk şartıydı. Beğenin beğenmeyin, takdir edip etmemek size kalmış; ama kendi içinde anlaşılır bir iddiadır bu. Sorunlu olduğu husus, bu bakışın orijinal olarak tabiata tatbik edilmesiyle yetinilmeyip, beşerî, daha doğrusu âdemî hallere de tatbik edilmek istenmesiyle alâkalıydı. Ne bidâyette ne de nihâyette biyoloji ile kültür arasında hiçbir fark tanımayan küt bir bakıştı bu. Anglosakson ve Fransız metod geleneği farklı yollardan gelse de bu kavşakta örtüşüyordu. Hâlbuki hislerin, hüküm ve inançların hakikâti boğmaması için bu kadar nesnel olmaya gerek yoktu.
Tarafsızlık, nesnellik demek değildir. Farklı metodlar kullanarak nesnel (objective) olmadan; yâni âdeme nesne gibi bakmadan ona karşı tarafsız (neutral) bir bakış açısı geliştirilebilir.
Tıpkı bunun gibi; bir peşin hükmün, yanlış olsa da nesnel bir gerçeklik olarak dayatılması da mümkündür.
"BİLME ARZUSU" VE "BİLGİ LÜMPENLEŞMESİ"
Hâsılı, yanlış iliklenen gömleğin son deliklerindeyiz. Herşey nesnel düşünce metodunun haksız ve lüzumsuz yere beşerî bilimlere tatbiki ile başladı. Hislere el çektirildi. Boşluklar büyüdü. Sistemler bu defoyu gidermek için bilgiyi basitleştirmek ve işlevsellikle sınırlandırmak yoluna gitti.. Ama bunu, donanımsız, köksüz ve hissiz bir bilme arzusu yıktı geçti. Bu arzuyu, bilinmek istenen hâdisenin tasvirî taraflarını aşırı şekilde görselleştirerek yozlaştıran medya istismâr etti. Arzuyu yeniden şaha kaldıracak olan zamânı gâibe, geleceğe kaydırmak ve hâdiseyi kumara açmaktır.
Bilgi lümpenleşmesi burada çok zengin bir membâ bulmuştur. Dibini bulmadan bırakmayacaklarına emin olabilirsiniz...